Dinler Işığında ve Dinlerin Milletlere Etkisinde Kudüs

28 Ağustos 2023

Fatma Nur Taş

Giriş

Kutsal, kelime anlamı olarak ‘bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen’ anlamlarını taşımaktadır. Dünya üzerinde de kutsal olarak nitelendirilen birçok mekân, figür, inanış ve kişi varlığını sürdürmektedir. Günümüzde Filistin topraklarında bulunan bir şehir bu niteliklerin hepsini himayesinde bulundurmaktadır. Üç büyük ilahi dini de bünyesinde barındıran, geçmişten günümüze her dinin ve milletin hedefi olmuş o kutsal şehir; Kudüs’tür. Varlığı çok eski yıllara dayanan Kudüs şehrinin adından söz eden bilinen en eski belgeler, MÖ 19. ve 18. yüzyıllara ait Mısır metinleridir (Harman, Kudüs, 2002). Müslümanların dilinde Kudüs, günümüz dünyasında Jerusalem, Arapların lisanında El-Beyt’ül-Mukaddes, eski ismiyle İliya ve İbranice’de ise Yerusalem veya Oruşelem denilen şehir, bugün dünyanın gözlerini ve meraklarını kendine çevirmiş bulunmaktadır (Akgündüz). Kudüs başta üç büyük din olan İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliği bünyesinde barındırmasından dolayı önemiyle beraber Akdeniz’e yakınlığı ve coğrafi olarak konumu sebebiyle tarih boyunca çeşitli devletlerin ilgi odağı olmuş ve günümüzde de bu özelliği halen devam etmektedir. 

Sözlükte ‘Tanrı düşüncesine dayalı şekilde toplumsal bir kurum’ olarak ifade edilen ‘Din’, bundan daha fazlasını içermektedir. Allah’ın peygamberler aracılığıyla tebliğ ettiği iman olarak ifade etmek daha doğru olacaktır. Bunun yanında ‘Millet’ kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamıyla beraber, Kuran'daki anlamına benzer şekilde "fıtrat, tabiat" anlamında kullanılmaktadır (Şentürk, 2020).  Ancak şunu belirtmek gerekir ki burada din ve millet ayrı birer kavram olarak değerlendirilse de aslında bir bütündür ve burada din, millet ve şehir ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Çünkü din ve onu besleyen kutsal fikirler, milletlerin oluşumunda kuvvetli bir öneme sahiptir. Dinlerin milletlere etkisi özelinde geniş bir değerlendirme yapmadan evvel Kudüs’ün kutsallığının sebeplerine üç büyük din üzerinden değinmek konunun bütünlüğü açısından faydalı olacaktır.

Kutsal kitaplarda adına rastlanan Kudüs, üç büyük din açısından da oldukça önemlidir. Hıristiyanlar için Hz. İsa’nın yaşadığı kutsal toprakların olması ve İncil’de Kudüs’ün adının zikredilmesi, bu toprakların Hıristiyanlar özelinde değerini aktarmaktadır. Ayrıca Ortodokslar ve Hıristiyanların büyük bir bölümü Hz. Meryem’in mezarının Kudüs’te olduğuna inandıkları için, Hıristiyanların Kudüs’e olan bağlılıkları daha da artmıştır (Köftürcü, 2020). Yahudilik bağlamında konuyu ele alacak olursak eğer Kudüs; Yahudilerin ebedi ibadet yeri, yeryüzünün en kutsal yeri ve Allah'a kavuşmanın ve yeniden dirilişin başlayacağı hac yeridir. Özelde Kudüs'ün ve genel olarak Filistin topraklarının Yahudi inancında var olması, bu dindeki vaat edilmiş topraklar idealine dayanmaktadır. Yahudiliğe göre Tanrı, İsrailoğullarının babası sayılan Hz. İbrahim ile bir antlaşma yapmıştır buna göre bu toprakları kendisine ve soyundan gelenlere bağlılıkları karşılığında bir ödül olarak verdiği Nil’den Fırat'a kadar topraklardır.

Üç büyük dinden birisi olan İslamiyet açısından önemine değinecek olursak eğer, bu şehir Müslümanlar için kutsal üç şehirden birisidir. ‘Bütün peygamberlere iman, Müslüman olmanın ön şartı olduğundan, Kudüs’ü fetheden Hz. Davud, orada mabed yapan Hz. Süleyman, Kudüs mabedinde görev yapan Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, peygamberimizin “biraderim” dediği ve Kudüs’te doğup Kur’an’da “Arz-ı Mukaddese” diye nitelendirilen Filistin bölgesinde tebliğ faaliyetinde bulunan Hz. İsa ve yolu o bölgeye ve Kudüs’e uğrayan diğer peygamberler, bütün Müslümanların, “Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız” dedikleri (Bakara 2/285) mümtaz şahsiyetlerdir (Harman, İslamiyet ve Kudüs, 2019)’ Ayrıca Hz. Muhammed’in miraç hadisesi de bu topraklarda gerçekleştiği için buraya atfedilen kutsiyet daha da katlanmıştır.

Varlık gösterdiği andan itibaren birçok milletin ilgi alanına dâhil olan Kudüs, zaman içerisinde sürekli hâkimiyet değiştirmiştir. Babiller, Pers, Büyük İskender, Romalılar, Sasaniler, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti; Kudüs’ün varlık sürecinde verilebilecek örneklerden yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Çalışmamızın da ismi olan dinlerin milletlere etkisi bağlamında Kudüs’e değinecek olursak eğer ilk bahsedeceğimiz konu Hıristiyan inancına göre Kudüs olacaktır.

Hıristiyanlık, inanç ve kültürünün merkezine Hz. İsa'yı koyar. Kudüs yalnızca Hz. İsa orada olduğu için değil, hayatındaki birçok önemli insan da orada olduğu için Hıristiyanlar tarafından benimsenmektedir. Bunun en büyük örneği annesi Hz. Meryem’dir. İnanışa göre Hz. Meryem Tanrı’nın çocuğunu dünyaya getirmiştir. Hıristiyan inancını benimseyen Ortodokslar Hz. Meryem’in Hz. İsa’nın ölümünün ardından Kudüs’te yaşamaya devam ettiğine inandıkları için buraya atfettikleri kutsiyet artmıştır. Hz. İsa’nın çile yolu ve ardından çarmıha gerilmesi ve göğe yükselme hadisesinin yine bu topraklarda olması Hıristiyanların buradaki ilgisini katlamıştır. Ancak Katolik Hıristiyanlar, Hz. Meryem’in Türkiye topraklarının içinde bulunan Efes’te yaşadığı ve daha sonra burada öldüğü inancındadırlar.

Muhammet Güngör’ün  ‘Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci’ isimli makalesinde Hıristiyanlığın ilk yıllarında Kudüs’ün kutsal addedilmediğini ifade eder. Kendisine göre bazı Kilise Babaları, çeşitli tarihi olaylara dayanarak Kudüs'ün kutsal bir şehir olduğunu vurgulamış ve bu kutsallık genellikle üç nedene atfedilmiştir. Birincisi, Hz. İsa'nın hayatında, Hristiyanlığın yayılmasında ve Hristiyan teolojisinin oluşumunda etkili olan olayların Kudüs'te meydana gelmesidir. İkincisi, İsa'nın ölümünden yüzyıllar sonra mezarının üzerine inşa edilen Kutsal Kabir Kilisesi'dir. Üçüncüsü, ilk iki nedenden dolayı, Kudüs zaman içinde Hıristiyanlar için en önemli hac merkezi olma niteliğini kazanmıştır (Güngör, 2019).

Hıristiyanlık tarihi açısından ve dünya tarihini etkilemesi bakımından Haçlı Seferleri’ne bir göz gezdirelim. Haçlı Seferleri, Papa II. Urbanus'ın 1095'te Clermont Konsili'nde ilan etmesiyle başladı (Demirkent, 1995). Peki, sebebi neydi? Ekonomik, siyasi ve dini sebeplerin arasında en göze çarpan konu aslında Kudüs’ün Müslüman hâkimiyetinde olmasıydı. Onlara göre Müslümanlar Hz. İsa düşmanıydı ve Müslümanları kutsal topraklardan çıkaran halk Tanrı’nın desteğine layık görülüyordu. Ve elbette bu sefere katılanlara dini anlamda bir bağışlanma vaat edilmişti. Bir din adamı olan Fulcherius da, papanın sefer çağrısına cevap verenlerden birisiydi (Altan). Haçlı Seferlerini ve Kudüs'te işlenen zulmü en eksiksiz şekilde bildiren Fulcherius, Haçlı kroniklerin başında yer almaktadır (Uyan, 2021). Aktardığına göre, Müslümanlar, Tanrı olarak kabul ettikleri İsa'ya yönelik tek tehditti. Dolayısıyla Hıristiyanlık için ortadan kaldırılması gereken ana düşman olarak sunuldu, şiddet ve soykırım biçimlerinin haklı ve zorunlu olduğu gösterildi (Uyan, 2021).

Yahudilerin tarihine bakıldığında bu din, Musa Aleyhisselam’a iman eden İsrailoğullarının ve onlardan çoğalarak günümüze kadar gelenlerin dinidir. İbrahim Aleyhisselâm"ın oğlu İshak Aleyhisselâm ve oğlu Yakup Aleyhisselâm’dır. Hazreti Yakup’un bir diğer adı İsrail'dir. Bu nedenle Yakup’un oniki oğluna İsrail oğulları denir. Yahudiler İbrahim’in bütün peygamberlerin atası olduğunu benimsemişlerdir. Devamında köklerini Hz. İbrahim’den sonra gelen iki İbrânî atasına, yani Hz. İshak ile Hz. Ya‘kūb’a dayandırılmaktadır (Gürkan, 2013). Lakin onlara göre en büyük peygamber Hz. Musadır ve peygamberlik makamı M.Ö. 5.yy’da Malaki ile sona ermiştir ve yeni bir peygambere ihtiyaçları yoktur (Brinner, 2018).

Modern çağda Siyonizm düşüncesini oluşum süreci ve Yahudilerin millet olma çabası göze çarpar. Yahudi inancına göre Yahudilik, Allah'ın seçkin milleti için seçtiği ve vaat ettiği kutsal topraklarla özdeşleşmiş bir dindir. Allah'ın takdiri ve kaderiyle mukaddes sayılan topraklar ise Filistin topraklarıdır. İnanca göre yeniden diriliş yine bu topraklar üzerinden, Kubbetü’s-Sahra’dan olduklarına inandıkları için Zeytin Dağı’nın eteklerini kendilerine mezar yeri olarak tahsis etmektedirler. Çünkü burası yeniden diriliş için en yakın konumdur. Onlara göre Yahudilik asla bu ülkenin dışında yaşanamaz. Tevrat'ın hükümlerine uyan Yahudiler bu topraklarda yaşamak zorundadır. Yahudilerin bu ülkeler dışında devlet kurmasına asla izin verilmez.

Avrupalı devletlerin kışkırtmaları ve yayılan milliyetçilik akımı sonucunda Yahudiler de bir gün Filistin’e dönerek burada bir Yahudi devleti kurma emeli olan Siyonizm uyanmaya başlamıştır. Siyonizm ilk olarak ortaya çıktığında, tek hedefi Yahudileri Filistin’e yerleştirmekti ve bu amacına ulaştı. Bir Yahudi devleti kurmak amacıyla Theodor Herlz, II. Abdülhamid ile görüşse de II.Abdülhamid Herlz’in teklifini reddetmiştir. Bunun üzerine Yahudiler gizli olarak ve çeşitli yollardan gelip Filistin’e yerleşmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti Yahudilerin Filistin’e göçlerini ve mülk alımlarını engelleyici kanunlar çıkarmışlardır.

Yahudilerin ezelden beri olan varoluş çabasının bir kısmını I. Dünya Savaşı çerçevesinde değerlendirmek gerekirse; Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin, İngiliz mandasına bırakılması, İngiltere’nin 1917’de Balfour Deklarasyonu yayınlayarak Filistin’de bir Yahudi devletinin kuruluşunu destekleyeceğini duyurması Yahudilerin buraya olan göçünü hızlandırmıştı. Fakat Yahudi göçünün burada hızlıca artması Arap-Yahudi çatışmasına sebep oldu. Bu gerilim II. Dünya savaşında kanlı olaylara bürünmüştü. 1939 yılında yayınlanan Beyaz Defter ile İngiltere Filistin’e göçü yıllık 15.000 kişi ile sınırlandırarak kontrol altına almaya çalışsa da bunda pek de başarılı olamadı. Filistin’e alternatif yollardan göçler devam etti. Bu alternatif göçler her ne kadar yasal görünse de yasal olmayan yollardan da göçler oldukça fazlaydı.

Filistin topraklarına yapılan göçlerde çocuk nüfusun baskınlığından söz edilebilir. Bu da Yahudilerin gençleştirme politikasına dayanmaktadır.  Bu konuya bir diğer örneği de şöyle gösterebiliriz. Yahudiliğe göre Tanrı, insanlığın atası Âdem’i ve eşi Havva’yı yarattıktan sonra onlara ilk olarak çoğalmalarını emreder. Tanrı bu emri daha sonra Nuh, İbrahim, İshak ve Yakup’a bildirir. Dünya üzerindeki diğer milletler arasında onların soyunu seçen tanrı onlarla özel anlaşma yaparak emir ve yasaklarını açıklar. Buna göre Yahudilikte tanrı tarafından seçilmiş olma, seçilmiş milletin çoğalması ve vaat edilen topraklara hâkim olma anlayışı hep diri tutulur. Tanrı’nın ‘’çoğalın’’ emri de bir Yahudi için yerine getirilmesi gereken en önemli görevlerden kabul edilir (Çinpolat, 2017).

Ancak Yahudilerin bir millet kavramına bürünebilmesinin en önemli mimarı Elizer Ben Yehuda’dır. Çocukluğunda din dili olarak öğrendiği İbraniceyi sinagoglardan çıkarıp güncel bir dile dönüştürmeyi kafasına koyan Eliezer Ben Yehuda, ölümünden 26 yıl sonra kurulacak İsrail devletinin dilini de kültür altyapısı da kurum ve metinlerini de ömrü boyunca deliler gibi çalışarak çoktan hazırlamıştı.

İslamiyet üzerinden değerlendirme yapıldığında İslam dini; Allah’ın son Peygamber Hz.Muhammed’e bütün insanlığa vahiy yoluyla ulaştırdıklarının tümünü kabul ederek onları yaşamak, sözleri ve işleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Rasulüne itaat etmek için gönderdiği en son dindir. İslam dininde diğer dinlerde de olduğu gibi kutsal kabul edilen şehir Kudüs’tür. Müslümanlar için inanç ve düşünceleri bakımından Mekke ve Medine ne kadar önemliyse, Kudüs de o kadar önemlidir (Köftürcü, 2020). Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü Harem Mescidi'dir. 624 yılına kadar Hz. Muhammed tarafından kıble olarak kabul edilen cami, bilinen bir buçuk yıl bu şekilde kalmıştır. Mescid-i Aksa'nın adı Kur’an’ı Kerim’de İsra Suresi'nin ilk ayetinde geçmektedir. İsra veya Miraç durumunun da burada gerçekleşmesi de buraya olan kutsiyeti katlamıştır. İsra sûresinin ilk âyet-i kerimesinde Mescid-i Aksa'nın çevresinin bereketlendiği bildirilmektedir. Hadis-i şerifte Kudüs'ün Mekke ve Medine kadar kıymeti olduğu, bu iki şehre hac imkânı olmadığında Kudüs'ü ziyaret ederek bu vazifenin yerine getirilebileceği anlatılmaktadır. Bu nedenle Kudüs, Müslümanların kutsal yerleri hiyerarşisinde üçüncü sırada yer almaktadır.

Müslümanların buraya verdikleri değer yalnızca Hz. Muhammed ile sınırlandırmamak gerekir. Müslümanlar son peygamberin Hz. Muhammed olduğunu kabul ettikleri gibi, kendisinden önce gelen peygamberleri de kabul etmektedir. Bundan dolayı yine bu topraklarda birden fazla peygamberin yaşaması ve kabirlerinin de burada olması buraya olan ilgiyi artırmıştır.

İslamiyet dinini kabul etmiş toplumlar da Kudüs üzerine sefer düzenlemişlerdir. Bu seferlerin amacı elbette buranın Müslümanların ilk kıblesi olmasının ve üç harem mescidden birisi olmasının büyük etkisi vardır. Kudüs ilk olarak Hz. Ömer döneminde fethedilmiştir. Hz. Ömer’den itibaren Müslüman hâkimiyetinde kalan Kudüs, birinci Haçlı Seferi ile İslam hakimiyeti de sona ermiş; uzun bir dönem Müslümanların elinden çıkan Kudüs, daha sonra ‘’Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki?’’ diyen Selahaddin Eyyubi ile tekrar Müslüman hakimiyetine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’ün himayesini almasından bir müddet sonra Osmanlı Devleti, ona atfettiği hususi önemi gösterir çalışmalara başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin, sınırlarına dahil ettiği diğer şehirlere kıyasla kutsallığı nedeniyle Kudüs'e özel bir önem verdiği yadsınamaz bir gerçektir (Köse, 2017).

Hittin Savaşı, Kudüs tarihi ve Müslümanlık tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi millet kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamına gelmektedir. Kudüs Fatihi olarak anılan Selahaddin Eyyubi’nin Hittin zaferi de bu bağlılığa örnek olur niteliktedir. Bahsi geçen Hittin Savaşı, Haçlılara karşı yapılan bir savaştır. Çünkü Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Kudüs'te diğer adı Kudüs Krallığı olan bir Haçlı Devleti kurulmuştu. Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Haçlılar, Doğu Akdeniz'in çeşitli bölgelerini işgal etmişlerdi. Müslümanlar arasında bir birliğin olmaması da bu işgalleri kolaylaştıran etkenlerdi.

Kudüs’ü fethetmeye kararlı olan Sultan Selahattin, Haçlılarla yaptığı anlaşmanın ihlal edildiğini görerek ezelden beri var olan Kudüs gayesini yeniden alevlendirmişti.  Abbasilerden, Suriye’ye Mısır’dan, Türkler’e bütün Müslüman coğrafyalara gönderdiği haberin ardından büyük bir Müslüman ordusu toplanmış ve Kudüs’e doğru yola çıkılmıştı. Selahaddin Eyyubi günümüz şartlarında dahi zor olan bir durumu başarmış ve birden fazla Müslüman bayrağını tek bir amaç uğruna bir araya getirmişti. Sultan Selahaddin’in Kudüs’ü fethetmeye gittiğini duyan din adamları her yerden bu savaşa koşuyordu. Hittin Savaşı'nda Haçlılara karşı büyük bir zafer kazanıldı ve Kral teslim olmak zorunda kaldı. Hittin Savaşı'ndan sonra Haçlılar bölgede eski güçlerine kavuşamadılar. Selahaddin Eyyubi’nin aldığı zafer Kudüs’te büyük sevinç getirirken Ortadoğu’daki Haçlı zihniyetine son vererek Hıristiyan ve Yahudi camiasında da üzüntüye sebep olmuştu. Bu tarihten sonra Haçlılar bir daha eski gücüne tam olarak kavuşamadı. İslamiyet’te millet düşüncesi ideoloji ne olursa olsun tek bir sancak altında toplanarak bu zaferle kendini ispatlamış oldu.

       

SONUÇ

Kudüs, Orta Doğu’da bulunan ve Bereketli Hilal denilen özel bir bölgede yer alır. Bazı mekanların değeri Yüce Allah'ın bildirdiği değerle artar. Kudüs de rahmetiyle değer kazanmış ender yerlerden birisidir. Kudüs'ün tarihsel süreci, insanlığın kökeni kadar eski bir çağla tutarlıdır. Dolayısıyla Kudüs;  Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler için üç kutsal dinin buluştuğu kutsal bir yerdir. Kudüs'ün bir tarafında Müslümanlar için Mescid-i Aksa, Yahudiler için Ağlama Duvarı, diğer tarafında ise Hristiyanlar için Kıyamet Kilisesi bulunmaktadır.

Coğrafi konumunun da etkisiyle beraber Kudüs, devletlerin hedefi olmuştur. Bir yerin ya da şehrin dini bir metinde geçmesi, o yeri kutsal bir yere çevirmiştir. Bunun sebebi inananların kalplerinde Allah’ın, Peygamberlerin ve onların anılarını uyandırmasıdır. Üç din üzerinden aktarmaya çalışıldığı gibi Kudüs, benimsendikleri dinler tarafından kutsal sayılmış ve elde edilmek için daima çaba gösterilmiştir.

Devletler kurulup yıkılsa da düşünceler baki kalır. Bundan sebeptir ki bu bölgenin kutsallığı her din için kendi açısından kutsallığını korumaktadır. Dünya’nın bahçesi Orta Doğu’dur. Orta Doğu’nun eşsiz çiçeği ise Kudüs’tür.

Kaynakça

Akgündüz, A. (tarih yok). Kudüs’te Osmanlı Modeli ve Bütün Dinlerin Ortak Başşehri. Ocak 22, 2023 tarihinde Osmanlı Araştırmaları Vakfı: https://osmanli.org.tr/kuduste-osmanli-modeli-butun-dinlerin-ortak-bassehri/ adresinden alındı

Altan, E. (tarih yok). Birinci Haçlı Seferi'nin Bir Görgü Tanığı: Fulcherius Carnotensis. 1.

Brinner, W. M. (2018). İslam Ve Yahudi Geleneğinde Peygamberler Ve Peygamberlik. DergiPark, 1.

Çinpolat, S. (2017). Yahudilikte Çocuk Sahibi Olma ve Çoğalmanın Yeri Önemi. 150.

Demirkent, I. (1995). Haçlı Seferleri. Academia, 1.

Güngör, M. (2019). Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci. Dergipark, 25.

Gürkan, S. L. (2013). Yahudilik. TDV İA, 1.

Harman, Ö. F. (2002). Kudüs. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#1 adresinden alındı

Harman, Ö. F. (2019). İslamiyet ve Kudüs. 4.

Köftürcü, H. (2020). SEMAVİ DİNLER BAĞLAMINDA KUDÜS. 5.

Köse, F. B. (2017). Osmanlı Dönemi Kudüs'ünde Mimari Çalışmaları. KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1.

Şentürk, R. (2020). Millet. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/millet#1 adresinden alındı

Uyan, M. (2021). Kudüs Şahitliği. 205.

 

Giriş

Kutsal, kelime anlamı olarak ‘bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen’ anlamlarını taşımaktadır. Dünya üzerinde de kutsal olarak nitelendirilen birçok mekân, figür, inanış ve kişi varlığını sürdürmektedir. Günümüzde Filistin topraklarında bulunan bir şehir bu niteliklerin hepsini himayesinde bulundurmaktadır. Üç büyük ilahi dini de bünyesinde barındıran, geçmişten günümüze her dinin ve milletin hedefi olmuş o kutsal şehir; Kudüs’tür. Varlığı çok eski yıllara dayanan Kudüs şehrinin adından söz eden bilinen en eski belgeler, MÖ 19. ve 18. yüzyıllara ait Mısır metinleridir (Harman, Kudüs, 2002). Müslümanların dilinde Kudüs, günümüz dünyasında Jerusalem, Arapların lisanında El-Beyt’ül-Mukaddes, eski ismiyle İliya ve İbranice’de ise Yerusalem veya Oruşelem denilen şehir, bugün dünyanın gözlerini ve meraklarını kendine çevirmiş bulunmaktadır (Akgündüz). Kudüs başta üç büyük din olan İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliği bünyesinde barındırmasından dolayı önemiyle beraber Akdeniz’e yakınlığı ve coğrafi olarak konumu sebebiyle tarih boyunca çeşitli devletlerin ilgi odağı olmuş ve günümüzde de bu özelliği halen devam etmektedir. 

Sözlükte ‘Tanrı düşüncesine dayalı şekilde toplumsal bir kurum’ olarak ifade edilen ‘Din’, bundan daha fazlasını içermektedir. Allah’ın peygamberler aracılığıyla tebliğ ettiği iman olarak ifade etmek daha doğru olacaktır. Bunun yanında ‘Millet’ kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamıyla beraber, Kuran'daki anlamına benzer şekilde "fıtrat, tabiat" anlamında kullanılmaktadır (Şentürk, 2020).  Ancak şunu belirtmek gerekir ki burada din ve millet ayrı birer kavram olarak değerlendirilse de aslında bir bütündür ve burada din, millet ve şehir ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Çünkü din ve onu besleyen kutsal fikirler, milletlerin oluşumunda kuvvetli bir öneme sahiptir. Dinlerin milletlere etkisi özelinde geniş bir değerlendirme yapmadan evvel Kudüs’ün kutsallığının sebeplerine üç büyük din üzerinden değinmek konunun bütünlüğü açısından faydalı olacaktır.

Kutsal kitaplarda adına rastlanan Kudüs, üç büyük din açısından da oldukça önemlidir. Hıristiyanlar için Hz. İsa’nın yaşadığı kutsal toprakların olması ve İncil’de Kudüs’ün adının zikredilmesi, bu toprakların Hıristiyanlar özelinde değerini aktarmaktadır. Ayrıca Ortodokslar ve Hıristiyanların büyük bir bölümü Hz. Meryem’in mezarının Kudüs’te olduğuna inandıkları için, Hıristiyanların Kudüs’e olan bağlılıkları daha da artmıştır (Köftürcü, 2020). Yahudilik bağlamında konuyu ele alacak olursak eğer Kudüs; Yahudilerin ebedi ibadet yeri, yeryüzünün en kutsal yeri ve Allah'a kavuşmanın ve yeniden dirilişin başlayacağı hac yeridir. Özelde Kudüs'ün ve genel olarak Filistin topraklarının Yahudi inancında var olması, bu dindeki vaat edilmiş topraklar idealine dayanmaktadır. Yahudiliğe göre Tanrı, İsrailoğullarının babası sayılan Hz. İbrahim ile bir antlaşma yapmıştır buna göre bu toprakları kendisine ve soyundan gelenlere bağlılıkları karşılığında bir ödül olarak verdiği Nil’den Fırat'a kadar topraklardır.

Üç büyük dinden birisi olan İslamiyet açısından önemine değinecek olursak eğer, bu şehir Müslümanlar için kutsal üç şehirden birisidir. ‘Bütün peygamberlere iman, Müslüman olmanın ön şartı olduğundan, Kudüs’ü fetheden Hz. Davud, orada mabed yapan Hz. Süleyman, Kudüs mabedinde görev yapan Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, peygamberimizin “biraderim” dediği ve Kudüs’te doğup Kur’an’da “Arz-ı Mukaddese” diye nitelendirilen Filistin bölgesinde tebliğ faaliyetinde bulunan Hz. İsa ve yolu o bölgeye ve Kudüs’e uğrayan diğer peygamberler, bütün Müslümanların, “Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız” dedikleri (Bakara 2/285) mümtaz şahsiyetlerdir (Harman, İslamiyet ve Kudüs, 2019)’ Ayrıca Hz. Muhammed’in miraç hadisesi de bu topraklarda gerçekleştiği için buraya atfedilen kutsiyet daha da katlanmıştır.

Varlık gösterdiği andan itibaren birçok milletin ilgi alanına dâhil olan Kudüs, zaman içerisinde sürekli hâkimiyet değiştirmiştir. Babiller, Pers, Büyük İskender, Romalılar, Sasaniler, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti; Kudüs’ün varlık sürecinde verilebilecek örneklerden yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Çalışmamızın da ismi olan dinlerin milletlere etkisi bağlamında Kudüs’e değinecek olursak eğer ilk bahsedeceğimiz konu Hıristiyan inancına göre Kudüs olacaktır.

Hıristiyanlık, inanç ve kültürünün merkezine Hz. İsa'yı koyar. Kudüs yalnızca Hz. İsa orada olduğu için değil, hayatındaki birçok önemli insan da orada olduğu için Hıristiyanlar tarafından benimsenmektedir. Bunun en büyük örneği annesi Hz. Meryem’dir. İnanışa göre Hz. Meryem Tanrı’nın çocuğunu dünyaya getirmiştir. Hıristiyan inancını benimseyen Ortodokslar Hz. Meryem’in Hz. İsa’nın ölümünün ardından Kudüs’te yaşamaya devam ettiğine inandıkları için buraya atfettikleri kutsiyet artmıştır. Hz. İsa’nın çile yolu ve ardından çarmıha gerilmesi ve göğe yükselme hadisesinin yine bu topraklarda olması Hıristiyanların buradaki ilgisini katlamıştır. Ancak Katolik Hıristiyanlar, Hz. Meryem’in Türkiye topraklarının içinde bulunan Efes’te yaşadığı ve daha sonra burada öldüğü inancındadırlar.

Muhammet Güngör’ün  ‘Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci’ isimli makalesinde Hıristiyanlığın ilk yıllarında Kudüs’ün kutsal addedilmediğini ifade eder. Kendisine göre bazı Kilise Babaları, çeşitli tarihi olaylara dayanarak Kudüs'ün kutsal bir şehir olduğunu vurgulamış ve bu kutsallık genellikle üç nedene atfedilmiştir. Birincisi, Hz. İsa'nın hayatında, Hristiyanlığın yayılmasında ve Hristiyan teolojisinin oluşumunda etkili olan olayların Kudüs'te meydana gelmesidir. İkincisi, İsa'nın ölümünden yüzyıllar sonra mezarının üzerine inşa edilen Kutsal Kabir Kilisesi'dir. Üçüncüsü, ilk iki nedenden dolayı, Kudüs zaman içinde Hıristiyanlar için en önemli hac merkezi olma niteliğini kazanmıştır (Güngör, 2019).

Hıristiyanlık tarihi açısından ve dünya tarihini etkilemesi bakımından Haçlı Seferleri’ne bir göz gezdirelim. Haçlı Seferleri, Papa II. Urbanus'ın 1095'te Clermont Konsili'nde ilan etmesiyle başladı (Demirkent, 1995). Peki, sebebi neydi? Ekonomik, siyasi ve dini sebeplerin arasında en göze çarpan konu aslında Kudüs’ün Müslüman hâkimiyetinde olmasıydı. Onlara göre Müslümanlar Hz. İsa düşmanıydı ve Müslümanları kutsal topraklardan çıkaran halk Tanrı’nın desteğine layık görülüyordu. Ve elbette bu sefere katılanlara dini anlamda bir bağışlanma vaat edilmişti. Bir din adamı olan Fulcherius da, papanın sefer çağrısına cevap verenlerden birisiydi (Altan). Haçlı Seferlerini ve Kudüs'te işlenen zulmü en eksiksiz şekilde bildiren Fulcherius, Haçlı kroniklerin başında yer almaktadır (Uyan, 2021). Aktardığına göre, Müslümanlar, Tanrı olarak kabul ettikleri İsa'ya yönelik tek tehditti. Dolayısıyla Hıristiyanlık için ortadan kaldırılması gereken ana düşman olarak sunuldu, şiddet ve soykırım biçimlerinin haklı ve zorunlu olduğu gösterildi (Uyan, 2021).

Yahudilerin tarihine bakıldığında bu din, Musa Aleyhisselam’a iman eden İsrailoğullarının ve onlardan çoğalarak günümüze kadar gelenlerin dinidir. İbrahim Aleyhisselâm"ın oğlu İshak Aleyhisselâm ve oğlu Yakup Aleyhisselâm’dır. Hazreti Yakup’un bir diğer adı İsrail'dir. Bu nedenle Yakup’un oniki oğluna İsrail oğulları denir. Yahudiler İbrahim’in bütün peygamberlerin atası olduğunu benimsemişlerdir. Devamında köklerini Hz. İbrahim’den sonra gelen iki İbrânî atasına, yani Hz. İshak ile Hz. Ya‘kūb’a dayandırılmaktadır (Gürkan, 2013). Lakin onlara göre en büyük peygamber Hz. Musadır ve peygamberlik makamı M.Ö. 5.yy’da Malaki ile sona ermiştir ve yeni bir peygambere ihtiyaçları yoktur (Brinner, 2018).

Modern çağda Siyonizm düşüncesini oluşum süreci ve Yahudilerin millet olma çabası göze çarpar. Yahudi inancına göre Yahudilik, Allah'ın seçkin milleti için seçtiği ve vaat ettiği kutsal topraklarla özdeşleşmiş bir dindir. Allah'ın takdiri ve kaderiyle mukaddes sayılan topraklar ise Filistin topraklarıdır. İnanca göre yeniden diriliş yine bu topraklar üzerinden, Kubbetü’s-Sahra’dan olduklarına inandıkları için Zeytin Dağı’nın eteklerini kendilerine mezar yeri olarak tahsis etmektedirler. Çünkü burası yeniden diriliş için en yakın konumdur. Onlara göre Yahudilik asla bu ülkenin dışında yaşanamaz. Tevrat'ın hükümlerine uyan Yahudiler bu topraklarda yaşamak zorundadır. Yahudilerin bu ülkeler dışında devlet kurmasına asla izin verilmez.

Avrupalı devletlerin kışkırtmaları ve yayılan milliyetçilik akımı sonucunda Yahudiler de bir gün Filistin’e dönerek burada bir Yahudi devleti kurma emeli olan Siyonizm uyanmaya başlamıştır. Siyonizm ilk olarak ortaya çıktığında, tek hedefi Yahudileri Filistin’e yerleştirmekti ve bu amacına ulaştı. Bir Yahudi devleti kurmak amacıyla Theodor Herlz, II. Abdülhamid ile görüşse de II.Abdülhamid Herlz’in teklifini reddetmiştir. Bunun üzerine Yahudiler gizli olarak ve çeşitli yollardan gelip Filistin’e yerleşmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti Yahudilerin Filistin’e göçlerini ve mülk alımlarını engelleyici kanunlar çıkarmışlardır.

Yahudilerin ezelden beri olan varoluş çabasının bir kısmını I. Dünya Savaşı çerçevesinde değerlendirmek gerekirse; Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin, İngiliz mandasına bırakılması, İngiltere’nin 1917’de Balfour Deklarasyonu yayınlayarak Filistin’de bir Yahudi devletinin kuruluşunu destekleyeceğini duyurması Yahudilerin buraya olan göçünü hızlandırmıştı. Fakat Yahudi göçünün burada hızlıca artması Arap-Yahudi çatışmasına sebep oldu. Bu gerilim II. Dünya savaşında kanlı olaylara bürünmüştü. 1939 yılında yayınlanan Beyaz Defter ile İngiltere Filistin’e göçü yıllık 15.000 kişi ile sınırlandırarak kontrol altına almaya çalışsa da bunda pek de başarılı olamadı. Filistin’e alternatif yollardan göçler devam etti. Bu alternatif göçler her ne kadar yasal görünse de yasal olmayan yollardan da göçler oldukça fazlaydı.

Filistin topraklarına yapılan göçlerde çocuk nüfusun baskınlığından söz edilebilir. Bu da Yahudilerin gençleştirme politikasına dayanmaktadır.  Bu konuya bir diğer örneği de şöyle gösterebiliriz. Yahudiliğe göre Tanrı, insanlığın atası Âdem’i ve eşi Havva’yı yarattıktan sonra onlara ilk olarak çoğalmalarını emreder. Tanrı bu emri daha sonra Nuh, İbrahim, İshak ve Yakup’a bildirir. Dünya üzerindeki diğer milletler arasında onların soyunu seçen tanrı onlarla özel anlaşma yaparak emir ve yasaklarını açıklar. Buna göre Yahudilikte tanrı tarafından seçilmiş olma, seçilmiş milletin çoğalması ve vaat edilen topraklara hâkim olma anlayışı hep diri tutulur. Tanrı’nın ‘’çoğalın’’ emri de bir Yahudi için yerine getirilmesi gereken en önemli görevlerden kabul edilir (Çinpolat, 2017).

Ancak Yahudilerin bir millet kavramına bürünebilmesinin en önemli mimarı Elizer Ben Yehuda’dır. Çocukluğunda din dili olarak öğrendiği İbraniceyi sinagoglardan çıkarıp güncel bir dile dönüştürmeyi kafasına koyan Eliezer Ben Yehuda, ölümünden 26 yıl sonra kurulacak İsrail devletinin dilini de kültür altyapısı da kurum ve metinlerini de ömrü boyunca deliler gibi çalışarak çoktan hazırlamıştı.

İslamiyet üzerinden değerlendirme yapıldığında İslam dini; Allah’ın son Peygamber Hz.Muhammed’e bütün insanlığa vahiy yoluyla ulaştırdıklarının tümünü kabul ederek onları yaşamak, sözleri ve işleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Rasulüne itaat etmek için gönderdiği en son dindir. İslam dininde diğer dinlerde de olduğu gibi kutsal kabul edilen şehir Kudüs’tür. Müslümanlar için inanç ve düşünceleri bakımından Mekke ve Medine ne kadar önemliyse, Kudüs de o kadar önemlidir (Köftürcü, 2020). Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü Harem Mescidi'dir. 624 yılına kadar Hz. Muhammed tarafından kıble olarak kabul edilen cami, bilinen bir buçuk yıl bu şekilde kalmıştır. Mescid-i Aksa'nın adı Kur’an’ı Kerim’de İsra Suresi'nin ilk ayetinde geçmektedir. İsra veya Miraç durumunun da burada gerçekleşmesi de buraya olan kutsiyeti katlamıştır. İsra sûresinin ilk âyet-i kerimesinde Mescid-i Aksa'nın çevresinin bereketlendiği bildirilmektedir. Hadis-i şerifte Kudüs'ün Mekke ve Medine kadar kıymeti olduğu, bu iki şehre hac imkânı olmadığında Kudüs'ü ziyaret ederek bu vazifenin yerine getirilebileceği anlatılmaktadır. Bu nedenle Kudüs, Müslümanların kutsal yerleri hiyerarşisinde üçüncü sırada yer almaktadır.

Müslümanların buraya verdikleri değer yalnızca Hz. Muhammed ile sınırlandırmamak gerekir. Müslümanlar son peygamberin Hz. Muhammed olduğunu kabul ettikleri gibi, kendisinden önce gelen peygamberleri de kabul etmektedir. Bundan dolayı yine bu topraklarda birden fazla peygamberin yaşaması ve kabirlerinin de burada olması buraya olan ilgiyi artırmıştır.

İslamiyet dinini kabul etmiş toplumlar da Kudüs üzerine sefer düzenlemişlerdir. Bu seferlerin amacı elbette buranın Müslümanların ilk kıblesi olmasının ve üç harem mescidden birisi olmasının büyük etkisi vardır. Kudüs ilk olarak Hz. Ömer döneminde fethedilmiştir. Hz. Ömer’den itibaren Müslüman hâkimiyetinde kalan Kudüs, birinci Haçlı Seferi ile İslam hakimiyeti de sona ermiş; uzun bir dönem Müslümanların elinden çıkan Kudüs, daha sonra ‘’Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki?’’ diyen Selahaddin Eyyubi ile tekrar Müslüman hakimiyetine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’ün himayesini almasından bir müddet sonra Osmanlı Devleti, ona atfettiği hususi önemi gösterir çalışmalara başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin, sınırlarına dahil ettiği diğer şehirlere kıyasla kutsallığı nedeniyle Kudüs'e özel bir önem verdiği yadsınamaz bir gerçektir (Köse, 2017).

Hittin Savaşı, Kudüs tarihi ve Müslümanlık tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi millet kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamına gelmektedir. Kudüs Fatihi olarak anılan Selahaddin Eyyubi’nin Hittin zaferi de bu bağlılığa örnek olur niteliktedir. Bahsi geçen Hittin Savaşı, Haçlılara karşı yapılan bir savaştır. Çünkü Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Kudüs'te diğer adı Kudüs Krallığı olan bir Haçlı Devleti kurulmuştu. Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Haçlılar, Doğu Akdeniz'in çeşitli bölgelerini işgal etmişlerdi. Müslümanlar arasında bir birliğin olmaması da bu işgalleri kolaylaştıran etkenlerdi.

Kudüs’ü fethetmeye kararlı olan Sultan Selahattin, Haçlılarla yaptığı anlaşmanın ihlal edildiğini görerek ezelden beri var olan Kudüs gayesini yeniden alevlendirmişti.  Abbasilerden, Suriye’ye Mısır’dan, Türkler’e bütün Müslüman coğrafyalara gönderdiği haberin ardından büyük bir Müslüman ordusu toplanmış ve Kudüs’e doğru yola çıkılmıştı. Selahaddin Eyyubi günümüz şartlarında dahi zor olan bir durumu başarmış ve birden fazla Müslüman bayrağını tek bir amaç uğruna bir araya getirmişti. Sultan Selahaddin’in Kudüs’ü fethetmeye gittiğini duyan din adamları her yerden bu savaşa koşuyordu. Hittin Savaşı'nda Haçlılara karşı büyük bir zafer kazanıldı ve Kral teslim olmak zorunda kaldı. Hittin Savaşı'ndan sonra Haçlılar bölgede eski güçlerine kavuşamadılar. Selahaddin Eyyubi’nin aldığı zafer Kudüs’te büyük sevinç getirirken Ortadoğu’daki Haçlı zihniyetine son vererek Hıristiyan ve Yahudi camiasında da üzüntüye sebep olmuştu. Bu tarihten sonra Haçlılar bir daha eski gücüne tam olarak kavuşamadı. İslamiyet’te millet düşüncesi ideoloji ne olursa olsun tek bir sancak altında toplanarak bu zaferle kendini ispatlamış oldu.

       

SONUÇ

Kudüs, Orta Doğu’da bulunan ve Bereketli Hilal denilen özel bir bölgede yer alır. Bazı mekanların değeri Yüce Allah'ın bildirdiği değerle artar. Kudüs de rahmetiyle değer kazanmış ender yerlerden birisidir. Kudüs'ün tarihsel süreci, insanlığın kökeni kadar eski bir çağla tutarlıdır. Dolayısıyla Kudüs;  Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler için üç kutsal dinin buluştuğu kutsal bir yerdir. Kudüs'ün bir tarafında Müslümanlar için Mescid-i Aksa, Yahudiler için Ağlama Duvarı, diğer tarafında ise Hristiyanlar için Kıyamet Kilisesi bulunmaktadır.

Coğrafi konumunun da etkisiyle beraber Kudüs, devletlerin hedefi olmuştur. Bir yerin ya da şehrin dini bir metinde geçmesi, o yeri kutsal bir yere çevirmiştir. Bunun sebebi inananların kalplerinde Allah’ın, Peygamberlerin ve onların anılarını uyandırmasıdır. Üç din üzerinden aktarmaya çalışıldığı gibi Kudüs, benimsendikleri dinler tarafından kutsal sayılmış ve elde edilmek için daima çaba gösterilmiştir.

Devletler kurulup yıkılsa da düşünceler baki kalır. Bundan sebeptir ki bu bölgenin kutsallığı her din için kendi açısından kutsallığını korumaktadır. Dünya’nın bahçesi Orta Doğu’dur. Orta Doğu’nun eşsiz çiçeği ise Kudüs’tür.

Kaynakça

Akgündüz, A. (tarih yok). Kudüs’te Osmanlı Modeli ve Bütün Dinlerin Ortak Başşehri. Ocak 22, 2023 tarihinde Osmanlı Araştırmaları Vakfı: https://osmanli.org.tr/kuduste-osmanli-modeli-butun-dinlerin-ortak-bassehri/ adresinden alındı

Altan, E. (tarih yok). Birinci Haçlı Seferi'nin Bir Görgü Tanığı: Fulcherius Carnotensis. 1.

Brinner, W. M. (2018). İslam Ve Yahudi Geleneğinde Peygamberler Ve Peygamberlik. DergiPark, 1.

Çinpolat, S. (2017). Yahudilikte Çocuk Sahibi Olma ve Çoğalmanın Yeri Önemi. 150.

Demirkent, I. (1995). Haçlı Seferleri. Academia, 1.

Güngör, M. (2019). Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci. Dergipark, 25.

Gürkan, S. L. (2013). Yahudilik. TDV İA, 1.

Harman, Ö. F. (2002). Kudüs. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#1 adresinden alındı

Harman, Ö. F. (2019). İslamiyet ve Kudüs. 4.

Köftürcü, H. (2020). SEMAVİ DİNLER BAĞLAMINDA KUDÜS. 5.

Köse, F. B. (2017). Osmanlı Dönemi Kudüs'ünde Mimari Çalışmaları. KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1.

Şentürk, R. (2020). Millet. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/millet#1 adresinden alındı

Uyan, M. (2021). Kudüs Şahitliği. 205.

 

Giriş

Kutsal, kelime anlamı olarak ‘bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen’ anlamlarını taşımaktadır. Dünya üzerinde de kutsal olarak nitelendirilen birçok mekân, figür, inanış ve kişi varlığını sürdürmektedir. Günümüzde Filistin topraklarında bulunan bir şehir bu niteliklerin hepsini himayesinde bulundurmaktadır. Üç büyük ilahi dini de bünyesinde barındıran, geçmişten günümüze her dinin ve milletin hedefi olmuş o kutsal şehir; Kudüs’tür. Varlığı çok eski yıllara dayanan Kudüs şehrinin adından söz eden bilinen en eski belgeler, MÖ 19. ve 18. yüzyıllara ait Mısır metinleridir (Harman, Kudüs, 2002). Müslümanların dilinde Kudüs, günümüz dünyasında Jerusalem, Arapların lisanında El-Beyt’ül-Mukaddes, eski ismiyle İliya ve İbranice’de ise Yerusalem veya Oruşelem denilen şehir, bugün dünyanın gözlerini ve meraklarını kendine çevirmiş bulunmaktadır (Akgündüz). Kudüs başta üç büyük din olan İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliği bünyesinde barındırmasından dolayı önemiyle beraber Akdeniz’e yakınlığı ve coğrafi olarak konumu sebebiyle tarih boyunca çeşitli devletlerin ilgi odağı olmuş ve günümüzde de bu özelliği halen devam etmektedir. 

Sözlükte ‘Tanrı düşüncesine dayalı şekilde toplumsal bir kurum’ olarak ifade edilen ‘Din’, bundan daha fazlasını içermektedir. Allah’ın peygamberler aracılığıyla tebliğ ettiği iman olarak ifade etmek daha doğru olacaktır. Bunun yanında ‘Millet’ kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamıyla beraber, Kuran'daki anlamına benzer şekilde "fıtrat, tabiat" anlamında kullanılmaktadır (Şentürk, 2020).  Ancak şunu belirtmek gerekir ki burada din ve millet ayrı birer kavram olarak değerlendirilse de aslında bir bütündür ve burada din, millet ve şehir ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Çünkü din ve onu besleyen kutsal fikirler, milletlerin oluşumunda kuvvetli bir öneme sahiptir. Dinlerin milletlere etkisi özelinde geniş bir değerlendirme yapmadan evvel Kudüs’ün kutsallığının sebeplerine üç büyük din üzerinden değinmek konunun bütünlüğü açısından faydalı olacaktır.

Kutsal kitaplarda adına rastlanan Kudüs, üç büyük din açısından da oldukça önemlidir. Hıristiyanlar için Hz. İsa’nın yaşadığı kutsal toprakların olması ve İncil’de Kudüs’ün adının zikredilmesi, bu toprakların Hıristiyanlar özelinde değerini aktarmaktadır. Ayrıca Ortodokslar ve Hıristiyanların büyük bir bölümü Hz. Meryem’in mezarının Kudüs’te olduğuna inandıkları için, Hıristiyanların Kudüs’e olan bağlılıkları daha da artmıştır (Köftürcü, 2020). Yahudilik bağlamında konuyu ele alacak olursak eğer Kudüs; Yahudilerin ebedi ibadet yeri, yeryüzünün en kutsal yeri ve Allah'a kavuşmanın ve yeniden dirilişin başlayacağı hac yeridir. Özelde Kudüs'ün ve genel olarak Filistin topraklarının Yahudi inancında var olması, bu dindeki vaat edilmiş topraklar idealine dayanmaktadır. Yahudiliğe göre Tanrı, İsrailoğullarının babası sayılan Hz. İbrahim ile bir antlaşma yapmıştır buna göre bu toprakları kendisine ve soyundan gelenlere bağlılıkları karşılığında bir ödül olarak verdiği Nil’den Fırat'a kadar topraklardır.

Üç büyük dinden birisi olan İslamiyet açısından önemine değinecek olursak eğer, bu şehir Müslümanlar için kutsal üç şehirden birisidir. ‘Bütün peygamberlere iman, Müslüman olmanın ön şartı olduğundan, Kudüs’ü fetheden Hz. Davud, orada mabed yapan Hz. Süleyman, Kudüs mabedinde görev yapan Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, peygamberimizin “biraderim” dediği ve Kudüs’te doğup Kur’an’da “Arz-ı Mukaddese” diye nitelendirilen Filistin bölgesinde tebliğ faaliyetinde bulunan Hz. İsa ve yolu o bölgeye ve Kudüs’e uğrayan diğer peygamberler, bütün Müslümanların, “Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız” dedikleri (Bakara 2/285) mümtaz şahsiyetlerdir (Harman, İslamiyet ve Kudüs, 2019)’ Ayrıca Hz. Muhammed’in miraç hadisesi de bu topraklarda gerçekleştiği için buraya atfedilen kutsiyet daha da katlanmıştır.

Varlık gösterdiği andan itibaren birçok milletin ilgi alanına dâhil olan Kudüs, zaman içerisinde sürekli hâkimiyet değiştirmiştir. Babiller, Pers, Büyük İskender, Romalılar, Sasaniler, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti; Kudüs’ün varlık sürecinde verilebilecek örneklerden yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Çalışmamızın da ismi olan dinlerin milletlere etkisi bağlamında Kudüs’e değinecek olursak eğer ilk bahsedeceğimiz konu Hıristiyan inancına göre Kudüs olacaktır.

Hıristiyanlık, inanç ve kültürünün merkezine Hz. İsa'yı koyar. Kudüs yalnızca Hz. İsa orada olduğu için değil, hayatındaki birçok önemli insan da orada olduğu için Hıristiyanlar tarafından benimsenmektedir. Bunun en büyük örneği annesi Hz. Meryem’dir. İnanışa göre Hz. Meryem Tanrı’nın çocuğunu dünyaya getirmiştir. Hıristiyan inancını benimseyen Ortodokslar Hz. Meryem’in Hz. İsa’nın ölümünün ardından Kudüs’te yaşamaya devam ettiğine inandıkları için buraya atfettikleri kutsiyet artmıştır. Hz. İsa’nın çile yolu ve ardından çarmıha gerilmesi ve göğe yükselme hadisesinin yine bu topraklarda olması Hıristiyanların buradaki ilgisini katlamıştır. Ancak Katolik Hıristiyanlar, Hz. Meryem’in Türkiye topraklarının içinde bulunan Efes’te yaşadığı ve daha sonra burada öldüğü inancındadırlar.

Muhammet Güngör’ün  ‘Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci’ isimli makalesinde Hıristiyanlığın ilk yıllarında Kudüs’ün kutsal addedilmediğini ifade eder. Kendisine göre bazı Kilise Babaları, çeşitli tarihi olaylara dayanarak Kudüs'ün kutsal bir şehir olduğunu vurgulamış ve bu kutsallık genellikle üç nedene atfedilmiştir. Birincisi, Hz. İsa'nın hayatında, Hristiyanlığın yayılmasında ve Hristiyan teolojisinin oluşumunda etkili olan olayların Kudüs'te meydana gelmesidir. İkincisi, İsa'nın ölümünden yüzyıllar sonra mezarının üzerine inşa edilen Kutsal Kabir Kilisesi'dir. Üçüncüsü, ilk iki nedenden dolayı, Kudüs zaman içinde Hıristiyanlar için en önemli hac merkezi olma niteliğini kazanmıştır (Güngör, 2019).

Hıristiyanlık tarihi açısından ve dünya tarihini etkilemesi bakımından Haçlı Seferleri’ne bir göz gezdirelim. Haçlı Seferleri, Papa II. Urbanus'ın 1095'te Clermont Konsili'nde ilan etmesiyle başladı (Demirkent, 1995). Peki, sebebi neydi? Ekonomik, siyasi ve dini sebeplerin arasında en göze çarpan konu aslında Kudüs’ün Müslüman hâkimiyetinde olmasıydı. Onlara göre Müslümanlar Hz. İsa düşmanıydı ve Müslümanları kutsal topraklardan çıkaran halk Tanrı’nın desteğine layık görülüyordu. Ve elbette bu sefere katılanlara dini anlamda bir bağışlanma vaat edilmişti. Bir din adamı olan Fulcherius da, papanın sefer çağrısına cevap verenlerden birisiydi (Altan). Haçlı Seferlerini ve Kudüs'te işlenen zulmü en eksiksiz şekilde bildiren Fulcherius, Haçlı kroniklerin başında yer almaktadır (Uyan, 2021). Aktardığına göre, Müslümanlar, Tanrı olarak kabul ettikleri İsa'ya yönelik tek tehditti. Dolayısıyla Hıristiyanlık için ortadan kaldırılması gereken ana düşman olarak sunuldu, şiddet ve soykırım biçimlerinin haklı ve zorunlu olduğu gösterildi (Uyan, 2021).

Yahudilerin tarihine bakıldığında bu din, Musa Aleyhisselam’a iman eden İsrailoğullarının ve onlardan çoğalarak günümüze kadar gelenlerin dinidir. İbrahim Aleyhisselâm"ın oğlu İshak Aleyhisselâm ve oğlu Yakup Aleyhisselâm’dır. Hazreti Yakup’un bir diğer adı İsrail'dir. Bu nedenle Yakup’un oniki oğluna İsrail oğulları denir. Yahudiler İbrahim’in bütün peygamberlerin atası olduğunu benimsemişlerdir. Devamında köklerini Hz. İbrahim’den sonra gelen iki İbrânî atasına, yani Hz. İshak ile Hz. Ya‘kūb’a dayandırılmaktadır (Gürkan, 2013). Lakin onlara göre en büyük peygamber Hz. Musadır ve peygamberlik makamı M.Ö. 5.yy’da Malaki ile sona ermiştir ve yeni bir peygambere ihtiyaçları yoktur (Brinner, 2018).

Modern çağda Siyonizm düşüncesini oluşum süreci ve Yahudilerin millet olma çabası göze çarpar. Yahudi inancına göre Yahudilik, Allah'ın seçkin milleti için seçtiği ve vaat ettiği kutsal topraklarla özdeşleşmiş bir dindir. Allah'ın takdiri ve kaderiyle mukaddes sayılan topraklar ise Filistin topraklarıdır. İnanca göre yeniden diriliş yine bu topraklar üzerinden, Kubbetü’s-Sahra’dan olduklarına inandıkları için Zeytin Dağı’nın eteklerini kendilerine mezar yeri olarak tahsis etmektedirler. Çünkü burası yeniden diriliş için en yakın konumdur. Onlara göre Yahudilik asla bu ülkenin dışında yaşanamaz. Tevrat'ın hükümlerine uyan Yahudiler bu topraklarda yaşamak zorundadır. Yahudilerin bu ülkeler dışında devlet kurmasına asla izin verilmez.

Avrupalı devletlerin kışkırtmaları ve yayılan milliyetçilik akımı sonucunda Yahudiler de bir gün Filistin’e dönerek burada bir Yahudi devleti kurma emeli olan Siyonizm uyanmaya başlamıştır. Siyonizm ilk olarak ortaya çıktığında, tek hedefi Yahudileri Filistin’e yerleştirmekti ve bu amacına ulaştı. Bir Yahudi devleti kurmak amacıyla Theodor Herlz, II. Abdülhamid ile görüşse de II.Abdülhamid Herlz’in teklifini reddetmiştir. Bunun üzerine Yahudiler gizli olarak ve çeşitli yollardan gelip Filistin’e yerleşmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti Yahudilerin Filistin’e göçlerini ve mülk alımlarını engelleyici kanunlar çıkarmışlardır.

Yahudilerin ezelden beri olan varoluş çabasının bir kısmını I. Dünya Savaşı çerçevesinde değerlendirmek gerekirse; Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin, İngiliz mandasına bırakılması, İngiltere’nin 1917’de Balfour Deklarasyonu yayınlayarak Filistin’de bir Yahudi devletinin kuruluşunu destekleyeceğini duyurması Yahudilerin buraya olan göçünü hızlandırmıştı. Fakat Yahudi göçünün burada hızlıca artması Arap-Yahudi çatışmasına sebep oldu. Bu gerilim II. Dünya savaşında kanlı olaylara bürünmüştü. 1939 yılında yayınlanan Beyaz Defter ile İngiltere Filistin’e göçü yıllık 15.000 kişi ile sınırlandırarak kontrol altına almaya çalışsa da bunda pek de başarılı olamadı. Filistin’e alternatif yollardan göçler devam etti. Bu alternatif göçler her ne kadar yasal görünse de yasal olmayan yollardan da göçler oldukça fazlaydı.

Filistin topraklarına yapılan göçlerde çocuk nüfusun baskınlığından söz edilebilir. Bu da Yahudilerin gençleştirme politikasına dayanmaktadır.  Bu konuya bir diğer örneği de şöyle gösterebiliriz. Yahudiliğe göre Tanrı, insanlığın atası Âdem’i ve eşi Havva’yı yarattıktan sonra onlara ilk olarak çoğalmalarını emreder. Tanrı bu emri daha sonra Nuh, İbrahim, İshak ve Yakup’a bildirir. Dünya üzerindeki diğer milletler arasında onların soyunu seçen tanrı onlarla özel anlaşma yaparak emir ve yasaklarını açıklar. Buna göre Yahudilikte tanrı tarafından seçilmiş olma, seçilmiş milletin çoğalması ve vaat edilen topraklara hâkim olma anlayışı hep diri tutulur. Tanrı’nın ‘’çoğalın’’ emri de bir Yahudi için yerine getirilmesi gereken en önemli görevlerden kabul edilir (Çinpolat, 2017).

Ancak Yahudilerin bir millet kavramına bürünebilmesinin en önemli mimarı Elizer Ben Yehuda’dır. Çocukluğunda din dili olarak öğrendiği İbraniceyi sinagoglardan çıkarıp güncel bir dile dönüştürmeyi kafasına koyan Eliezer Ben Yehuda, ölümünden 26 yıl sonra kurulacak İsrail devletinin dilini de kültür altyapısı da kurum ve metinlerini de ömrü boyunca deliler gibi çalışarak çoktan hazırlamıştı.

İslamiyet üzerinden değerlendirme yapıldığında İslam dini; Allah’ın son Peygamber Hz.Muhammed’e bütün insanlığa vahiy yoluyla ulaştırdıklarının tümünü kabul ederek onları yaşamak, sözleri ve işleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Rasulüne itaat etmek için gönderdiği en son dindir. İslam dininde diğer dinlerde de olduğu gibi kutsal kabul edilen şehir Kudüs’tür. Müslümanlar için inanç ve düşünceleri bakımından Mekke ve Medine ne kadar önemliyse, Kudüs de o kadar önemlidir (Köftürcü, 2020). Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü Harem Mescidi'dir. 624 yılına kadar Hz. Muhammed tarafından kıble olarak kabul edilen cami, bilinen bir buçuk yıl bu şekilde kalmıştır. Mescid-i Aksa'nın adı Kur’an’ı Kerim’de İsra Suresi'nin ilk ayetinde geçmektedir. İsra veya Miraç durumunun da burada gerçekleşmesi de buraya olan kutsiyeti katlamıştır. İsra sûresinin ilk âyet-i kerimesinde Mescid-i Aksa'nın çevresinin bereketlendiği bildirilmektedir. Hadis-i şerifte Kudüs'ün Mekke ve Medine kadar kıymeti olduğu, bu iki şehre hac imkânı olmadığında Kudüs'ü ziyaret ederek bu vazifenin yerine getirilebileceği anlatılmaktadır. Bu nedenle Kudüs, Müslümanların kutsal yerleri hiyerarşisinde üçüncü sırada yer almaktadır.

Müslümanların buraya verdikleri değer yalnızca Hz. Muhammed ile sınırlandırmamak gerekir. Müslümanlar son peygamberin Hz. Muhammed olduğunu kabul ettikleri gibi, kendisinden önce gelen peygamberleri de kabul etmektedir. Bundan dolayı yine bu topraklarda birden fazla peygamberin yaşaması ve kabirlerinin de burada olması buraya olan ilgiyi artırmıştır.

İslamiyet dinini kabul etmiş toplumlar da Kudüs üzerine sefer düzenlemişlerdir. Bu seferlerin amacı elbette buranın Müslümanların ilk kıblesi olmasının ve üç harem mescidden birisi olmasının büyük etkisi vardır. Kudüs ilk olarak Hz. Ömer döneminde fethedilmiştir. Hz. Ömer’den itibaren Müslüman hâkimiyetinde kalan Kudüs, birinci Haçlı Seferi ile İslam hakimiyeti de sona ermiş; uzun bir dönem Müslümanların elinden çıkan Kudüs, daha sonra ‘’Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki?’’ diyen Selahaddin Eyyubi ile tekrar Müslüman hakimiyetine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’ün himayesini almasından bir müddet sonra Osmanlı Devleti, ona atfettiği hususi önemi gösterir çalışmalara başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin, sınırlarına dahil ettiği diğer şehirlere kıyasla kutsallığı nedeniyle Kudüs'e özel bir önem verdiği yadsınamaz bir gerçektir (Köse, 2017).

Hittin Savaşı, Kudüs tarihi ve Müslümanlık tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi millet kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamına gelmektedir. Kudüs Fatihi olarak anılan Selahaddin Eyyubi’nin Hittin zaferi de bu bağlılığa örnek olur niteliktedir. Bahsi geçen Hittin Savaşı, Haçlılara karşı yapılan bir savaştır. Çünkü Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Kudüs'te diğer adı Kudüs Krallığı olan bir Haçlı Devleti kurulmuştu. Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Haçlılar, Doğu Akdeniz'in çeşitli bölgelerini işgal etmişlerdi. Müslümanlar arasında bir birliğin olmaması da bu işgalleri kolaylaştıran etkenlerdi.

Kudüs’ü fethetmeye kararlı olan Sultan Selahattin, Haçlılarla yaptığı anlaşmanın ihlal edildiğini görerek ezelden beri var olan Kudüs gayesini yeniden alevlendirmişti.  Abbasilerden, Suriye’ye Mısır’dan, Türkler’e bütün Müslüman coğrafyalara gönderdiği haberin ardından büyük bir Müslüman ordusu toplanmış ve Kudüs’e doğru yola çıkılmıştı. Selahaddin Eyyubi günümüz şartlarında dahi zor olan bir durumu başarmış ve birden fazla Müslüman bayrağını tek bir amaç uğruna bir araya getirmişti. Sultan Selahaddin’in Kudüs’ü fethetmeye gittiğini duyan din adamları her yerden bu savaşa koşuyordu. Hittin Savaşı'nda Haçlılara karşı büyük bir zafer kazanıldı ve Kral teslim olmak zorunda kaldı. Hittin Savaşı'ndan sonra Haçlılar bölgede eski güçlerine kavuşamadılar. Selahaddin Eyyubi’nin aldığı zafer Kudüs’te büyük sevinç getirirken Ortadoğu’daki Haçlı zihniyetine son vererek Hıristiyan ve Yahudi camiasında da üzüntüye sebep olmuştu. Bu tarihten sonra Haçlılar bir daha eski gücüne tam olarak kavuşamadı. İslamiyet’te millet düşüncesi ideoloji ne olursa olsun tek bir sancak altında toplanarak bu zaferle kendini ispatlamış oldu.

       

SONUÇ

Kudüs, Orta Doğu’da bulunan ve Bereketli Hilal denilen özel bir bölgede yer alır. Bazı mekanların değeri Yüce Allah'ın bildirdiği değerle artar. Kudüs de rahmetiyle değer kazanmış ender yerlerden birisidir. Kudüs'ün tarihsel süreci, insanlığın kökeni kadar eski bir çağla tutarlıdır. Dolayısıyla Kudüs;  Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler için üç kutsal dinin buluştuğu kutsal bir yerdir. Kudüs'ün bir tarafında Müslümanlar için Mescid-i Aksa, Yahudiler için Ağlama Duvarı, diğer tarafında ise Hristiyanlar için Kıyamet Kilisesi bulunmaktadır.

Coğrafi konumunun da etkisiyle beraber Kudüs, devletlerin hedefi olmuştur. Bir yerin ya da şehrin dini bir metinde geçmesi, o yeri kutsal bir yere çevirmiştir. Bunun sebebi inananların kalplerinde Allah’ın, Peygamberlerin ve onların anılarını uyandırmasıdır. Üç din üzerinden aktarmaya çalışıldığı gibi Kudüs, benimsendikleri dinler tarafından kutsal sayılmış ve elde edilmek için daima çaba gösterilmiştir.

Devletler kurulup yıkılsa da düşünceler baki kalır. Bundan sebeptir ki bu bölgenin kutsallığı her din için kendi açısından kutsallığını korumaktadır. Dünya’nın bahçesi Orta Doğu’dur. Orta Doğu’nun eşsiz çiçeği ise Kudüs’tür.

Kaynakça

Akgündüz, A. (tarih yok). Kudüs’te Osmanlı Modeli ve Bütün Dinlerin Ortak Başşehri. Ocak 22, 2023 tarihinde Osmanlı Araştırmaları Vakfı: https://osmanli.org.tr/kuduste-osmanli-modeli-butun-dinlerin-ortak-bassehri/ adresinden alındı

Altan, E. (tarih yok). Birinci Haçlı Seferi'nin Bir Görgü Tanığı: Fulcherius Carnotensis. 1.

Brinner, W. M. (2018). İslam Ve Yahudi Geleneğinde Peygamberler Ve Peygamberlik. DergiPark, 1.

Çinpolat, S. (2017). Yahudilikte Çocuk Sahibi Olma ve Çoğalmanın Yeri Önemi. 150.

Demirkent, I. (1995). Haçlı Seferleri. Academia, 1.

Güngör, M. (2019). Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci. Dergipark, 25.

Gürkan, S. L. (2013). Yahudilik. TDV İA, 1.

Harman, Ö. F. (2002). Kudüs. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#1 adresinden alındı

Harman, Ö. F. (2019). İslamiyet ve Kudüs. 4.

Köftürcü, H. (2020). SEMAVİ DİNLER BAĞLAMINDA KUDÜS. 5.

Köse, F. B. (2017). Osmanlı Dönemi Kudüs'ünde Mimari Çalışmaları. KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1.

Şentürk, R. (2020). Millet. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/millet#1 adresinden alındı

Uyan, M. (2021). Kudüs Şahitliği. 205.

 

Giriş

Kutsal, kelime anlamı olarak ‘bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen’ anlamlarını taşımaktadır. Dünya üzerinde de kutsal olarak nitelendirilen birçok mekân, figür, inanış ve kişi varlığını sürdürmektedir. Günümüzde Filistin topraklarında bulunan bir şehir bu niteliklerin hepsini himayesinde bulundurmaktadır. Üç büyük ilahi dini de bünyesinde barındıran, geçmişten günümüze her dinin ve milletin hedefi olmuş o kutsal şehir; Kudüs’tür. Varlığı çok eski yıllara dayanan Kudüs şehrinin adından söz eden bilinen en eski belgeler, MÖ 19. ve 18. yüzyıllara ait Mısır metinleridir (Harman, Kudüs, 2002). Müslümanların dilinde Kudüs, günümüz dünyasında Jerusalem, Arapların lisanında El-Beyt’ül-Mukaddes, eski ismiyle İliya ve İbranice’de ise Yerusalem veya Oruşelem denilen şehir, bugün dünyanın gözlerini ve meraklarını kendine çevirmiş bulunmaktadır (Akgündüz). Kudüs başta üç büyük din olan İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudiliği bünyesinde barındırmasından dolayı önemiyle beraber Akdeniz’e yakınlığı ve coğrafi olarak konumu sebebiyle tarih boyunca çeşitli devletlerin ilgi odağı olmuş ve günümüzde de bu özelliği halen devam etmektedir. 

Sözlükte ‘Tanrı düşüncesine dayalı şekilde toplumsal bir kurum’ olarak ifade edilen ‘Din’, bundan daha fazlasını içermektedir. Allah’ın peygamberler aracılığıyla tebliğ ettiği iman olarak ifade etmek daha doğru olacaktır. Bunun yanında ‘Millet’ kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamıyla beraber, Kuran'daki anlamına benzer şekilde "fıtrat, tabiat" anlamında kullanılmaktadır (Şentürk, 2020).  Ancak şunu belirtmek gerekir ki burada din ve millet ayrı birer kavram olarak değerlendirilse de aslında bir bütündür ve burada din, millet ve şehir ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Çünkü din ve onu besleyen kutsal fikirler, milletlerin oluşumunda kuvvetli bir öneme sahiptir. Dinlerin milletlere etkisi özelinde geniş bir değerlendirme yapmadan evvel Kudüs’ün kutsallığının sebeplerine üç büyük din üzerinden değinmek konunun bütünlüğü açısından faydalı olacaktır.

Kutsal kitaplarda adına rastlanan Kudüs, üç büyük din açısından da oldukça önemlidir. Hıristiyanlar için Hz. İsa’nın yaşadığı kutsal toprakların olması ve İncil’de Kudüs’ün adının zikredilmesi, bu toprakların Hıristiyanlar özelinde değerini aktarmaktadır. Ayrıca Ortodokslar ve Hıristiyanların büyük bir bölümü Hz. Meryem’in mezarının Kudüs’te olduğuna inandıkları için, Hıristiyanların Kudüs’e olan bağlılıkları daha da artmıştır (Köftürcü, 2020). Yahudilik bağlamında konuyu ele alacak olursak eğer Kudüs; Yahudilerin ebedi ibadet yeri, yeryüzünün en kutsal yeri ve Allah'a kavuşmanın ve yeniden dirilişin başlayacağı hac yeridir. Özelde Kudüs'ün ve genel olarak Filistin topraklarının Yahudi inancında var olması, bu dindeki vaat edilmiş topraklar idealine dayanmaktadır. Yahudiliğe göre Tanrı, İsrailoğullarının babası sayılan Hz. İbrahim ile bir antlaşma yapmıştır buna göre bu toprakları kendisine ve soyundan gelenlere bağlılıkları karşılığında bir ödül olarak verdiği Nil’den Fırat'a kadar topraklardır.

Üç büyük dinden birisi olan İslamiyet açısından önemine değinecek olursak eğer, bu şehir Müslümanlar için kutsal üç şehirden birisidir. ‘Bütün peygamberlere iman, Müslüman olmanın ön şartı olduğundan, Kudüs’ü fetheden Hz. Davud, orada mabed yapan Hz. Süleyman, Kudüs mabedinde görev yapan Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, peygamberimizin “biraderim” dediği ve Kudüs’te doğup Kur’an’da “Arz-ı Mukaddese” diye nitelendirilen Filistin bölgesinde tebliğ faaliyetinde bulunan Hz. İsa ve yolu o bölgeye ve Kudüs’e uğrayan diğer peygamberler, bütün Müslümanların, “Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız” dedikleri (Bakara 2/285) mümtaz şahsiyetlerdir (Harman, İslamiyet ve Kudüs, 2019)’ Ayrıca Hz. Muhammed’in miraç hadisesi de bu topraklarda gerçekleştiği için buraya atfedilen kutsiyet daha da katlanmıştır.

Varlık gösterdiği andan itibaren birçok milletin ilgi alanına dâhil olan Kudüs, zaman içerisinde sürekli hâkimiyet değiştirmiştir. Babiller, Pers, Büyük İskender, Romalılar, Sasaniler, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti; Kudüs’ün varlık sürecinde verilebilecek örneklerden yalnızca bir kısmını oluşturmaktadır. Çalışmamızın da ismi olan dinlerin milletlere etkisi bağlamında Kudüs’e değinecek olursak eğer ilk bahsedeceğimiz konu Hıristiyan inancına göre Kudüs olacaktır.

Hıristiyanlık, inanç ve kültürünün merkezine Hz. İsa'yı koyar. Kudüs yalnızca Hz. İsa orada olduğu için değil, hayatındaki birçok önemli insan da orada olduğu için Hıristiyanlar tarafından benimsenmektedir. Bunun en büyük örneği annesi Hz. Meryem’dir. İnanışa göre Hz. Meryem Tanrı’nın çocuğunu dünyaya getirmiştir. Hıristiyan inancını benimseyen Ortodokslar Hz. Meryem’in Hz. İsa’nın ölümünün ardından Kudüs’te yaşamaya devam ettiğine inandıkları için buraya atfettikleri kutsiyet artmıştır. Hz. İsa’nın çile yolu ve ardından çarmıha gerilmesi ve göğe yükselme hadisesinin yine bu topraklarda olması Hıristiyanların buradaki ilgisini katlamıştır. Ancak Katolik Hıristiyanlar, Hz. Meryem’in Türkiye topraklarının içinde bulunan Efes’te yaşadığı ve daha sonra burada öldüğü inancındadırlar.

Muhammet Güngör’ün  ‘Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci’ isimli makalesinde Hıristiyanlığın ilk yıllarında Kudüs’ün kutsal addedilmediğini ifade eder. Kendisine göre bazı Kilise Babaları, çeşitli tarihi olaylara dayanarak Kudüs'ün kutsal bir şehir olduğunu vurgulamış ve bu kutsallık genellikle üç nedene atfedilmiştir. Birincisi, Hz. İsa'nın hayatında, Hristiyanlığın yayılmasında ve Hristiyan teolojisinin oluşumunda etkili olan olayların Kudüs'te meydana gelmesidir. İkincisi, İsa'nın ölümünden yüzyıllar sonra mezarının üzerine inşa edilen Kutsal Kabir Kilisesi'dir. Üçüncüsü, ilk iki nedenden dolayı, Kudüs zaman içinde Hıristiyanlar için en önemli hac merkezi olma niteliğini kazanmıştır (Güngör, 2019).

Hıristiyanlık tarihi açısından ve dünya tarihini etkilemesi bakımından Haçlı Seferleri’ne bir göz gezdirelim. Haçlı Seferleri, Papa II. Urbanus'ın 1095'te Clermont Konsili'nde ilan etmesiyle başladı (Demirkent, 1995). Peki, sebebi neydi? Ekonomik, siyasi ve dini sebeplerin arasında en göze çarpan konu aslında Kudüs’ün Müslüman hâkimiyetinde olmasıydı. Onlara göre Müslümanlar Hz. İsa düşmanıydı ve Müslümanları kutsal topraklardan çıkaran halk Tanrı’nın desteğine layık görülüyordu. Ve elbette bu sefere katılanlara dini anlamda bir bağışlanma vaat edilmişti. Bir din adamı olan Fulcherius da, papanın sefer çağrısına cevap verenlerden birisiydi (Altan). Haçlı Seferlerini ve Kudüs'te işlenen zulmü en eksiksiz şekilde bildiren Fulcherius, Haçlı kroniklerin başında yer almaktadır (Uyan, 2021). Aktardığına göre, Müslümanlar, Tanrı olarak kabul ettikleri İsa'ya yönelik tek tehditti. Dolayısıyla Hıristiyanlık için ortadan kaldırılması gereken ana düşman olarak sunuldu, şiddet ve soykırım biçimlerinin haklı ve zorunlu olduğu gösterildi (Uyan, 2021).

Yahudilerin tarihine bakıldığında bu din, Musa Aleyhisselam’a iman eden İsrailoğullarının ve onlardan çoğalarak günümüze kadar gelenlerin dinidir. İbrahim Aleyhisselâm"ın oğlu İshak Aleyhisselâm ve oğlu Yakup Aleyhisselâm’dır. Hazreti Yakup’un bir diğer adı İsrail'dir. Bu nedenle Yakup’un oniki oğluna İsrail oğulları denir. Yahudiler İbrahim’in bütün peygamberlerin atası olduğunu benimsemişlerdir. Devamında köklerini Hz. İbrahim’den sonra gelen iki İbrânî atasına, yani Hz. İshak ile Hz. Ya‘kūb’a dayandırılmaktadır (Gürkan, 2013). Lakin onlara göre en büyük peygamber Hz. Musadır ve peygamberlik makamı M.Ö. 5.yy’da Malaki ile sona ermiştir ve yeni bir peygambere ihtiyaçları yoktur (Brinner, 2018).

Modern çağda Siyonizm düşüncesini oluşum süreci ve Yahudilerin millet olma çabası göze çarpar. Yahudi inancına göre Yahudilik, Allah'ın seçkin milleti için seçtiği ve vaat ettiği kutsal topraklarla özdeşleşmiş bir dindir. Allah'ın takdiri ve kaderiyle mukaddes sayılan topraklar ise Filistin topraklarıdır. İnanca göre yeniden diriliş yine bu topraklar üzerinden, Kubbetü’s-Sahra’dan olduklarına inandıkları için Zeytin Dağı’nın eteklerini kendilerine mezar yeri olarak tahsis etmektedirler. Çünkü burası yeniden diriliş için en yakın konumdur. Onlara göre Yahudilik asla bu ülkenin dışında yaşanamaz. Tevrat'ın hükümlerine uyan Yahudiler bu topraklarda yaşamak zorundadır. Yahudilerin bu ülkeler dışında devlet kurmasına asla izin verilmez.

Avrupalı devletlerin kışkırtmaları ve yayılan milliyetçilik akımı sonucunda Yahudiler de bir gün Filistin’e dönerek burada bir Yahudi devleti kurma emeli olan Siyonizm uyanmaya başlamıştır. Siyonizm ilk olarak ortaya çıktığında, tek hedefi Yahudileri Filistin’e yerleştirmekti ve bu amacına ulaştı. Bir Yahudi devleti kurmak amacıyla Theodor Herlz, II. Abdülhamid ile görüşse de II.Abdülhamid Herlz’in teklifini reddetmiştir. Bunun üzerine Yahudiler gizli olarak ve çeşitli yollardan gelip Filistin’e yerleşmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti Yahudilerin Filistin’e göçlerini ve mülk alımlarını engelleyici kanunlar çıkarmışlardır.

Yahudilerin ezelden beri olan varoluş çabasının bir kısmını I. Dünya Savaşı çerçevesinde değerlendirmek gerekirse; Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin, İngiliz mandasına bırakılması, İngiltere’nin 1917’de Balfour Deklarasyonu yayınlayarak Filistin’de bir Yahudi devletinin kuruluşunu destekleyeceğini duyurması Yahudilerin buraya olan göçünü hızlandırmıştı. Fakat Yahudi göçünün burada hızlıca artması Arap-Yahudi çatışmasına sebep oldu. Bu gerilim II. Dünya savaşında kanlı olaylara bürünmüştü. 1939 yılında yayınlanan Beyaz Defter ile İngiltere Filistin’e göçü yıllık 15.000 kişi ile sınırlandırarak kontrol altına almaya çalışsa da bunda pek de başarılı olamadı. Filistin’e alternatif yollardan göçler devam etti. Bu alternatif göçler her ne kadar yasal görünse de yasal olmayan yollardan da göçler oldukça fazlaydı.

Filistin topraklarına yapılan göçlerde çocuk nüfusun baskınlığından söz edilebilir. Bu da Yahudilerin gençleştirme politikasına dayanmaktadır.  Bu konuya bir diğer örneği de şöyle gösterebiliriz. Yahudiliğe göre Tanrı, insanlığın atası Âdem’i ve eşi Havva’yı yarattıktan sonra onlara ilk olarak çoğalmalarını emreder. Tanrı bu emri daha sonra Nuh, İbrahim, İshak ve Yakup’a bildirir. Dünya üzerindeki diğer milletler arasında onların soyunu seçen tanrı onlarla özel anlaşma yaparak emir ve yasaklarını açıklar. Buna göre Yahudilikte tanrı tarafından seçilmiş olma, seçilmiş milletin çoğalması ve vaat edilen topraklara hâkim olma anlayışı hep diri tutulur. Tanrı’nın ‘’çoğalın’’ emri de bir Yahudi için yerine getirilmesi gereken en önemli görevlerden kabul edilir (Çinpolat, 2017).

Ancak Yahudilerin bir millet kavramına bürünebilmesinin en önemli mimarı Elizer Ben Yehuda’dır. Çocukluğunda din dili olarak öğrendiği İbraniceyi sinagoglardan çıkarıp güncel bir dile dönüştürmeyi kafasına koyan Eliezer Ben Yehuda, ölümünden 26 yıl sonra kurulacak İsrail devletinin dilini de kültür altyapısı da kurum ve metinlerini de ömrü boyunca deliler gibi çalışarak çoktan hazırlamıştı.

İslamiyet üzerinden değerlendirme yapıldığında İslam dini; Allah’ın son Peygamber Hz.Muhammed’e bütün insanlığa vahiy yoluyla ulaştırdıklarının tümünü kabul ederek onları yaşamak, sözleri ve işleriyle onları kabul ettiğini göstermek, Allah’a ve Rasulüne itaat etmek için gönderdiği en son dindir. İslam dininde diğer dinlerde de olduğu gibi kutsal kabul edilen şehir Kudüs’tür. Müslümanlar için inanç ve düşünceleri bakımından Mekke ve Medine ne kadar önemliyse, Kudüs de o kadar önemlidir (Köftürcü, 2020). Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi ve üçüncü Harem Mescidi'dir. 624 yılına kadar Hz. Muhammed tarafından kıble olarak kabul edilen cami, bilinen bir buçuk yıl bu şekilde kalmıştır. Mescid-i Aksa'nın adı Kur’an’ı Kerim’de İsra Suresi'nin ilk ayetinde geçmektedir. İsra veya Miraç durumunun da burada gerçekleşmesi de buraya olan kutsiyeti katlamıştır. İsra sûresinin ilk âyet-i kerimesinde Mescid-i Aksa'nın çevresinin bereketlendiği bildirilmektedir. Hadis-i şerifte Kudüs'ün Mekke ve Medine kadar kıymeti olduğu, bu iki şehre hac imkânı olmadığında Kudüs'ü ziyaret ederek bu vazifenin yerine getirilebileceği anlatılmaktadır. Bu nedenle Kudüs, Müslümanların kutsal yerleri hiyerarşisinde üçüncü sırada yer almaktadır.

Müslümanların buraya verdikleri değer yalnızca Hz. Muhammed ile sınırlandırmamak gerekir. Müslümanlar son peygamberin Hz. Muhammed olduğunu kabul ettikleri gibi, kendisinden önce gelen peygamberleri de kabul etmektedir. Bundan dolayı yine bu topraklarda birden fazla peygamberin yaşaması ve kabirlerinin de burada olması buraya olan ilgiyi artırmıştır.

İslamiyet dinini kabul etmiş toplumlar da Kudüs üzerine sefer düzenlemişlerdir. Bu seferlerin amacı elbette buranın Müslümanların ilk kıblesi olmasının ve üç harem mescidden birisi olmasının büyük etkisi vardır. Kudüs ilk olarak Hz. Ömer döneminde fethedilmiştir. Hz. Ömer’den itibaren Müslüman hâkimiyetinde kalan Kudüs, birinci Haçlı Seferi ile İslam hakimiyeti de sona ermiş; uzun bir dönem Müslümanların elinden çıkan Kudüs, daha sonra ‘’Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki?’’ diyen Selahaddin Eyyubi ile tekrar Müslüman hakimiyetine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Kudüs’ün himayesini almasından bir müddet sonra Osmanlı Devleti, ona atfettiği hususi önemi gösterir çalışmalara başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin, sınırlarına dahil ettiği diğer şehirlere kıyasla kutsallığı nedeniyle Kudüs'e özel bir önem verdiği yadsınamaz bir gerçektir (Köse, 2017).

Hittin Savaşı, Kudüs tarihi ve Müslümanlık tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi millet kelimesi doğuştan gelen bağlılık anlamına gelmektedir. Kudüs Fatihi olarak anılan Selahaddin Eyyubi’nin Hittin zaferi de bu bağlılığa örnek olur niteliktedir. Bahsi geçen Hittin Savaşı, Haçlılara karşı yapılan bir savaştır. Çünkü Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Kudüs'te diğer adı Kudüs Krallığı olan bir Haçlı Devleti kurulmuştu. Birinci Haçlı Seferi'nden sonra Haçlılar, Doğu Akdeniz'in çeşitli bölgelerini işgal etmişlerdi. Müslümanlar arasında bir birliğin olmaması da bu işgalleri kolaylaştıran etkenlerdi.

Kudüs’ü fethetmeye kararlı olan Sultan Selahattin, Haçlılarla yaptığı anlaşmanın ihlal edildiğini görerek ezelden beri var olan Kudüs gayesini yeniden alevlendirmişti.  Abbasilerden, Suriye’ye Mısır’dan, Türkler’e bütün Müslüman coğrafyalara gönderdiği haberin ardından büyük bir Müslüman ordusu toplanmış ve Kudüs’e doğru yola çıkılmıştı. Selahaddin Eyyubi günümüz şartlarında dahi zor olan bir durumu başarmış ve birden fazla Müslüman bayrağını tek bir amaç uğruna bir araya getirmişti. Sultan Selahaddin’in Kudüs’ü fethetmeye gittiğini duyan din adamları her yerden bu savaşa koşuyordu. Hittin Savaşı'nda Haçlılara karşı büyük bir zafer kazanıldı ve Kral teslim olmak zorunda kaldı. Hittin Savaşı'ndan sonra Haçlılar bölgede eski güçlerine kavuşamadılar. Selahaddin Eyyubi’nin aldığı zafer Kudüs’te büyük sevinç getirirken Ortadoğu’daki Haçlı zihniyetine son vererek Hıristiyan ve Yahudi camiasında da üzüntüye sebep olmuştu. Bu tarihten sonra Haçlılar bir daha eski gücüne tam olarak kavuşamadı. İslamiyet’te millet düşüncesi ideoloji ne olursa olsun tek bir sancak altında toplanarak bu zaferle kendini ispatlamış oldu.

       

SONUÇ

Kudüs, Orta Doğu’da bulunan ve Bereketli Hilal denilen özel bir bölgede yer alır. Bazı mekanların değeri Yüce Allah'ın bildirdiği değerle artar. Kudüs de rahmetiyle değer kazanmış ender yerlerden birisidir. Kudüs'ün tarihsel süreci, insanlığın kökeni kadar eski bir çağla tutarlıdır. Dolayısıyla Kudüs;  Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler için üç kutsal dinin buluştuğu kutsal bir yerdir. Kudüs'ün bir tarafında Müslümanlar için Mescid-i Aksa, Yahudiler için Ağlama Duvarı, diğer tarafında ise Hristiyanlar için Kıyamet Kilisesi bulunmaktadır.

Coğrafi konumunun da etkisiyle beraber Kudüs, devletlerin hedefi olmuştur. Bir yerin ya da şehrin dini bir metinde geçmesi, o yeri kutsal bir yere çevirmiştir. Bunun sebebi inananların kalplerinde Allah’ın, Peygamberlerin ve onların anılarını uyandırmasıdır. Üç din üzerinden aktarmaya çalışıldığı gibi Kudüs, benimsendikleri dinler tarafından kutsal sayılmış ve elde edilmek için daima çaba gösterilmiştir.

Devletler kurulup yıkılsa da düşünceler baki kalır. Bundan sebeptir ki bu bölgenin kutsallığı her din için kendi açısından kutsallığını korumaktadır. Dünya’nın bahçesi Orta Doğu’dur. Orta Doğu’nun eşsiz çiçeği ise Kudüs’tür.

Kaynakça

Akgündüz, A. (tarih yok). Kudüs’te Osmanlı Modeli ve Bütün Dinlerin Ortak Başşehri. Ocak 22, 2023 tarihinde Osmanlı Araştırmaları Vakfı: https://osmanli.org.tr/kuduste-osmanli-modeli-butun-dinlerin-ortak-bassehri/ adresinden alındı

Altan, E. (tarih yok). Birinci Haçlı Seferi'nin Bir Görgü Tanığı: Fulcherius Carnotensis. 1.

Brinner, W. M. (2018). İslam Ve Yahudi Geleneğinde Peygamberler Ve Peygamberlik. DergiPark, 1.

Çinpolat, S. (2017). Yahudilikte Çocuk Sahibi Olma ve Çoğalmanın Yeri Önemi. 150.

Demirkent, I. (1995). Haçlı Seferleri. Academia, 1.

Güngör, M. (2019). Hıristiyanlıkta Kudüs’ün Kutsallaşma Süreci. Dergipark, 25.

Gürkan, S. L. (2013). Yahudilik. TDV İA, 1.

Harman, Ö. F. (2002). Kudüs. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#1 adresinden alındı

Harman, Ö. F. (2019). İslamiyet ve Kudüs. 4.

Köftürcü, H. (2020). SEMAVİ DİNLER BAĞLAMINDA KUDÜS. 5.

Köse, F. B. (2017). Osmanlı Dönemi Kudüs'ünde Mimari Çalışmaları. KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1.

Şentürk, R. (2020). Millet. Ocak 19, 2023 tarihinde TDV İA: https://islamansiklopedisi.org.tr/millet#1 adresinden alındı

Uyan, M. (2021). Kudüs Şahitliği. 205.

 

Bu Sayfada:

Title

Title

Title

#

Kudüs
din
tarih
milletler
kutsal

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

• Kudüs Çalışma Grubu • Kudüs Çalışma Grubu