Peel Komisyonu Süreci ve Sonrası Filistin

8 Temmuz 2024

Fatma Nur Taş

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

Araplar, Filistin'in bölünmesine ve Yahudilere toprak verilmesine tamamen karşı çıkıyor, Filistin'in tek bir Arap devleti olarak kalmasını talep ediyorlardı. Bu arada Yahudiler kendilerine tahsis edilen toprakların azlığından ve topraklarının parçalanmasından memnun değildi. Ancak bazı Siyonist liderler bunun Yahudi devleti kurmaya yönelik bir adım olduğuna inanıyorlardı. Peel Planı hiçbir zaman hayata geçirilmese de iki devletli çözüme yönelik ilk somut tekliflerden biri olarak tarihe geçti. Bu planın reddedilmesi Filistin'deki durumu daha da karmaşıklaştırdı ve bölgedeki gerilimi artırdı.

Gerilim devam ederken İngiltere 1939'da ‘Mcdonald Beyaz Kitabı’ adlı bir belge yayınladı ve bu belge her iki tarafı da hoşnut etmedi. Beyaz Kitap, arazi satışını yasaklamak yerine kontrol etmek ve Yahudi göçünü yasaklamak yerine kısıtlayacak çözümler öneriyordu. Ayrıca beklenmedik bir öneride bulundu. Öneriye göre, her iki tarafın da birlikte yaşamayı öğrenmesi halinde Filistin'in bağımsızlığı 10 yıl içinde tanınacaktı. Bu belgeyle İngiltere, Peel Planı'nda ilan ettiği iki devletli çözümü rafa kaldırdı ve yerine iki etnik gruptan oluşan tek bir devleti getirdi.

Belgede, beş yıl içinde yalnızca 75.000 Yahudinin göç etmesine izin verileceği ve beş yıl sonra göç için Arapların rızasının aranacağı belirtiliyordu. Ancak İngiltere'nin Manda öncesi ve sonrasında izlediği politikalar, iki taraf arasındaki çatışmayı daha da şiddetlendirdi. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı boyunca resmi olarak Beyaz Kitap politikasına bağlı kalsa da, bölgedeki çatışmalar nispeten nadirdi. Bunun nedeni Yahudilerin, Nazi Almanyası'na karşı savaşan İngilizlerle çatışmak istememesiydi. Müslümanlar için ise durum biraz farklıydı. Arap İsyanı sırasında siyasi başarı elde etmesine rağmen ağır askeri kayıplar verdiğinden yaralarını sarmakla meşguldü. İngiliz Beyaz Kitabı'nda öngörülen 10 yıllık süre yaklaşırken çatışmalar yeniden alevlendi. Sonuçta bu politika İngiltere'nin bölgeye daha fazla asker göndermesine yol açtı.

Peel Komisyonu'nun kararı Arapların tepkisine yol açsa da Türkiye'nin bölgeye yönelik algısı Osmanlı'dan bu yana değişmemişti. Peel Komisyonu'nun Filistin'e yönelik araştırması sırasında Kudüs Müftüsü Hacı el-Hüseyni şunu ortaya çıkardı: ``Filistin Türk yönetimi altındayken Arapların parlamento özgürlüğüne sahip olduğunu ve bu rejimin yeniden tesis edilmesi gerektiğini söyledi.'' Arapların Türk mandası istediğini, çünkü bir Türk hükümeti altında daha iyi ve mutlu olduklarını vurguladı.  Cumhuriyet gazetesi bu yaklaşımı şu sözlerle değerlendirmiştir: Filistinlilerle birlikte yaşıyorduk ama sonra kader bizi ayırdı. ``Bizim arzumuz Filistin'in de diğer imparatorluktan ayrılan ülkeler gibi mutlu ve müreffeh olmasıdır'' yorumunda bulundu.

SONUÇ

Yıllarca süren ve hala güncelliğini koruyan Filistin meselesine önerilen en popüler çözüm hiç şüphesiz "iki devletli çözüm" yaklaşımıdır. Arap-Yahudi çatışmasını sona erdirmek amacıyla 1937'de toplanan Peel Komisyonu tarafından önerilen Peel Planı, iki devletli çözüme yönelik ilk girişimdi. O tarihten bu yana iki devletli çözüm defalarca denendi ve başarısızlıkla sonuçlandı. İki koşulu çözmeye yönelik bazı çabalar dramatik bir şekilde başarısız oldu.

 Filistin'de iki devletli çözüm arayışını özetleyen ilk resmi belge olan Peel Planı'nın ardından Filistin devletine tahsis edilen topraklar giderek azaldı. Peel Planı ve BM Bölünme Planı'na dayanan planı destekleyen Siyonist Yahudiler, İsrail devletinin resmen kurulması gerektiğine ve gerisinin sonra halledileceğine inanıyorlardı. Aslında 1948 savaşında İsrail Devleti, BM Bölme Planı kapsamında kendisine tahsis edilen topraklardan memnun kalmayarak, Yahudi devletinin planlanan sınırlarının çok ötesindeki toprakları istila etmişti. Bugün Yahudilerin istila ettikleri toprakların büyüklüğü Filistin halkının mülteci konuma düşmesine sebebiyet vermektedir.

KAYNAKÇA

Arı, T. (2016). Filistin Mandası Ve Balfour Deklarasyonu. Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları.
Duran, M. A. (Tarih Yok). Filistin’de Yaşanan Arap-Yahudi Çatışmaları Özelinde Peel Komisyonu Kararları Ve Arapların Türkiye’den Beklentileri.
Göçek, F. M. (2011). Osmanlı İmparatorluğu'ndan Modern Ortadoğu'ya: Dönüşüm Süreci. İstanbul: İletişim Yayınları
İlbaş, S. (Tarih Yok). Filistin Sorununda İki Devletli Çözüm Yaklaşımının Çöküşü.
Küçük, M. (2019). "Filistin Mandası Ve Peel Komisyonu". Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 12(3), 45-58.
Stein, K. W. (Tarih Yok). İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma.
İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma - Kenneth W. Stein Adresinden Alınmıştır
Türkmen, E. (2015). Sykes-Picot Anlaşması Ve Ortadoğu. Ankara: Bilkent Üniversitesi Yayınları.
Yılmaz, H. (2012). Osmanlı İmparatorluğu'nun Yıkılışı Ve Ortadoğu'nun Yeniden Şekillenmesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.

 

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

Araplar, Filistin'in bölünmesine ve Yahudilere toprak verilmesine tamamen karşı çıkıyor, Filistin'in tek bir Arap devleti olarak kalmasını talep ediyorlardı. Bu arada Yahudiler kendilerine tahsis edilen toprakların azlığından ve topraklarının parçalanmasından memnun değildi. Ancak bazı Siyonist liderler bunun Yahudi devleti kurmaya yönelik bir adım olduğuna inanıyorlardı. Peel Planı hiçbir zaman hayata geçirilmese de iki devletli çözüme yönelik ilk somut tekliflerden biri olarak tarihe geçti. Bu planın reddedilmesi Filistin'deki durumu daha da karmaşıklaştırdı ve bölgedeki gerilimi artırdı.

Gerilim devam ederken İngiltere 1939'da ‘Mcdonald Beyaz Kitabı’ adlı bir belge yayınladı ve bu belge her iki tarafı da hoşnut etmedi. Beyaz Kitap, arazi satışını yasaklamak yerine kontrol etmek ve Yahudi göçünü yasaklamak yerine kısıtlayacak çözümler öneriyordu. Ayrıca beklenmedik bir öneride bulundu. Öneriye göre, her iki tarafın da birlikte yaşamayı öğrenmesi halinde Filistin'in bağımsızlığı 10 yıl içinde tanınacaktı. Bu belgeyle İngiltere, Peel Planı'nda ilan ettiği iki devletli çözümü rafa kaldırdı ve yerine iki etnik gruptan oluşan tek bir devleti getirdi.

Belgede, beş yıl içinde yalnızca 75.000 Yahudinin göç etmesine izin verileceği ve beş yıl sonra göç için Arapların rızasının aranacağı belirtiliyordu. Ancak İngiltere'nin Manda öncesi ve sonrasında izlediği politikalar, iki taraf arasındaki çatışmayı daha da şiddetlendirdi. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı boyunca resmi olarak Beyaz Kitap politikasına bağlı kalsa da, bölgedeki çatışmalar nispeten nadirdi. Bunun nedeni Yahudilerin, Nazi Almanyası'na karşı savaşan İngilizlerle çatışmak istememesiydi. Müslümanlar için ise durum biraz farklıydı. Arap İsyanı sırasında siyasi başarı elde etmesine rağmen ağır askeri kayıplar verdiğinden yaralarını sarmakla meşguldü. İngiliz Beyaz Kitabı'nda öngörülen 10 yıllık süre yaklaşırken çatışmalar yeniden alevlendi. Sonuçta bu politika İngiltere'nin bölgeye daha fazla asker göndermesine yol açtı.

Peel Komisyonu'nun kararı Arapların tepkisine yol açsa da Türkiye'nin bölgeye yönelik algısı Osmanlı'dan bu yana değişmemişti. Peel Komisyonu'nun Filistin'e yönelik araştırması sırasında Kudüs Müftüsü Hacı el-Hüseyni şunu ortaya çıkardı: ``Filistin Türk yönetimi altındayken Arapların parlamento özgürlüğüne sahip olduğunu ve bu rejimin yeniden tesis edilmesi gerektiğini söyledi.'' Arapların Türk mandası istediğini, çünkü bir Türk hükümeti altında daha iyi ve mutlu olduklarını vurguladı.  Cumhuriyet gazetesi bu yaklaşımı şu sözlerle değerlendirmiştir: Filistinlilerle birlikte yaşıyorduk ama sonra kader bizi ayırdı. ``Bizim arzumuz Filistin'in de diğer imparatorluktan ayrılan ülkeler gibi mutlu ve müreffeh olmasıdır'' yorumunda bulundu.

SONUÇ

Yıllarca süren ve hala güncelliğini koruyan Filistin meselesine önerilen en popüler çözüm hiç şüphesiz "iki devletli çözüm" yaklaşımıdır. Arap-Yahudi çatışmasını sona erdirmek amacıyla 1937'de toplanan Peel Komisyonu tarafından önerilen Peel Planı, iki devletli çözüme yönelik ilk girişimdi. O tarihten bu yana iki devletli çözüm defalarca denendi ve başarısızlıkla sonuçlandı. İki koşulu çözmeye yönelik bazı çabalar dramatik bir şekilde başarısız oldu.

 Filistin'de iki devletli çözüm arayışını özetleyen ilk resmi belge olan Peel Planı'nın ardından Filistin devletine tahsis edilen topraklar giderek azaldı. Peel Planı ve BM Bölünme Planı'na dayanan planı destekleyen Siyonist Yahudiler, İsrail devletinin resmen kurulması gerektiğine ve gerisinin sonra halledileceğine inanıyorlardı. Aslında 1948 savaşında İsrail Devleti, BM Bölme Planı kapsamında kendisine tahsis edilen topraklardan memnun kalmayarak, Yahudi devletinin planlanan sınırlarının çok ötesindeki toprakları istila etmişti. Bugün Yahudilerin istila ettikleri toprakların büyüklüğü Filistin halkının mülteci konuma düşmesine sebebiyet vermektedir.

KAYNAKÇA

Arı, T. (2016). Filistin Mandası Ve Balfour Deklarasyonu. Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları.
Duran, M. A. (Tarih Yok). Filistin’de Yaşanan Arap-Yahudi Çatışmaları Özelinde Peel Komisyonu Kararları Ve Arapların Türkiye’den Beklentileri.
Göçek, F. M. (2011). Osmanlı İmparatorluğu'ndan Modern Ortadoğu'ya: Dönüşüm Süreci. İstanbul: İletişim Yayınları
İlbaş, S. (Tarih Yok). Filistin Sorununda İki Devletli Çözüm Yaklaşımının Çöküşü.
Küçük, M. (2019). "Filistin Mandası Ve Peel Komisyonu". Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 12(3), 45-58.
Stein, K. W. (Tarih Yok). İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma.
İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma - Kenneth W. Stein Adresinden Alınmıştır
Türkmen, E. (2015). Sykes-Picot Anlaşması Ve Ortadoğu. Ankara: Bilkent Üniversitesi Yayınları.
Yılmaz, H. (2012). Osmanlı İmparatorluğu'nun Yıkılışı Ve Ortadoğu'nun Yeniden Şekillenmesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.

 

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

Araplar, Filistin'in bölünmesine ve Yahudilere toprak verilmesine tamamen karşı çıkıyor, Filistin'in tek bir Arap devleti olarak kalmasını talep ediyorlardı. Bu arada Yahudiler kendilerine tahsis edilen toprakların azlığından ve topraklarının parçalanmasından memnun değildi. Ancak bazı Siyonist liderler bunun Yahudi devleti kurmaya yönelik bir adım olduğuna inanıyorlardı. Peel Planı hiçbir zaman hayata geçirilmese de iki devletli çözüme yönelik ilk somut tekliflerden biri olarak tarihe geçti. Bu planın reddedilmesi Filistin'deki durumu daha da karmaşıklaştırdı ve bölgedeki gerilimi artırdı.

Gerilim devam ederken İngiltere 1939'da ‘Mcdonald Beyaz Kitabı’ adlı bir belge yayınladı ve bu belge her iki tarafı da hoşnut etmedi. Beyaz Kitap, arazi satışını yasaklamak yerine kontrol etmek ve Yahudi göçünü yasaklamak yerine kısıtlayacak çözümler öneriyordu. Ayrıca beklenmedik bir öneride bulundu. Öneriye göre, her iki tarafın da birlikte yaşamayı öğrenmesi halinde Filistin'in bağımsızlığı 10 yıl içinde tanınacaktı. Bu belgeyle İngiltere, Peel Planı'nda ilan ettiği iki devletli çözümü rafa kaldırdı ve yerine iki etnik gruptan oluşan tek bir devleti getirdi.

Belgede, beş yıl içinde yalnızca 75.000 Yahudinin göç etmesine izin verileceği ve beş yıl sonra göç için Arapların rızasının aranacağı belirtiliyordu. Ancak İngiltere'nin Manda öncesi ve sonrasında izlediği politikalar, iki taraf arasındaki çatışmayı daha da şiddetlendirdi. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı boyunca resmi olarak Beyaz Kitap politikasına bağlı kalsa da, bölgedeki çatışmalar nispeten nadirdi. Bunun nedeni Yahudilerin, Nazi Almanyası'na karşı savaşan İngilizlerle çatışmak istememesiydi. Müslümanlar için ise durum biraz farklıydı. Arap İsyanı sırasında siyasi başarı elde etmesine rağmen ağır askeri kayıplar verdiğinden yaralarını sarmakla meşguldü. İngiliz Beyaz Kitabı'nda öngörülen 10 yıllık süre yaklaşırken çatışmalar yeniden alevlendi. Sonuçta bu politika İngiltere'nin bölgeye daha fazla asker göndermesine yol açtı.

Peel Komisyonu'nun kararı Arapların tepkisine yol açsa da Türkiye'nin bölgeye yönelik algısı Osmanlı'dan bu yana değişmemişti. Peel Komisyonu'nun Filistin'e yönelik araştırması sırasında Kudüs Müftüsü Hacı el-Hüseyni şunu ortaya çıkardı: ``Filistin Türk yönetimi altındayken Arapların parlamento özgürlüğüne sahip olduğunu ve bu rejimin yeniden tesis edilmesi gerektiğini söyledi.'' Arapların Türk mandası istediğini, çünkü bir Türk hükümeti altında daha iyi ve mutlu olduklarını vurguladı.  Cumhuriyet gazetesi bu yaklaşımı şu sözlerle değerlendirmiştir: Filistinlilerle birlikte yaşıyorduk ama sonra kader bizi ayırdı. ``Bizim arzumuz Filistin'in de diğer imparatorluktan ayrılan ülkeler gibi mutlu ve müreffeh olmasıdır'' yorumunda bulundu.

SONUÇ

Yıllarca süren ve hala güncelliğini koruyan Filistin meselesine önerilen en popüler çözüm hiç şüphesiz "iki devletli çözüm" yaklaşımıdır. Arap-Yahudi çatışmasını sona erdirmek amacıyla 1937'de toplanan Peel Komisyonu tarafından önerilen Peel Planı, iki devletli çözüme yönelik ilk girişimdi. O tarihten bu yana iki devletli çözüm defalarca denendi ve başarısızlıkla sonuçlandı. İki koşulu çözmeye yönelik bazı çabalar dramatik bir şekilde başarısız oldu.

 Filistin'de iki devletli çözüm arayışını özetleyen ilk resmi belge olan Peel Planı'nın ardından Filistin devletine tahsis edilen topraklar giderek azaldı. Peel Planı ve BM Bölünme Planı'na dayanan planı destekleyen Siyonist Yahudiler, İsrail devletinin resmen kurulması gerektiğine ve gerisinin sonra halledileceğine inanıyorlardı. Aslında 1948 savaşında İsrail Devleti, BM Bölme Planı kapsamında kendisine tahsis edilen topraklardan memnun kalmayarak, Yahudi devletinin planlanan sınırlarının çok ötesindeki toprakları istila etmişti. Bugün Yahudilerin istila ettikleri toprakların büyüklüğü Filistin halkının mülteci konuma düşmesine sebebiyet vermektedir.

KAYNAKÇA

Arı, T. (2016). Filistin Mandası Ve Balfour Deklarasyonu. Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları.
Duran, M. A. (Tarih Yok). Filistin’de Yaşanan Arap-Yahudi Çatışmaları Özelinde Peel Komisyonu Kararları Ve Arapların Türkiye’den Beklentileri.
Göçek, F. M. (2011). Osmanlı İmparatorluğu'ndan Modern Ortadoğu'ya: Dönüşüm Süreci. İstanbul: İletişim Yayınları
İlbaş, S. (Tarih Yok). Filistin Sorununda İki Devletli Çözüm Yaklaşımının Çöküşü.
Küçük, M. (2019). "Filistin Mandası Ve Peel Komisyonu". Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 12(3), 45-58.
Stein, K. W. (Tarih Yok). İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma.
İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma - Kenneth W. Stein Adresinden Alınmıştır
Türkmen, E. (2015). Sykes-Picot Anlaşması Ve Ortadoğu. Ankara: Bilkent Üniversitesi Yayınları.
Yılmaz, H. (2012). Osmanlı İmparatorluğu'nun Yıkılışı Ve Ortadoğu'nun Yeniden Şekillenmesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.

 

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

Araplar, Filistin'in bölünmesine ve Yahudilere toprak verilmesine tamamen karşı çıkıyor, Filistin'in tek bir Arap devleti olarak kalmasını talep ediyorlardı. Bu arada Yahudiler kendilerine tahsis edilen toprakların azlığından ve topraklarının parçalanmasından memnun değildi. Ancak bazı Siyonist liderler bunun Yahudi devleti kurmaya yönelik bir adım olduğuna inanıyorlardı. Peel Planı hiçbir zaman hayata geçirilmese de iki devletli çözüme yönelik ilk somut tekliflerden biri olarak tarihe geçti. Bu planın reddedilmesi Filistin'deki durumu daha da karmaşıklaştırdı ve bölgedeki gerilimi artırdı.

Gerilim devam ederken İngiltere 1939'da ‘Mcdonald Beyaz Kitabı’ adlı bir belge yayınladı ve bu belge her iki tarafı da hoşnut etmedi. Beyaz Kitap, arazi satışını yasaklamak yerine kontrol etmek ve Yahudi göçünü yasaklamak yerine kısıtlayacak çözümler öneriyordu. Ayrıca beklenmedik bir öneride bulundu. Öneriye göre, her iki tarafın da birlikte yaşamayı öğrenmesi halinde Filistin'in bağımsızlığı 10 yıl içinde tanınacaktı. Bu belgeyle İngiltere, Peel Planı'nda ilan ettiği iki devletli çözümü rafa kaldırdı ve yerine iki etnik gruptan oluşan tek bir devleti getirdi.

Belgede, beş yıl içinde yalnızca 75.000 Yahudinin göç etmesine izin verileceği ve beş yıl sonra göç için Arapların rızasının aranacağı belirtiliyordu. Ancak İngiltere'nin Manda öncesi ve sonrasında izlediği politikalar, iki taraf arasındaki çatışmayı daha da şiddetlendirdi. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı boyunca resmi olarak Beyaz Kitap politikasına bağlı kalsa da, bölgedeki çatışmalar nispeten nadirdi. Bunun nedeni Yahudilerin, Nazi Almanyası'na karşı savaşan İngilizlerle çatışmak istememesiydi. Müslümanlar için ise durum biraz farklıydı. Arap İsyanı sırasında siyasi başarı elde etmesine rağmen ağır askeri kayıplar verdiğinden yaralarını sarmakla meşguldü. İngiliz Beyaz Kitabı'nda öngörülen 10 yıllık süre yaklaşırken çatışmalar yeniden alevlendi. Sonuçta bu politika İngiltere'nin bölgeye daha fazla asker göndermesine yol açtı.

Peel Komisyonu'nun kararı Arapların tepkisine yol açsa da Türkiye'nin bölgeye yönelik algısı Osmanlı'dan bu yana değişmemişti. Peel Komisyonu'nun Filistin'e yönelik araştırması sırasında Kudüs Müftüsü Hacı el-Hüseyni şunu ortaya çıkardı: ``Filistin Türk yönetimi altındayken Arapların parlamento özgürlüğüne sahip olduğunu ve bu rejimin yeniden tesis edilmesi gerektiğini söyledi.'' Arapların Türk mandası istediğini, çünkü bir Türk hükümeti altında daha iyi ve mutlu olduklarını vurguladı.  Cumhuriyet gazetesi bu yaklaşımı şu sözlerle değerlendirmiştir: Filistinlilerle birlikte yaşıyorduk ama sonra kader bizi ayırdı. ``Bizim arzumuz Filistin'in de diğer imparatorluktan ayrılan ülkeler gibi mutlu ve müreffeh olmasıdır'' yorumunda bulundu.

SONUÇ

Yıllarca süren ve hala güncelliğini koruyan Filistin meselesine önerilen en popüler çözüm hiç şüphesiz "iki devletli çözüm" yaklaşımıdır. Arap-Yahudi çatışmasını sona erdirmek amacıyla 1937'de toplanan Peel Komisyonu tarafından önerilen Peel Planı, iki devletli çözüme yönelik ilk girişimdi. O tarihten bu yana iki devletli çözüm defalarca denendi ve başarısızlıkla sonuçlandı. İki koşulu çözmeye yönelik bazı çabalar dramatik bir şekilde başarısız oldu.

 Filistin'de iki devletli çözüm arayışını özetleyen ilk resmi belge olan Peel Planı'nın ardından Filistin devletine tahsis edilen topraklar giderek azaldı. Peel Planı ve BM Bölünme Planı'na dayanan planı destekleyen Siyonist Yahudiler, İsrail devletinin resmen kurulması gerektiğine ve gerisinin sonra halledileceğine inanıyorlardı. Aslında 1948 savaşında İsrail Devleti, BM Bölme Planı kapsamında kendisine tahsis edilen topraklardan memnun kalmayarak, Yahudi devletinin planlanan sınırlarının çok ötesindeki toprakları istila etmişti. Bugün Yahudilerin istila ettikleri toprakların büyüklüğü Filistin halkının mülteci konuma düşmesine sebebiyet vermektedir.

KAYNAKÇA

Arı, T. (2016). Filistin Mandası Ve Balfour Deklarasyonu. Ankara: T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları.
Duran, M. A. (Tarih Yok). Filistin’de Yaşanan Arap-Yahudi Çatışmaları Özelinde Peel Komisyonu Kararları Ve Arapların Türkiye’den Beklentileri.
Göçek, F. M. (2011). Osmanlı İmparatorluğu'ndan Modern Ortadoğu'ya: Dönüşüm Süreci. İstanbul: İletişim Yayınları
İlbaş, S. (Tarih Yok). Filistin Sorununda İki Devletli Çözüm Yaklaşımının Çöküşü.
Küçük, M. (2019). "Filistin Mandası Ve Peel Komisyonu". Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 12(3), 45-58.
Stein, K. W. (Tarih Yok). İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma.
İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir Karşılaştırma Kaynak: İntifada Ve 1936-1939 Ayaklanması: Bir
Karşılaştırma - Kenneth W. Stein Adresinden Alınmıştır
Türkmen, E. (2015). Sykes-Picot Anlaşması Ve Ortadoğu. Ankara: Bilkent Üniversitesi Yayınları.
Yılmaz, H. (2012). Osmanlı İmparatorluğu'nun Yıkılışı Ve Ortadoğu'nun Yeniden Şekillenmesi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.

 

Bu Sayfada:

Title

Title

Title

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

• Kudüs Çalışma Grubu • Kudüs Çalışma Grubu