Iğdırlı Onbaşı Hasan
1972 yılıydı, henüz genç bir gazeteciydim. Türkiye’den bazı siyasiler ve iş adamları İsrail’e resmi bir ziyarette bulunuyordu. Biz de bu önemli gelişmeleri takip etmek için oradaydık. Sıcak bir mayıs akşamıydı, sıradan bir iş gibi görünüyordu.
Ziyaretin dördüncü günü tarihi ve turistik yerleri gezmeye başladık. Kafile olarak Mescid-i Aksa’ya vardık. Asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken içimde bir heyecan dalgası yükseldi. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlardı. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e geldiğinde bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmıştı. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyordu.
Avlunun kenarında doksan yaşlarında bir adam dikkatimi çekti. Üzerinde çok eski bir asker üniforması vardı, her yeri yamalıydı, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu belli oluyordu. Sanki asırlık bir ağaç gövdesi gibiydi, yamalar onun yaşını anlatmaya çalışıyordu. Orada, güneşin altında dimdik duruyordu. Hafif kamburu olmasa sanki daha da dik duracaktı. İki metreye yakın boyuyla yaşlıydı ama bir o kadar da vakur ve etkileyiciydi.
Merakıma yenildim ve rehbere sordum, "Bu adam kim, burada ne yapıyor?" diye. Rehber, "Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Deli herhalde," dedi. Bu yaşta ve bu sıcakta sebepsiz yere beklemeyeceğini biliyordum.
Yanına yaklaştım, beni fark etti ama kımıldamadı. "Selamün aleyküm baba," dedim. Başını hafifçe bana çevirdi ve çatallı, titrek bir sesle, "Aleyküm selam oğul," dedi. "Hayırdır baba, sen kimsin, burada ne yapıyorsun?" diye sordum. “Ben,” dedi titreyen bir sesle, “Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibiydi: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nde İngiliz’e saldırdı. Ordu Kanal’da yenildi. Geri çekilmek elzem oldu. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.”
Osmanlılar, İngilizler şehre girene kadar mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakmıştı. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazdı. İngilizler de Kudüs’ü işgal ettiklerinde halk tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişlerdi.
Onbaşı Hasan anlatmaya devam etti: “Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine dönebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han’ın yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk “Osmanlı da gitti, bizim halimiz nice olur!” demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı terk ederse gâvura bayram olur. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın,’ dedi.
Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan.” Alnından akan ter, gözyaşlarına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yolunu bulup akıyordu.
Devam etti: “Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eder misin?” dedi. ‘Elbette,’ dedim. Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyormuş gibiydi.
“Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır, hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.’ de.” ‘Tamam,’ dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.
Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm. ‘Allah’a emanet ol baba,’ dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözüyle o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Sen selam götür tanıdık tanımadık herkese,” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim.
Türkiye’ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir cümle yazılıydı: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”
Gazeteci İlhan Bardakçı, Kudüs'te karşılaştığı Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın hikayesini böyle anlatmıştı. Kimsenin haberdar olmadığı bu birlik, son nefesine kadar Kudüs’te kalmayı sürdürmüştü.
Iğdırlı Onbaşı Hasan, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde doğmuş ve Birinci Dünya Savaşı sırasında önemli görevlerde bulunmuş bir Osmanlı askeridir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 19. yüzyılın sonlarına doğru Iğdır'da doğduğu tahmin edilmektedir. Hasan Ağa, küçük yaşlarda yetim kalmış ve zor şartlar altında büyümüştür. Genç yaşta Osmanlı ordusuna katılmış ve çeşitli cephelerde görev yapmıştır (1).
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok cephesinde mücadele etmiş, özellikle Filistin cephesinde büyük kahramanlıklar göstermiştir. Kudüs, hem dini hem de stratejik açıdan büyük öneme sahip bir şehirdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir savunma noktasıydı. İngiliz kuvvetleri, Osmanlı ordusunu Filistin cephesinde yenilgiye uğratarak Kudüs'ü ele geçirmek istiyordu (2).
Onbaşı Hasan, Kudüs'ün savunmasında kritik bir rol üstlenmiştir. Osmanlı kuvvetleri, İngiliz ordusunun ilerleyişini durdurmak için büyük çaba sarf etmiştir. Hasan Ağa, gösterdiği cesaret ve liderlikle dikkat çekmiştir. Onun kahramanlığı, Osmanlı askerlerinin moralini yüksek tutmuş ve direnişin sembolü haline gelmiştir (3).
Hasan Ağa'nın Kudüs'ün savunmasındaki başarıları, ona "Kudüs Bekçisi" unvanını kazandırmıştır. Bu unvan, onun Kudüs'ü koruma görevindeki cesaret ve kararlılığını simgeler. Hasan Ağa, sadece askeri başarılarıyla değil, aynı zamanda vatanseverliği ve fedakarlığıyla da anılmıştır (4).
Hasan Ağa'nın kahramanlık hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde bile vatan savunmasında gösterilen fedakarlığın bir örneği olarak Türk tarihine geçmiştir. Iğdırlı Onbaşı Hasan, hem doğduğu yer olan Iğdır'da hem de Türkiye genelinde saygı ve onurla anılmaktadır. Kudüs'ün savunmasında gösterdiği kahramanlık, onun Türk halkı tarafından unutulmamasını sağlamıştır (5).
Hasan Ağa'nın hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde bile askerlerin vatan sevgisini ve savunma azmini göstermektedir. Kudüs Bekçisi olarak anılması, onun askeri kariyerindeki başarılarının ve fedakarlıklarının bir yansımasıdır. Bu kahramanlık hikayesi, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin bir sembolü olarak hatırlanmaktadır (1).
Kaynakça
1. Yavuz Bahadıroğlu, "Bir Destan Adam: Kudüs Bekçisi Hasan Ağa," Türkiye Gazetesi, 2018.
2. Yılmaz Öztuna, "Osmanlı Devleti Tarihi," Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983.
3. Halil İnalcık, "The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600," Weidenfeld & Nicolson, 1973.
4. David Fromkin, "A Peace to End All Peace: The Fall of the Ottoman Empire and the Creation of the Modern Middle East," Henry Holt and Co., 1989.
5. Cengiz Tomar, "Kudüs ve Filistin: Osmanlı Dönemi ve Sonrası," İletişim Yayınları, 2010.
Iğdırlı Onbaşı Hasan
1972 yılıydı, henüz genç bir gazeteciydim. Türkiye’den bazı siyasiler ve iş adamları İsrail’e resmi bir ziyarette bulunuyordu. Biz de bu önemli gelişmeleri takip etmek için oradaydık. Sıcak bir mayıs akşamıydı, sıradan bir iş gibi görünüyordu.
Ziyaretin dördüncü günü tarihi ve turistik yerleri gezmeye başladık. Kafile olarak Mescid-i Aksa’ya vardık. Asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken içimde bir heyecan dalgası yükseldi. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlardı. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e geldiğinde bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmıştı. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyordu.
Avlunun kenarında doksan yaşlarında bir adam dikkatimi çekti. Üzerinde çok eski bir asker üniforması vardı, her yeri yamalıydı, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu belli oluyordu. Sanki asırlık bir ağaç gövdesi gibiydi, yamalar onun yaşını anlatmaya çalışıyordu. Orada, güneşin altında dimdik duruyordu. Hafif kamburu olmasa sanki daha da dik duracaktı. İki metreye yakın boyuyla yaşlıydı ama bir o kadar da vakur ve etkileyiciydi.
Merakıma yenildim ve rehbere sordum, "Bu adam kim, burada ne yapıyor?" diye. Rehber, "Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Deli herhalde," dedi. Bu yaşta ve bu sıcakta sebepsiz yere beklemeyeceğini biliyordum.
Yanına yaklaştım, beni fark etti ama kımıldamadı. "Selamün aleyküm baba," dedim. Başını hafifçe bana çevirdi ve çatallı, titrek bir sesle, "Aleyküm selam oğul," dedi. "Hayırdır baba, sen kimsin, burada ne yapıyorsun?" diye sordum. “Ben,” dedi titreyen bir sesle, “Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibiydi: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nde İngiliz’e saldırdı. Ordu Kanal’da yenildi. Geri çekilmek elzem oldu. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.”
Osmanlılar, İngilizler şehre girene kadar mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakmıştı. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazdı. İngilizler de Kudüs’ü işgal ettiklerinde halk tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişlerdi.
Onbaşı Hasan anlatmaya devam etti: “Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine dönebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han’ın yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk “Osmanlı da gitti, bizim halimiz nice olur!” demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı terk ederse gâvura bayram olur. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın,’ dedi.
Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan.” Alnından akan ter, gözyaşlarına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yolunu bulup akıyordu.
Devam etti: “Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eder misin?” dedi. ‘Elbette,’ dedim. Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyormuş gibiydi.
“Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır, hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.’ de.” ‘Tamam,’ dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.
Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm. ‘Allah’a emanet ol baba,’ dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözüyle o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Sen selam götür tanıdık tanımadık herkese,” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim.
Türkiye’ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir cümle yazılıydı: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”
Gazeteci İlhan Bardakçı, Kudüs'te karşılaştığı Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın hikayesini böyle anlatmıştı. Kimsenin haberdar olmadığı bu birlik, son nefesine kadar Kudüs’te kalmayı sürdürmüştü.
Iğdırlı Onbaşı Hasan, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde doğmuş ve Birinci Dünya Savaşı sırasında önemli görevlerde bulunmuş bir Osmanlı askeridir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 19. yüzyılın sonlarına doğru Iğdır'da doğduğu tahmin edilmektedir. Hasan Ağa, küçük yaşlarda yetim kalmış ve zor şartlar altında büyümüştür. Genç yaşta Osmanlı ordusuna katılmış ve çeşitli cephelerde görev yapmıştır (1).
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok cephesinde mücadele etmiş, özellikle Filistin cephesinde büyük kahramanlıklar göstermiştir. Kudüs, hem dini hem de stratejik açıdan büyük öneme sahip bir şehirdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir savunma noktasıydı. İngiliz kuvvetleri, Osmanlı ordusunu Filistin cephesinde yenilgiye uğratarak Kudüs'ü ele geçirmek istiyordu (2).
Onbaşı Hasan, Kudüs'ün savunmasında kritik bir rol üstlenmiştir. Osmanlı kuvvetleri, İngiliz ordusunun ilerleyişini durdurmak için büyük çaba sarf etmiştir. Hasan Ağa, gösterdiği cesaret ve liderlikle dikkat çekmiştir. Onun kahramanlığı, Osmanlı askerlerinin moralini yüksek tutmuş ve direnişin sembolü haline gelmiştir (3).
Hasan Ağa'nın Kudüs'ün savunmasındaki başarıları, ona "Kudüs Bekçisi" unvanını kazandırmıştır. Bu unvan, onun Kudüs'ü koruma görevindeki cesaret ve kararlılığını simgeler. Hasan Ağa, sadece askeri başarılarıyla değil, aynı zamanda vatanseverliği ve fedakarlığıyla da anılmıştır (4).
Hasan Ağa'nın kahramanlık hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde bile vatan savunmasında gösterilen fedakarlığın bir örneği olarak Türk tarihine geçmiştir. Iğdırlı Onbaşı Hasan, hem doğduğu yer olan Iğdır'da hem de Türkiye genelinde saygı ve onurla anılmaktadır. Kudüs'ün savunmasında gösterdiği kahramanlık, onun Türk halkı tarafından unutulmamasını sağlamıştır (5).
Hasan Ağa'nın hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde bile askerlerin vatan sevgisini ve savunma azmini göstermektedir. Kudüs Bekçisi olarak anılması, onun askeri kariyerindeki başarılarının ve fedakarlıklarının bir yansımasıdır. Bu kahramanlık hikayesi, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin bir sembolü olarak hatırlanmaktadır (1).
Kaynakça
1. Yavuz Bahadıroğlu, "Bir Destan Adam: Kudüs Bekçisi Hasan Ağa," Türkiye Gazetesi, 2018.
2. Yılmaz Öztuna, "Osmanlı Devleti Tarihi," Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983.
3. Halil İnalcık, "The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600," Weidenfeld & Nicolson, 1973.
4. David Fromkin, "A Peace to End All Peace: The Fall of the Ottoman Empire and the Creation of the Modern Middle East," Henry Holt and Co., 1989.
5. Cengiz Tomar, "Kudüs ve Filistin: Osmanlı Dönemi ve Sonrası," İletişim Yayınları, 2010.
Iğdırlı Onbaşı Hasan
1972 yılıydı, henüz genç bir gazeteciydim. Türkiye’den bazı siyasiler ve iş adamları İsrail’e resmi bir ziyarette bulunuyordu. Biz de bu önemli gelişmeleri takip etmek için oradaydık. Sıcak bir mayıs akşamıydı, sıradan bir iş gibi görünüyordu.
Ziyaretin dördüncü günü tarihi ve turistik yerleri gezmeye başladık. Kafile olarak Mescid-i Aksa’ya vardık. Asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken içimde bir heyecan dalgası yükseldi. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlardı. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e geldiğinde bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmıştı. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyordu.
Avlunun kenarında doksan yaşlarında bir adam dikkatimi çekti. Üzerinde çok eski bir asker üniforması vardı, her yeri yamalıydı, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu belli oluyordu. Sanki asırlık bir ağaç gövdesi gibiydi, yamalar onun yaşını anlatmaya çalışıyordu. Orada, güneşin altında dimdik duruyordu. Hafif kamburu olmasa sanki daha da dik duracaktı. İki metreye yakın boyuyla yaşlıydı ama bir o kadar da vakur ve etkileyiciydi.
Merakıma yenildim ve rehbere sordum, "Bu adam kim, burada ne yapıyor?" diye. Rehber, "Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Deli herhalde," dedi. Bu yaşta ve bu sıcakta sebepsiz yere beklemeyeceğini biliyordum.
Yanına yaklaştım, beni fark etti ama kımıldamadı. "Selamün aleyküm baba," dedim. Başını hafifçe bana çevirdi ve çatallı, titrek bir sesle, "Aleyküm selam oğul," dedi. "Hayırdır baba, sen kimsin, burada ne yapıyorsun?" diye sordum. “Ben,” dedi titreyen bir sesle, “Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibiydi: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nde İngiliz’e saldırdı. Ordu Kanal’da yenildi. Geri çekilmek elzem oldu. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.”
Osmanlılar, İngilizler şehre girene kadar mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakmıştı. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazdı. İngilizler de Kudüs’ü işgal ettiklerinde halk tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişlerdi.
Onbaşı Hasan anlatmaya devam etti: “Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine dönebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han’ın yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk “Osmanlı da gitti, bizim halimiz nice olur!” demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı terk ederse gâvura bayram olur. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın,’ dedi.
Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan.” Alnından akan ter, gözyaşlarına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yolunu bulup akıyordu.
Devam etti: “Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eder misin?” dedi. ‘Elbette,’ dedim. Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyormuş gibiydi.
“Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır, hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.’ de.” ‘Tamam,’ dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.
Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm. ‘Allah’a emanet ol baba,’ dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözüyle o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Sen selam götür tanıdık tanımadık herkese,” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim.
Türkiye’ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir cümle yazılıydı: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”
Gazeteci İlhan Bardakçı, Kudüs'te karşılaştığı Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın hikayesini böyle anlatmıştı. Kimsenin haberdar olmadığı bu birlik, son nefesine kadar Kudüs’te kalmayı sürdürmüştü.
Iğdırlı Onbaşı Hasan, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde doğmuş ve Birinci Dünya Savaşı sırasında önemli görevlerde bulunmuş bir Osmanlı askeridir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 19. yüzyılın sonlarına doğru Iğdır'da doğduğu tahmin edilmektedir. Hasan Ağa, küçük yaşlarda yetim kalmış ve zor şartlar altında büyümüştür. Genç yaşta Osmanlı ordusuna katılmış ve çeşitli cephelerde görev yapmıştır (1).
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok cephesinde mücadele etmiş, özellikle Filistin cephesinde büyük kahramanlıklar göstermiştir. Kudüs, hem dini hem de stratejik açıdan büyük öneme sahip bir şehirdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir savunma noktasıydı. İngiliz kuvvetleri, Osmanlı ordusunu Filistin cephesinde yenilgiye uğratarak Kudüs'ü ele geçirmek istiyordu (2).
Onbaşı Hasan, Kudüs'ün savunmasında kritik bir rol üstlenmiştir. Osmanlı kuvvetleri, İngiliz ordusunun ilerleyişini durdurmak için büyük çaba sarf etmiştir. Hasan Ağa, gösterdiği cesaret ve liderlikle dikkat çekmiştir. Onun kahramanlığı, Osmanlı askerlerinin moralini yüksek tutmuş ve direnişin sembolü haline gelmiştir (3).
Hasan Ağa'nın Kudüs'ün savunmasındaki başarıları, ona "Kudüs Bekçisi" unvanını kazandırmıştır. Bu unvan, onun Kudüs'ü koruma görevindeki cesaret ve kararlılığını simgeler. Hasan Ağa, sadece askeri başarılarıyla değil, aynı zamanda vatanseverliği ve fedakarlığıyla da anılmıştır (4).
Hasan Ağa'nın kahramanlık hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde bile vatan savunmasında gösterilen fedakarlığın bir örneği olarak Türk tarihine geçmiştir. Iğdırlı Onbaşı Hasan, hem doğduğu yer olan Iğdır'da hem de Türkiye genelinde saygı ve onurla anılmaktadır. Kudüs'ün savunmasında gösterdiği kahramanlık, onun Türk halkı tarafından unutulmamasını sağlamıştır (5).
Hasan Ağa'nın hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde bile askerlerin vatan sevgisini ve savunma azmini göstermektedir. Kudüs Bekçisi olarak anılması, onun askeri kariyerindeki başarılarının ve fedakarlıklarının bir yansımasıdır. Bu kahramanlık hikayesi, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin bir sembolü olarak hatırlanmaktadır (1).
Kaynakça
1. Yavuz Bahadıroğlu, "Bir Destan Adam: Kudüs Bekçisi Hasan Ağa," Türkiye Gazetesi, 2018.
2. Yılmaz Öztuna, "Osmanlı Devleti Tarihi," Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983.
3. Halil İnalcık, "The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600," Weidenfeld & Nicolson, 1973.
4. David Fromkin, "A Peace to End All Peace: The Fall of the Ottoman Empire and the Creation of the Modern Middle East," Henry Holt and Co., 1989.
5. Cengiz Tomar, "Kudüs ve Filistin: Osmanlı Dönemi ve Sonrası," İletişim Yayınları, 2010.
Iğdırlı Onbaşı Hasan
1972 yılıydı, henüz genç bir gazeteciydim. Türkiye’den bazı siyasiler ve iş adamları İsrail’e resmi bir ziyarette bulunuyordu. Biz de bu önemli gelişmeleri takip etmek için oradaydık. Sıcak bir mayıs akşamıydı, sıradan bir iş gibi görünüyordu.
Ziyaretin dördüncü günü tarihi ve turistik yerleri gezmeye başladık. Kafile olarak Mescid-i Aksa’ya vardık. Asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken içimde bir heyecan dalgası yükseldi. Üstteki avluya ‘on iki bin şamdanlı avlu’ diyorlardı. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’e geldiğinde bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmıştı. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyordu.
Avlunun kenarında doksan yaşlarında bir adam dikkatimi çekti. Üzerinde çok eski bir asker üniforması vardı, her yeri yamalıydı, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu belli oluyordu. Sanki asırlık bir ağaç gövdesi gibiydi, yamalar onun yaşını anlatmaya çalışıyordu. Orada, güneşin altında dimdik duruyordu. Hafif kamburu olmasa sanki daha da dik duracaktı. İki metreye yakın boyuyla yaşlıydı ama bir o kadar da vakur ve etkileyiciydi.
Merakıma yenildim ve rehbere sordum, "Bu adam kim, burada ne yapıyor?" diye. Rehber, "Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Deli herhalde," dedi. Bu yaşta ve bu sıcakta sebepsiz yere beklemeyeceğini biliyordum.
Yanına yaklaştım, beni fark etti ama kımıldamadı. "Selamün aleyküm baba," dedim. Başını hafifçe bana çevirdi ve çatallı, titrek bir sesle, "Aleyküm selam oğul," dedi. "Hayırdır baba, sen kimsin, burada ne yapıyorsun?" diye sordum. “Ben,” dedi titreyen bir sesle, “Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan’ım.” Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibiydi: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nde İngiliz’e saldırdı. Ordu Kanal’da yenildi. Geri çekilmek elzem oldu. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.”
Osmanlılar, İngilizler şehre girene kadar mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakmıştı. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazdı. İngilizler de Kudüs’ü işgal ettiklerinde halk tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişlerdi.
Onbaşı Hasan anlatmaya devam etti: “Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. ‘Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul’a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine dönebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han’ın yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk “Osmanlı da gitti, bizim halimiz nice olur!” demesin. Fahri Kâinat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı terk ederse gâvura bayram olur. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın,’ dedi.
Bölüğümüz Kudüs’te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan.” Alnından akan ter, gözyaşlarına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yolunu bulup akıyordu.
Devam etti: “Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eder misin?” dedi. ‘Elbette,’ dedim. Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyormuş gibiydi.
“Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır, hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.’ de.” ‘Tamam,’ dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum.
Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm. ‘Allah’a emanet ol baba,’ dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözüyle o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Sen selam götür tanıdık tanımadık herkese,” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim.
Türkiye’ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat’a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir cümle yazılıydı: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü.”
Gazeteci İlhan Bardakçı, Kudüs'te karşılaştığı Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın hikayesini böyle anlatmıştı. Kimsenin haberdar olmadığı bu birlik, son nefesine kadar Kudüs’te kalmayı sürdürmüştü.
Iğdırlı Onbaşı Hasan, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde doğmuş ve Birinci Dünya Savaşı sırasında önemli görevlerde bulunmuş bir Osmanlı askeridir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 19. yüzyılın sonlarına doğru Iğdır'da doğduğu tahmin edilmektedir. Hasan Ağa, küçük yaşlarda yetim kalmış ve zor şartlar altında büyümüştür. Genç yaşta Osmanlı ordusuna katılmış ve çeşitli cephelerde görev yapmıştır (1).
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok cephesinde mücadele etmiş, özellikle Filistin cephesinde büyük kahramanlıklar göstermiştir. Kudüs, hem dini hem de stratejik açıdan büyük öneme sahip bir şehirdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir savunma noktasıydı. İngiliz kuvvetleri, Osmanlı ordusunu Filistin cephesinde yenilgiye uğratarak Kudüs'ü ele geçirmek istiyordu (2).
Onbaşı Hasan, Kudüs'ün savunmasında kritik bir rol üstlenmiştir. Osmanlı kuvvetleri, İngiliz ordusunun ilerleyişini durdurmak için büyük çaba sarf etmiştir. Hasan Ağa, gösterdiği cesaret ve liderlikle dikkat çekmiştir. Onun kahramanlığı, Osmanlı askerlerinin moralini yüksek tutmuş ve direnişin sembolü haline gelmiştir (3).
Hasan Ağa'nın Kudüs'ün savunmasındaki başarıları, ona "Kudüs Bekçisi" unvanını kazandırmıştır. Bu unvan, onun Kudüs'ü koruma görevindeki cesaret ve kararlılığını simgeler. Hasan Ağa, sadece askeri başarılarıyla değil, aynı zamanda vatanseverliği ve fedakarlığıyla da anılmıştır (4).
Hasan Ağa'nın kahramanlık hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde bile vatan savunmasında gösterilen fedakarlığın bir örneği olarak Türk tarihine geçmiştir. Iğdırlı Onbaşı Hasan, hem doğduğu yer olan Iğdır'da hem de Türkiye genelinde saygı ve onurla anılmaktadır. Kudüs'ün savunmasında gösterdiği kahramanlık, onun Türk halkı tarafından unutulmamasını sağlamıştır (5).
Hasan Ağa'nın hikayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde bile askerlerin vatan sevgisini ve savunma azmini göstermektedir. Kudüs Bekçisi olarak anılması, onun askeri kariyerindeki başarılarının ve fedakarlıklarının bir yansımasıdır. Bu kahramanlık hikayesi, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin bir sembolü olarak hatırlanmaktadır (1).
Kaynakça
1. Yavuz Bahadıroğlu, "Bir Destan Adam: Kudüs Bekçisi Hasan Ağa," Türkiye Gazetesi, 2018.
2. Yılmaz Öztuna, "Osmanlı Devleti Tarihi," Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983.
3. Halil İnalcık, "The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600," Weidenfeld & Nicolson, 1973.
4. David Fromkin, "A Peace to End All Peace: The Fall of the Ottoman Empire and the Creation of the Modern Middle East," Henry Holt and Co., 1989.
5. Cengiz Tomar, "Kudüs ve Filistin: Osmanlı Dönemi ve Sonrası," İletişim Yayınları, 2010.
Bu Sayfada:
Title
Title
Title
#