Siyonist Stratejide Kıbrıs

Siyonist Stratejide Kıbrıs

25 Kasım 2025

Prof. Dr. İsmail Şahin

Giriş

Günümüzde birçok ülke İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesip Tel Aviv’e çeşitli yaptırımlar uygularken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tersine İsrail ile ilişkilerini güçlendirdiği görülmektedir. Bu çerçevede GKRY, İsrail’le yürüttüğü güvenlik ve savunma iş birliği projeleri sayesinde bir yandan Ulusal Muhafız Ordusu’nun modernizasyon sürecini hızlandırmakta, diğer yandan da füze savunması, hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları gibi hava üstünlüğünü artırmaya yönelik kapasitelere öncelik vermektedir.

Jeopolitik hesaplar

GKRY’nin İsrail’le savunma ilişkilerini güçlendirmesinin arkasında bir dizi stratejik neden bulunmaktadır. Doğu Akdeniz’de artan gerilim, enerji rekabeti ve Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığı, GKRY’nin güvenlik kaygılarını artırmakta ve savunma kapasitesini geliştirmeye yöneltmektedir. Bu çerçevede İsrail, hem ileri askeri teknoloji sağlayan bir ortak hem de GKRY açısından bölgesel bir denge unsuru olarak görülmektedir. Aynı zamanda, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz projeleri ve deniz yetki alanlarına ilişkin tartışmalar, Rum tarafının enerji altyapısını ve çıkarlarını koruma arayışını daha da güçlendirmektedir. GKRY, İsrail’le yakınlaşmanın kendisine Avrupa Birliği içinde diplomatik avantaj sağlayacağına ve ABD–Yunanistan–İsrail ekseninde şekillenen yeni güvenlik mimarisine entegre olmasına katkı sunacağına inanmaktadır. Bu nedenle savunma iş birliğini derinleştirmek, GKRY için hem güvenlik hem de bölgesel güç dengeleri açısından stratejik bir tercih olarak değerlendirilmektedir.

İsrail de GKRY ile ilişkilerini derinleştirmeye büyük önem vermektedir. Öncelikle İsrail, Doğu Akdeniz’de kendisine yakın ve dost bir ülkeyle askeri iş birliği geliştirerek bölgede güvenlik çevresini genişletmektedir. Kıbrıs’taki radar, hava savunma ve istihbarat altyapılarının güçlenmesi, İsrail’e bölgedeki hareketliliği daha yakından takip etme imkânı sunmakta ve istihbarat ağını tamamlayıcı bir avantaj sunmaktadır. GKRY’nin sunduğu coğrafi konum, İsrail’e hem Levant bölgesini hem de Türkiye’nin askeri faaliyetlerini izlemede ek bir stratejik pencere açmaktadır. 

Bunun yanında İsrail savunma sanayi, GKRY’nin modernizasyon projeleri sayesinde önemli bir pazar kazanmakta; füze savunma sistemleri, insansız hava araçları ve elektronik harp teknolojilerinin satışından ekonomik ve teknolojik fayda elde etmektedir. Enerji bağlamında ise İsrail, Doğu Akdeniz’de doğal gaz projelerini Yunanistan ve GKRY üzerinden Avrupa’ya bağlayan denklemlerde kendisini daha güvenli bir ortak haline getirmekte ve bölgesel enerji diplomasisindeki etkisini artırmaktadır. Kısacası İsrail için

GKRY ile yakınlaşma, hem askeri–istihbarî üstünlük hem ekonomik kazanç hem de Doğu Akdeniz’de jeopolitik etkinlik anlamında çok yönlü bir stratejik kazançtır.

Tarihi süreklilik

İsrail’in Kıbrıs’a olan ilgisi yeni bir olgu değildir; tarihsel, jeopolitik ve stratejik temellere dayanan uzun bir arka plana sahiptir. Siyonist liderler Doğu Akdeniz’deki tüm adalar gibi Kıbrıs’ı da yakından takip etmiştir.

Theodor Herzl ve erken dönem Siyonist düşünürler, Kıbrıs’ın Filistin’e yakınlığı sebebiyle stratejik bir yedek coğrafya veya geçiş alanı olabileceğini değerlendirmiştir.

Ayrıca Siyonist hareketin önde gelen isimlerinden Davis Trietsch, Kıbrıs’ı “Yahudi yerleşimi için alternatif bölge” olarak kısa süreli bir proje çerçevesinde gündeme getirmiştir. 1878 yılında İngilizlerin adayı ele geçirmesi üzerine Londra merkezli

Jewish Chronicle gazetesinde çıkan bir yazıda şöyle yazıyordu: “Kıbrıs bir zamanlar giderek güçlenen bir Yahudi kolonisinin merkeziydi. Neden yeniden öyle olmasın?”

Yahudileri adaya göç etmeye çağıran bu ifade, Avrupa’daki Yahudi çevrelerinde “Kıbrıs’ın güvenli bir yerleşim alanı olabileceği” yönündeki spekülatif fikirleri ziyadesiyle tetikliyordu.

Daha sonraki yıllarda da Siyonist çevrelerde Kıbrıs’ın Salamis ve Baf bölgelerinde Yahudi yerleşim yerlerinin kurulması yönünde çok sayıda tartışma yapıldığı gibi 1880’lerden itibaren Suriye ve Rusya’dan toparlanan Yahudiler adada bir koloni kurmak üzere Kıbrıs’a gönderildiler. Önde gelen Siyonistlerden Alman Yahudisi Davis Trietsch bu projenin başını çekiyordu. Ona göre Kıbrıs Siyonist projenin vazgeçilmez halkalarından biriydi. Öyle ki Trietsch, 1901 yılında toplanan Beşinci Siyonist Kongresi’nde, Kıbrıs’ın da bir parçası olacağı “Büyük Filistin” fikrini ortaya attı. Buna göre Kıbrıs Siyonist projenin önemli bir parçası olacaktı.

Dünya Siyonist Örgütü’nün kurucusu Herzl Kıbrıs fikrine sıcak bakıyordu. Bu doğrultuda İngiliz Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain’a sunduğu planda adanın Yahudilere bırakılması öneriliyordu. Bu plan çeşitli nedenlerden dolayı hayata geçirilemedi. Ancak Siyonistler Kıbrıs fikrinden asla vazgeçmediler. Kıbrıs adası İngiltere’nin kontrolünde olduğu dönem boyunca Filistin’e ulaşmaya çalışan Yahudi göçmenler açısından önemli bir durak haline geldi. 1946–1949 arasında İngilizler, Filistin’e yasadışı göçü engellemek için yaklaşık 50 bin Yahudi göçmeni Kıbrıs’ta kurduğu kamplarda tuttu. Bu durum İsrail’in kuruluşuna giden süreçte, Siyonist hareketin Kıbrıs’a bakışını duygusal ve stratejik açıdan derinleştirdi. Adanın Filistin’e giden binlerce Yahudi için bir “bekleme odası” haline gelmesi, Siyonist liderlere adanın stratejik önemini yeniden hatırlatarak Kıbrıs’ın Siyonist hafızadaki özel yerini pekiştirdi.

Stratejik sabır

İsrail’in 1948’de kurulmasının ardından Kıbrıs’a yönelik öncelikli hedeflerinden biri, adanın Filistin yanlısı dış politika çizgisini dengelemek ve bu tutumunu geri çevirmek oldu. Özellikle 1960’ta Türk ve Rum ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Arap dünyasıyla geliştirdiği yakın ilişkiler, Birleşmiş Milletlerde (BM) sistematik biçimde Filistin lehinde oy kullanması ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) diplomatik hareket alanı açması, İsrail tarafından bölgesel çıkarlarıyla çelişen bir yaklaşım olarak görülüyordu. Bu nedenle

İsrail, Kıbrıs’ın Arap blokuyla uyumlu dış politikasını hem diplomatik hem de güvenlik perspektifinden kendisi için stratejik bir sorun alanı olarak değerlendirdi ve bu doğrultuda Kıbrıs’a yönelik politikasını şekillendirdi.

İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kontrol altında tutan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) uzun süre devam eden Filistin yanlısı dış politikasını ancak 2000’li yılların başında kırabildi. Bunun temel nedeni, Soğuk Savaş’ın bitişi ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni jeopolitik dengelerin Rum tarafının dış politika önceliklerini değiştirmesiydi. 2000’lerden itibaren enerji keşifleri, deniz yetki alanları tartışmaları ve Türkiye’nin bölgedeki daha iddialı dış politikası, GKRY’yi güvenlik ve enerji eksenli yeni ortaklıklar aramaya yöneltti. Bu bağlamda İsrail hem askeri teknoloji sağlayabilen hem de Doğu Akdeniz enerji denklemlerinde önem kazanan bir aktör olarak GKRY için stratejik değer taşımaya başladı.

Aynı dönemde İsrail de bölgesel yalnızlığını azaltmak, enerji projelerinde ortaklar bulmak ve Doğu Akdeniz’de istihbarat ağını genişletmek amacıyla GKRY ile yakınlaşmaya önem verdi. Böylece 1960’lardaki Arap yanlısı yaklaşım yerini 2000’li yıllarda güvenlik ve enerji temelli bir iş birliği anlayışına bıraktı ve İsrail, Kıbrıs’ın dış politikadaki bu yönelim değişimini ancak bu dönemde kendi lehine çevirebildi.

GKRY’nin İsrail’e yönelik tavır değişikliğinde uluslararası ortamda yaşanan dönüşümler de belirleyici oldu. SSCB’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD merkezli yeni bir dünya düzeninin şekillenmesi, Kıbrıs’ın geleneksel dış politika tercihlerini yeniden değerlendirmesine yol açtı. Bu dönemde

Arap dünyasının Filistin meselesini giderek ikinci plana itmesi ve birçok Arap ülkesinin İsrail’le normalleşme sürecine yönelmesi, GKRY’nin uzun yıllar sürdürdüğü Arap yanlısı çizginin dayanaklarını büyük ölçüde zayıflattı.

Buna ek olarak, Yunanistan’ın da Filistin konusundaki önceki tutumunu değiştirerek İsrail’le yakınlaşmaya başlaması, GKRY’nin bölgesel konumlanışında kritik bir kırılma meydana getirdi. Tüm bu gelişmeler ışığında Rum tarafı, hem değişen jeopolitik ortama uyum sağlamak hem de güvenlik ve enerji alanlarında yeni fırsatlar yakalamak amacıyla İsrail’le ilişkilerini derinleştirme yoluna gitti.

Ayrıca ABD’deki Rum, Yunan ve Yahudi lobilerinin birlikte hareket etmeye başlaması, GKRY ile İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Bu sürecin bir sonucu olarak ABD, GKRY’ye uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı ve iki ülke arasında askeri ve güvenlik iş birliği hız kazandı. Böylece GKRY, Doğu Akdeniz’de şekillenen yeni güvenlik mimarisine dahil oldu,

İsrail açısından ileri bir karakol ve ön cephe hattı niteliği taşıyan, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından kritik bir gözlem noktası haline geldi. Bu durum, Kıbrıs’ı İsrail için önemli bir jeopolitik erken uyarı alanı konumuna getirdi.

Siyonist hareketin erken dönemlerinden itibaren Kıbrıs’a duyduğu stratejik ilgi, bu gelişmelerle birlikte somut bir boyut kazandı. Tarih boyunca Kıbrıs, hem Filistin’e ulaşım açısından geçiş noktası hem de Doğu Akdeniz’de güvenlik ve istihbarat için kritik bir merkez olarak değerlendirildi. İsrail, bu stratejik önemi göz önünde bulundurarak Kıbrıs’la ilişkilerini sürekli olarak geliştirdi ve adayı, bölgesel güvenlik mimarisinde kalıcı bir gözlem ve iş birliği noktası hâline getirdi. Bu yönüyle Kıbrıs, Siyonist stratejinin sürekliliğini gösteren uzun vadeli bir ilgi odağı oldu.

Sonuç

İsrail’in tüm yönleriyle Kıbrıs’taki varlığını artırması tesadüfi bir gelişme değildir. Belli ki İsrail Doğu Akdeniz’deki stratejik etkisini ve gücünü artırmak istemektedir. Bu düşünce ABD’nin “Büyük İsrail Projesi” ekseninde şekillenen bölgesel politikalarıyla da uyum içerisindedir. Nitekim

İsrail’in Kıbrıs’ı ileri bir karakol ve istihbarat üssü olarak tahkim etmesi, ABD’nin Hazar’dan Akdeniz’e uzanan yeni bir bölgesel düzen kurma planlarının kritik bir aşaması olarak değerlendirilmelidir. 

Tahmin edileceği üzere, Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ve İsrail’in Arap dünyasıyla normalleşme süreçleri, Kıbrıs’ın bölgesel jeopolitik önemini daha da artırmaktadır. İsrail, bu yeni diplomatik ortamda, Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’deki enerji projelerine ve güvenlik mimarisine daha yoğun şekilde entegre olabilecektir. Hazar’dan Akdeniz’e uzanan İsrail merkezli yeni bir bölgesel düzen kurma çabaları, Kıbrıs’ı yalnızca bir gözlem ve ileri karakol noktası değil, aynı zamanda enerji ve güvenlik politikalarının stratejik bir platformu hâline getirecektir. Bu bağlamda, Kıbrıs üzerindeki jeopolitik mücadelenin önümüzdeki dönemde daha da artacağı söylenebilir.



Giriş

Günümüzde birçok ülke İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesip Tel Aviv’e çeşitli yaptırımlar uygularken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tersine İsrail ile ilişkilerini güçlendirdiği görülmektedir. Bu çerçevede GKRY, İsrail’le yürüttüğü güvenlik ve savunma iş birliği projeleri sayesinde bir yandan Ulusal Muhafız Ordusu’nun modernizasyon sürecini hızlandırmakta, diğer yandan da füze savunması, hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları gibi hava üstünlüğünü artırmaya yönelik kapasitelere öncelik vermektedir.

Jeopolitik hesaplar

GKRY’nin İsrail’le savunma ilişkilerini güçlendirmesinin arkasında bir dizi stratejik neden bulunmaktadır. Doğu Akdeniz’de artan gerilim, enerji rekabeti ve Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığı, GKRY’nin güvenlik kaygılarını artırmakta ve savunma kapasitesini geliştirmeye yöneltmektedir. Bu çerçevede İsrail, hem ileri askeri teknoloji sağlayan bir ortak hem de GKRY açısından bölgesel bir denge unsuru olarak görülmektedir. Aynı zamanda, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz projeleri ve deniz yetki alanlarına ilişkin tartışmalar, Rum tarafının enerji altyapısını ve çıkarlarını koruma arayışını daha da güçlendirmektedir. GKRY, İsrail’le yakınlaşmanın kendisine Avrupa Birliği içinde diplomatik avantaj sağlayacağına ve ABD–Yunanistan–İsrail ekseninde şekillenen yeni güvenlik mimarisine entegre olmasına katkı sunacağına inanmaktadır. Bu nedenle savunma iş birliğini derinleştirmek, GKRY için hem güvenlik hem de bölgesel güç dengeleri açısından stratejik bir tercih olarak değerlendirilmektedir.

İsrail de GKRY ile ilişkilerini derinleştirmeye büyük önem vermektedir. Öncelikle İsrail, Doğu Akdeniz’de kendisine yakın ve dost bir ülkeyle askeri iş birliği geliştirerek bölgede güvenlik çevresini genişletmektedir. Kıbrıs’taki radar, hava savunma ve istihbarat altyapılarının güçlenmesi, İsrail’e bölgedeki hareketliliği daha yakından takip etme imkânı sunmakta ve istihbarat ağını tamamlayıcı bir avantaj sunmaktadır. GKRY’nin sunduğu coğrafi konum, İsrail’e hem Levant bölgesini hem de Türkiye’nin askeri faaliyetlerini izlemede ek bir stratejik pencere açmaktadır. 

Bunun yanında İsrail savunma sanayi, GKRY’nin modernizasyon projeleri sayesinde önemli bir pazar kazanmakta; füze savunma sistemleri, insansız hava araçları ve elektronik harp teknolojilerinin satışından ekonomik ve teknolojik fayda elde etmektedir. Enerji bağlamında ise İsrail, Doğu Akdeniz’de doğal gaz projelerini Yunanistan ve GKRY üzerinden Avrupa’ya bağlayan denklemlerde kendisini daha güvenli bir ortak haline getirmekte ve bölgesel enerji diplomasisindeki etkisini artırmaktadır. Kısacası İsrail için

GKRY ile yakınlaşma, hem askeri–istihbarî üstünlük hem ekonomik kazanç hem de Doğu Akdeniz’de jeopolitik etkinlik anlamında çok yönlü bir stratejik kazançtır.

Tarihi süreklilik

İsrail’in Kıbrıs’a olan ilgisi yeni bir olgu değildir; tarihsel, jeopolitik ve stratejik temellere dayanan uzun bir arka plana sahiptir. Siyonist liderler Doğu Akdeniz’deki tüm adalar gibi Kıbrıs’ı da yakından takip etmiştir.

Theodor Herzl ve erken dönem Siyonist düşünürler, Kıbrıs’ın Filistin’e yakınlığı sebebiyle stratejik bir yedek coğrafya veya geçiş alanı olabileceğini değerlendirmiştir.

Ayrıca Siyonist hareketin önde gelen isimlerinden Davis Trietsch, Kıbrıs’ı “Yahudi yerleşimi için alternatif bölge” olarak kısa süreli bir proje çerçevesinde gündeme getirmiştir. 1878 yılında İngilizlerin adayı ele geçirmesi üzerine Londra merkezli

Jewish Chronicle gazetesinde çıkan bir yazıda şöyle yazıyordu: “Kıbrıs bir zamanlar giderek güçlenen bir Yahudi kolonisinin merkeziydi. Neden yeniden öyle olmasın?”

Yahudileri adaya göç etmeye çağıran bu ifade, Avrupa’daki Yahudi çevrelerinde “Kıbrıs’ın güvenli bir yerleşim alanı olabileceği” yönündeki spekülatif fikirleri ziyadesiyle tetikliyordu.

Daha sonraki yıllarda da Siyonist çevrelerde Kıbrıs’ın Salamis ve Baf bölgelerinde Yahudi yerleşim yerlerinin kurulması yönünde çok sayıda tartışma yapıldığı gibi 1880’lerden itibaren Suriye ve Rusya’dan toparlanan Yahudiler adada bir koloni kurmak üzere Kıbrıs’a gönderildiler. Önde gelen Siyonistlerden Alman Yahudisi Davis Trietsch bu projenin başını çekiyordu. Ona göre Kıbrıs Siyonist projenin vazgeçilmez halkalarından biriydi. Öyle ki Trietsch, 1901 yılında toplanan Beşinci Siyonist Kongresi’nde, Kıbrıs’ın da bir parçası olacağı “Büyük Filistin” fikrini ortaya attı. Buna göre Kıbrıs Siyonist projenin önemli bir parçası olacaktı.

Dünya Siyonist Örgütü’nün kurucusu Herzl Kıbrıs fikrine sıcak bakıyordu. Bu doğrultuda İngiliz Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain’a sunduğu planda adanın Yahudilere bırakılması öneriliyordu. Bu plan çeşitli nedenlerden dolayı hayata geçirilemedi. Ancak Siyonistler Kıbrıs fikrinden asla vazgeçmediler. Kıbrıs adası İngiltere’nin kontrolünde olduğu dönem boyunca Filistin’e ulaşmaya çalışan Yahudi göçmenler açısından önemli bir durak haline geldi. 1946–1949 arasında İngilizler, Filistin’e yasadışı göçü engellemek için yaklaşık 50 bin Yahudi göçmeni Kıbrıs’ta kurduğu kamplarda tuttu. Bu durum İsrail’in kuruluşuna giden süreçte, Siyonist hareketin Kıbrıs’a bakışını duygusal ve stratejik açıdan derinleştirdi. Adanın Filistin’e giden binlerce Yahudi için bir “bekleme odası” haline gelmesi, Siyonist liderlere adanın stratejik önemini yeniden hatırlatarak Kıbrıs’ın Siyonist hafızadaki özel yerini pekiştirdi.

Stratejik sabır

İsrail’in 1948’de kurulmasının ardından Kıbrıs’a yönelik öncelikli hedeflerinden biri, adanın Filistin yanlısı dış politika çizgisini dengelemek ve bu tutumunu geri çevirmek oldu. Özellikle 1960’ta Türk ve Rum ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Arap dünyasıyla geliştirdiği yakın ilişkiler, Birleşmiş Milletlerde (BM) sistematik biçimde Filistin lehinde oy kullanması ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) diplomatik hareket alanı açması, İsrail tarafından bölgesel çıkarlarıyla çelişen bir yaklaşım olarak görülüyordu. Bu nedenle

İsrail, Kıbrıs’ın Arap blokuyla uyumlu dış politikasını hem diplomatik hem de güvenlik perspektifinden kendisi için stratejik bir sorun alanı olarak değerlendirdi ve bu doğrultuda Kıbrıs’a yönelik politikasını şekillendirdi.

İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kontrol altında tutan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) uzun süre devam eden Filistin yanlısı dış politikasını ancak 2000’li yılların başında kırabildi. Bunun temel nedeni, Soğuk Savaş’ın bitişi ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni jeopolitik dengelerin Rum tarafının dış politika önceliklerini değiştirmesiydi. 2000’lerden itibaren enerji keşifleri, deniz yetki alanları tartışmaları ve Türkiye’nin bölgedeki daha iddialı dış politikası, GKRY’yi güvenlik ve enerji eksenli yeni ortaklıklar aramaya yöneltti. Bu bağlamda İsrail hem askeri teknoloji sağlayabilen hem de Doğu Akdeniz enerji denklemlerinde önem kazanan bir aktör olarak GKRY için stratejik değer taşımaya başladı.

Aynı dönemde İsrail de bölgesel yalnızlığını azaltmak, enerji projelerinde ortaklar bulmak ve Doğu Akdeniz’de istihbarat ağını genişletmek amacıyla GKRY ile yakınlaşmaya önem verdi. Böylece 1960’lardaki Arap yanlısı yaklaşım yerini 2000’li yıllarda güvenlik ve enerji temelli bir iş birliği anlayışına bıraktı ve İsrail, Kıbrıs’ın dış politikadaki bu yönelim değişimini ancak bu dönemde kendi lehine çevirebildi.

GKRY’nin İsrail’e yönelik tavır değişikliğinde uluslararası ortamda yaşanan dönüşümler de belirleyici oldu. SSCB’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD merkezli yeni bir dünya düzeninin şekillenmesi, Kıbrıs’ın geleneksel dış politika tercihlerini yeniden değerlendirmesine yol açtı. Bu dönemde

Arap dünyasının Filistin meselesini giderek ikinci plana itmesi ve birçok Arap ülkesinin İsrail’le normalleşme sürecine yönelmesi, GKRY’nin uzun yıllar sürdürdüğü Arap yanlısı çizginin dayanaklarını büyük ölçüde zayıflattı.

Buna ek olarak, Yunanistan’ın da Filistin konusundaki önceki tutumunu değiştirerek İsrail’le yakınlaşmaya başlaması, GKRY’nin bölgesel konumlanışında kritik bir kırılma meydana getirdi. Tüm bu gelişmeler ışığında Rum tarafı, hem değişen jeopolitik ortama uyum sağlamak hem de güvenlik ve enerji alanlarında yeni fırsatlar yakalamak amacıyla İsrail’le ilişkilerini derinleştirme yoluna gitti.

Ayrıca ABD’deki Rum, Yunan ve Yahudi lobilerinin birlikte hareket etmeye başlaması, GKRY ile İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Bu sürecin bir sonucu olarak ABD, GKRY’ye uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı ve iki ülke arasında askeri ve güvenlik iş birliği hız kazandı. Böylece GKRY, Doğu Akdeniz’de şekillenen yeni güvenlik mimarisine dahil oldu,

İsrail açısından ileri bir karakol ve ön cephe hattı niteliği taşıyan, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından kritik bir gözlem noktası haline geldi. Bu durum, Kıbrıs’ı İsrail için önemli bir jeopolitik erken uyarı alanı konumuna getirdi.

Siyonist hareketin erken dönemlerinden itibaren Kıbrıs’a duyduğu stratejik ilgi, bu gelişmelerle birlikte somut bir boyut kazandı. Tarih boyunca Kıbrıs, hem Filistin’e ulaşım açısından geçiş noktası hem de Doğu Akdeniz’de güvenlik ve istihbarat için kritik bir merkez olarak değerlendirildi. İsrail, bu stratejik önemi göz önünde bulundurarak Kıbrıs’la ilişkilerini sürekli olarak geliştirdi ve adayı, bölgesel güvenlik mimarisinde kalıcı bir gözlem ve iş birliği noktası hâline getirdi. Bu yönüyle Kıbrıs, Siyonist stratejinin sürekliliğini gösteren uzun vadeli bir ilgi odağı oldu.

Sonuç

İsrail’in tüm yönleriyle Kıbrıs’taki varlığını artırması tesadüfi bir gelişme değildir. Belli ki İsrail Doğu Akdeniz’deki stratejik etkisini ve gücünü artırmak istemektedir. Bu düşünce ABD’nin “Büyük İsrail Projesi” ekseninde şekillenen bölgesel politikalarıyla da uyum içerisindedir. Nitekim

İsrail’in Kıbrıs’ı ileri bir karakol ve istihbarat üssü olarak tahkim etmesi, ABD’nin Hazar’dan Akdeniz’e uzanan yeni bir bölgesel düzen kurma planlarının kritik bir aşaması olarak değerlendirilmelidir. 

Tahmin edileceği üzere, Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ve İsrail’in Arap dünyasıyla normalleşme süreçleri, Kıbrıs’ın bölgesel jeopolitik önemini daha da artırmaktadır. İsrail, bu yeni diplomatik ortamda, Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’deki enerji projelerine ve güvenlik mimarisine daha yoğun şekilde entegre olabilecektir. Hazar’dan Akdeniz’e uzanan İsrail merkezli yeni bir bölgesel düzen kurma çabaları, Kıbrıs’ı yalnızca bir gözlem ve ileri karakol noktası değil, aynı zamanda enerji ve güvenlik politikalarının stratejik bir platformu hâline getirecektir. Bu bağlamda, Kıbrıs üzerindeki jeopolitik mücadelenin önümüzdeki dönemde daha da artacağı söylenebilir.



Giriş

Günümüzde birçok ülke İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesip Tel Aviv’e çeşitli yaptırımlar uygularken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tersine İsrail ile ilişkilerini güçlendirdiği görülmektedir. Bu çerçevede GKRY, İsrail’le yürüttüğü güvenlik ve savunma iş birliği projeleri sayesinde bir yandan Ulusal Muhafız Ordusu’nun modernizasyon sürecini hızlandırmakta, diğer yandan da füze savunması, hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları gibi hava üstünlüğünü artırmaya yönelik kapasitelere öncelik vermektedir.

Jeopolitik hesaplar

GKRY’nin İsrail’le savunma ilişkilerini güçlendirmesinin arkasında bir dizi stratejik neden bulunmaktadır. Doğu Akdeniz’de artan gerilim, enerji rekabeti ve Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığı, GKRY’nin güvenlik kaygılarını artırmakta ve savunma kapasitesini geliştirmeye yöneltmektedir. Bu çerçevede İsrail, hem ileri askeri teknoloji sağlayan bir ortak hem de GKRY açısından bölgesel bir denge unsuru olarak görülmektedir. Aynı zamanda, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz projeleri ve deniz yetki alanlarına ilişkin tartışmalar, Rum tarafının enerji altyapısını ve çıkarlarını koruma arayışını daha da güçlendirmektedir. GKRY, İsrail’le yakınlaşmanın kendisine Avrupa Birliği içinde diplomatik avantaj sağlayacağına ve ABD–Yunanistan–İsrail ekseninde şekillenen yeni güvenlik mimarisine entegre olmasına katkı sunacağına inanmaktadır. Bu nedenle savunma iş birliğini derinleştirmek, GKRY için hem güvenlik hem de bölgesel güç dengeleri açısından stratejik bir tercih olarak değerlendirilmektedir.

İsrail de GKRY ile ilişkilerini derinleştirmeye büyük önem vermektedir. Öncelikle İsrail, Doğu Akdeniz’de kendisine yakın ve dost bir ülkeyle askeri iş birliği geliştirerek bölgede güvenlik çevresini genişletmektedir. Kıbrıs’taki radar, hava savunma ve istihbarat altyapılarının güçlenmesi, İsrail’e bölgedeki hareketliliği daha yakından takip etme imkânı sunmakta ve istihbarat ağını tamamlayıcı bir avantaj sunmaktadır. GKRY’nin sunduğu coğrafi konum, İsrail’e hem Levant bölgesini hem de Türkiye’nin askeri faaliyetlerini izlemede ek bir stratejik pencere açmaktadır. 

Bunun yanında İsrail savunma sanayi, GKRY’nin modernizasyon projeleri sayesinde önemli bir pazar kazanmakta; füze savunma sistemleri, insansız hava araçları ve elektronik harp teknolojilerinin satışından ekonomik ve teknolojik fayda elde etmektedir. Enerji bağlamında ise İsrail, Doğu Akdeniz’de doğal gaz projelerini Yunanistan ve GKRY üzerinden Avrupa’ya bağlayan denklemlerde kendisini daha güvenli bir ortak haline getirmekte ve bölgesel enerji diplomasisindeki etkisini artırmaktadır. Kısacası İsrail için

GKRY ile yakınlaşma, hem askeri–istihbarî üstünlük hem ekonomik kazanç hem de Doğu Akdeniz’de jeopolitik etkinlik anlamında çok yönlü bir stratejik kazançtır.

Tarihi süreklilik

İsrail’in Kıbrıs’a olan ilgisi yeni bir olgu değildir; tarihsel, jeopolitik ve stratejik temellere dayanan uzun bir arka plana sahiptir. Siyonist liderler Doğu Akdeniz’deki tüm adalar gibi Kıbrıs’ı da yakından takip etmiştir.

Theodor Herzl ve erken dönem Siyonist düşünürler, Kıbrıs’ın Filistin’e yakınlığı sebebiyle stratejik bir yedek coğrafya veya geçiş alanı olabileceğini değerlendirmiştir.

Ayrıca Siyonist hareketin önde gelen isimlerinden Davis Trietsch, Kıbrıs’ı “Yahudi yerleşimi için alternatif bölge” olarak kısa süreli bir proje çerçevesinde gündeme getirmiştir. 1878 yılında İngilizlerin adayı ele geçirmesi üzerine Londra merkezli

Jewish Chronicle gazetesinde çıkan bir yazıda şöyle yazıyordu: “Kıbrıs bir zamanlar giderek güçlenen bir Yahudi kolonisinin merkeziydi. Neden yeniden öyle olmasın?”

Yahudileri adaya göç etmeye çağıran bu ifade, Avrupa’daki Yahudi çevrelerinde “Kıbrıs’ın güvenli bir yerleşim alanı olabileceği” yönündeki spekülatif fikirleri ziyadesiyle tetikliyordu.

Daha sonraki yıllarda da Siyonist çevrelerde Kıbrıs’ın Salamis ve Baf bölgelerinde Yahudi yerleşim yerlerinin kurulması yönünde çok sayıda tartışma yapıldığı gibi 1880’lerden itibaren Suriye ve Rusya’dan toparlanan Yahudiler adada bir koloni kurmak üzere Kıbrıs’a gönderildiler. Önde gelen Siyonistlerden Alman Yahudisi Davis Trietsch bu projenin başını çekiyordu. Ona göre Kıbrıs Siyonist projenin vazgeçilmez halkalarından biriydi. Öyle ki Trietsch, 1901 yılında toplanan Beşinci Siyonist Kongresi’nde, Kıbrıs’ın da bir parçası olacağı “Büyük Filistin” fikrini ortaya attı. Buna göre Kıbrıs Siyonist projenin önemli bir parçası olacaktı.

Dünya Siyonist Örgütü’nün kurucusu Herzl Kıbrıs fikrine sıcak bakıyordu. Bu doğrultuda İngiliz Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain’a sunduğu planda adanın Yahudilere bırakılması öneriliyordu. Bu plan çeşitli nedenlerden dolayı hayata geçirilemedi. Ancak Siyonistler Kıbrıs fikrinden asla vazgeçmediler. Kıbrıs adası İngiltere’nin kontrolünde olduğu dönem boyunca Filistin’e ulaşmaya çalışan Yahudi göçmenler açısından önemli bir durak haline geldi. 1946–1949 arasında İngilizler, Filistin’e yasadışı göçü engellemek için yaklaşık 50 bin Yahudi göçmeni Kıbrıs’ta kurduğu kamplarda tuttu. Bu durum İsrail’in kuruluşuna giden süreçte, Siyonist hareketin Kıbrıs’a bakışını duygusal ve stratejik açıdan derinleştirdi. Adanın Filistin’e giden binlerce Yahudi için bir “bekleme odası” haline gelmesi, Siyonist liderlere adanın stratejik önemini yeniden hatırlatarak Kıbrıs’ın Siyonist hafızadaki özel yerini pekiştirdi.

Stratejik sabır

İsrail’in 1948’de kurulmasının ardından Kıbrıs’a yönelik öncelikli hedeflerinden biri, adanın Filistin yanlısı dış politika çizgisini dengelemek ve bu tutumunu geri çevirmek oldu. Özellikle 1960’ta Türk ve Rum ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Arap dünyasıyla geliştirdiği yakın ilişkiler, Birleşmiş Milletlerde (BM) sistematik biçimde Filistin lehinde oy kullanması ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) diplomatik hareket alanı açması, İsrail tarafından bölgesel çıkarlarıyla çelişen bir yaklaşım olarak görülüyordu. Bu nedenle

İsrail, Kıbrıs’ın Arap blokuyla uyumlu dış politikasını hem diplomatik hem de güvenlik perspektifinden kendisi için stratejik bir sorun alanı olarak değerlendirdi ve bu doğrultuda Kıbrıs’a yönelik politikasını şekillendirdi.

İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kontrol altında tutan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) uzun süre devam eden Filistin yanlısı dış politikasını ancak 2000’li yılların başında kırabildi. Bunun temel nedeni, Soğuk Savaş’ın bitişi ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni jeopolitik dengelerin Rum tarafının dış politika önceliklerini değiştirmesiydi. 2000’lerden itibaren enerji keşifleri, deniz yetki alanları tartışmaları ve Türkiye’nin bölgedeki daha iddialı dış politikası, GKRY’yi güvenlik ve enerji eksenli yeni ortaklıklar aramaya yöneltti. Bu bağlamda İsrail hem askeri teknoloji sağlayabilen hem de Doğu Akdeniz enerji denklemlerinde önem kazanan bir aktör olarak GKRY için stratejik değer taşımaya başladı.

Aynı dönemde İsrail de bölgesel yalnızlığını azaltmak, enerji projelerinde ortaklar bulmak ve Doğu Akdeniz’de istihbarat ağını genişletmek amacıyla GKRY ile yakınlaşmaya önem verdi. Böylece 1960’lardaki Arap yanlısı yaklaşım yerini 2000’li yıllarda güvenlik ve enerji temelli bir iş birliği anlayışına bıraktı ve İsrail, Kıbrıs’ın dış politikadaki bu yönelim değişimini ancak bu dönemde kendi lehine çevirebildi.

GKRY’nin İsrail’e yönelik tavır değişikliğinde uluslararası ortamda yaşanan dönüşümler de belirleyici oldu. SSCB’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD merkezli yeni bir dünya düzeninin şekillenmesi, Kıbrıs’ın geleneksel dış politika tercihlerini yeniden değerlendirmesine yol açtı. Bu dönemde

Arap dünyasının Filistin meselesini giderek ikinci plana itmesi ve birçok Arap ülkesinin İsrail’le normalleşme sürecine yönelmesi, GKRY’nin uzun yıllar sürdürdüğü Arap yanlısı çizginin dayanaklarını büyük ölçüde zayıflattı.

Buna ek olarak, Yunanistan’ın da Filistin konusundaki önceki tutumunu değiştirerek İsrail’le yakınlaşmaya başlaması, GKRY’nin bölgesel konumlanışında kritik bir kırılma meydana getirdi. Tüm bu gelişmeler ışığında Rum tarafı, hem değişen jeopolitik ortama uyum sağlamak hem de güvenlik ve enerji alanlarında yeni fırsatlar yakalamak amacıyla İsrail’le ilişkilerini derinleştirme yoluna gitti.

Ayrıca ABD’deki Rum, Yunan ve Yahudi lobilerinin birlikte hareket etmeye başlaması, GKRY ile İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Bu sürecin bir sonucu olarak ABD, GKRY’ye uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı ve iki ülke arasında askeri ve güvenlik iş birliği hız kazandı. Böylece GKRY, Doğu Akdeniz’de şekillenen yeni güvenlik mimarisine dahil oldu,

İsrail açısından ileri bir karakol ve ön cephe hattı niteliği taşıyan, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından kritik bir gözlem noktası haline geldi. Bu durum, Kıbrıs’ı İsrail için önemli bir jeopolitik erken uyarı alanı konumuna getirdi.

Siyonist hareketin erken dönemlerinden itibaren Kıbrıs’a duyduğu stratejik ilgi, bu gelişmelerle birlikte somut bir boyut kazandı. Tarih boyunca Kıbrıs, hem Filistin’e ulaşım açısından geçiş noktası hem de Doğu Akdeniz’de güvenlik ve istihbarat için kritik bir merkez olarak değerlendirildi. İsrail, bu stratejik önemi göz önünde bulundurarak Kıbrıs’la ilişkilerini sürekli olarak geliştirdi ve adayı, bölgesel güvenlik mimarisinde kalıcı bir gözlem ve iş birliği noktası hâline getirdi. Bu yönüyle Kıbrıs, Siyonist stratejinin sürekliliğini gösteren uzun vadeli bir ilgi odağı oldu.

Sonuç

İsrail’in tüm yönleriyle Kıbrıs’taki varlığını artırması tesadüfi bir gelişme değildir. Belli ki İsrail Doğu Akdeniz’deki stratejik etkisini ve gücünü artırmak istemektedir. Bu düşünce ABD’nin “Büyük İsrail Projesi” ekseninde şekillenen bölgesel politikalarıyla da uyum içerisindedir. Nitekim

İsrail’in Kıbrıs’ı ileri bir karakol ve istihbarat üssü olarak tahkim etmesi, ABD’nin Hazar’dan Akdeniz’e uzanan yeni bir bölgesel düzen kurma planlarının kritik bir aşaması olarak değerlendirilmelidir. 

Tahmin edileceği üzere, Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ve İsrail’in Arap dünyasıyla normalleşme süreçleri, Kıbrıs’ın bölgesel jeopolitik önemini daha da artırmaktadır. İsrail, bu yeni diplomatik ortamda, Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’deki enerji projelerine ve güvenlik mimarisine daha yoğun şekilde entegre olabilecektir. Hazar’dan Akdeniz’e uzanan İsrail merkezli yeni bir bölgesel düzen kurma çabaları, Kıbrıs’ı yalnızca bir gözlem ve ileri karakol noktası değil, aynı zamanda enerji ve güvenlik politikalarının stratejik bir platformu hâline getirecektir. Bu bağlamda, Kıbrıs üzerindeki jeopolitik mücadelenin önümüzdeki dönemde daha da artacağı söylenebilir.



Giriş

Günümüzde birçok ülke İsrail’le diplomatik ilişkilerini kesip Tel Aviv’e çeşitli yaptırımlar uygularken Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tersine İsrail ile ilişkilerini güçlendirdiği görülmektedir. Bu çerçevede GKRY, İsrail’le yürüttüğü güvenlik ve savunma iş birliği projeleri sayesinde bir yandan Ulusal Muhafız Ordusu’nun modernizasyon sürecini hızlandırmakta, diğer yandan da füze savunması, hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları gibi hava üstünlüğünü artırmaya yönelik kapasitelere öncelik vermektedir.

Jeopolitik hesaplar

GKRY’nin İsrail’le savunma ilişkilerini güçlendirmesinin arkasında bir dizi stratejik neden bulunmaktadır. Doğu Akdeniz’de artan gerilim, enerji rekabeti ve Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığı, GKRY’nin güvenlik kaygılarını artırmakta ve savunma kapasitesini geliştirmeye yöneltmektedir. Bu çerçevede İsrail, hem ileri askeri teknoloji sağlayan bir ortak hem de GKRY açısından bölgesel bir denge unsuru olarak görülmektedir. Aynı zamanda, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz projeleri ve deniz yetki alanlarına ilişkin tartışmalar, Rum tarafının enerji altyapısını ve çıkarlarını koruma arayışını daha da güçlendirmektedir. GKRY, İsrail’le yakınlaşmanın kendisine Avrupa Birliği içinde diplomatik avantaj sağlayacağına ve ABD–Yunanistan–İsrail ekseninde şekillenen yeni güvenlik mimarisine entegre olmasına katkı sunacağına inanmaktadır. Bu nedenle savunma iş birliğini derinleştirmek, GKRY için hem güvenlik hem de bölgesel güç dengeleri açısından stratejik bir tercih olarak değerlendirilmektedir.

İsrail de GKRY ile ilişkilerini derinleştirmeye büyük önem vermektedir. Öncelikle İsrail, Doğu Akdeniz’de kendisine yakın ve dost bir ülkeyle askeri iş birliği geliştirerek bölgede güvenlik çevresini genişletmektedir. Kıbrıs’taki radar, hava savunma ve istihbarat altyapılarının güçlenmesi, İsrail’e bölgedeki hareketliliği daha yakından takip etme imkânı sunmakta ve istihbarat ağını tamamlayıcı bir avantaj sunmaktadır. GKRY’nin sunduğu coğrafi konum, İsrail’e hem Levant bölgesini hem de Türkiye’nin askeri faaliyetlerini izlemede ek bir stratejik pencere açmaktadır. 

Bunun yanında İsrail savunma sanayi, GKRY’nin modernizasyon projeleri sayesinde önemli bir pazar kazanmakta; füze savunma sistemleri, insansız hava araçları ve elektronik harp teknolojilerinin satışından ekonomik ve teknolojik fayda elde etmektedir. Enerji bağlamında ise İsrail, Doğu Akdeniz’de doğal gaz projelerini Yunanistan ve GKRY üzerinden Avrupa’ya bağlayan denklemlerde kendisini daha güvenli bir ortak haline getirmekte ve bölgesel enerji diplomasisindeki etkisini artırmaktadır. Kısacası İsrail için

GKRY ile yakınlaşma, hem askeri–istihbarî üstünlük hem ekonomik kazanç hem de Doğu Akdeniz’de jeopolitik etkinlik anlamında çok yönlü bir stratejik kazançtır.

Tarihi süreklilik

İsrail’in Kıbrıs’a olan ilgisi yeni bir olgu değildir; tarihsel, jeopolitik ve stratejik temellere dayanan uzun bir arka plana sahiptir. Siyonist liderler Doğu Akdeniz’deki tüm adalar gibi Kıbrıs’ı da yakından takip etmiştir.

Theodor Herzl ve erken dönem Siyonist düşünürler, Kıbrıs’ın Filistin’e yakınlığı sebebiyle stratejik bir yedek coğrafya veya geçiş alanı olabileceğini değerlendirmiştir.

Ayrıca Siyonist hareketin önde gelen isimlerinden Davis Trietsch, Kıbrıs’ı “Yahudi yerleşimi için alternatif bölge” olarak kısa süreli bir proje çerçevesinde gündeme getirmiştir. 1878 yılında İngilizlerin adayı ele geçirmesi üzerine Londra merkezli

Jewish Chronicle gazetesinde çıkan bir yazıda şöyle yazıyordu: “Kıbrıs bir zamanlar giderek güçlenen bir Yahudi kolonisinin merkeziydi. Neden yeniden öyle olmasın?”

Yahudileri adaya göç etmeye çağıran bu ifade, Avrupa’daki Yahudi çevrelerinde “Kıbrıs’ın güvenli bir yerleşim alanı olabileceği” yönündeki spekülatif fikirleri ziyadesiyle tetikliyordu.

Daha sonraki yıllarda da Siyonist çevrelerde Kıbrıs’ın Salamis ve Baf bölgelerinde Yahudi yerleşim yerlerinin kurulması yönünde çok sayıda tartışma yapıldığı gibi 1880’lerden itibaren Suriye ve Rusya’dan toparlanan Yahudiler adada bir koloni kurmak üzere Kıbrıs’a gönderildiler. Önde gelen Siyonistlerden Alman Yahudisi Davis Trietsch bu projenin başını çekiyordu. Ona göre Kıbrıs Siyonist projenin vazgeçilmez halkalarından biriydi. Öyle ki Trietsch, 1901 yılında toplanan Beşinci Siyonist Kongresi’nde, Kıbrıs’ın da bir parçası olacağı “Büyük Filistin” fikrini ortaya attı. Buna göre Kıbrıs Siyonist projenin önemli bir parçası olacaktı.

Dünya Siyonist Örgütü’nün kurucusu Herzl Kıbrıs fikrine sıcak bakıyordu. Bu doğrultuda İngiliz Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain’a sunduğu planda adanın Yahudilere bırakılması öneriliyordu. Bu plan çeşitli nedenlerden dolayı hayata geçirilemedi. Ancak Siyonistler Kıbrıs fikrinden asla vazgeçmediler. Kıbrıs adası İngiltere’nin kontrolünde olduğu dönem boyunca Filistin’e ulaşmaya çalışan Yahudi göçmenler açısından önemli bir durak haline geldi. 1946–1949 arasında İngilizler, Filistin’e yasadışı göçü engellemek için yaklaşık 50 bin Yahudi göçmeni Kıbrıs’ta kurduğu kamplarda tuttu. Bu durum İsrail’in kuruluşuna giden süreçte, Siyonist hareketin Kıbrıs’a bakışını duygusal ve stratejik açıdan derinleştirdi. Adanın Filistin’e giden binlerce Yahudi için bir “bekleme odası” haline gelmesi, Siyonist liderlere adanın stratejik önemini yeniden hatırlatarak Kıbrıs’ın Siyonist hafızadaki özel yerini pekiştirdi.

Stratejik sabır

İsrail’in 1948’de kurulmasının ardından Kıbrıs’a yönelik öncelikli hedeflerinden biri, adanın Filistin yanlısı dış politika çizgisini dengelemek ve bu tutumunu geri çevirmek oldu. Özellikle 1960’ta Türk ve Rum ortaklığında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Arap dünyasıyla geliştirdiği yakın ilişkiler, Birleşmiş Milletlerde (BM) sistematik biçimde Filistin lehinde oy kullanması ve Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) diplomatik hareket alanı açması, İsrail tarafından bölgesel çıkarlarıyla çelişen bir yaklaşım olarak görülüyordu. Bu nedenle

İsrail, Kıbrıs’ın Arap blokuyla uyumlu dış politikasını hem diplomatik hem de güvenlik perspektifinden kendisi için stratejik bir sorun alanı olarak değerlendirdi ve bu doğrultuda Kıbrıs’a yönelik politikasını şekillendirdi.

İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kontrol altında tutan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) uzun süre devam eden Filistin yanlısı dış politikasını ancak 2000’li yılların başında kırabildi. Bunun temel nedeni, Soğuk Savaş’ın bitişi ve Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni jeopolitik dengelerin Rum tarafının dış politika önceliklerini değiştirmesiydi. 2000’lerden itibaren enerji keşifleri, deniz yetki alanları tartışmaları ve Türkiye’nin bölgedeki daha iddialı dış politikası, GKRY’yi güvenlik ve enerji eksenli yeni ortaklıklar aramaya yöneltti. Bu bağlamda İsrail hem askeri teknoloji sağlayabilen hem de Doğu Akdeniz enerji denklemlerinde önem kazanan bir aktör olarak GKRY için stratejik değer taşımaya başladı.

Aynı dönemde İsrail de bölgesel yalnızlığını azaltmak, enerji projelerinde ortaklar bulmak ve Doğu Akdeniz’de istihbarat ağını genişletmek amacıyla GKRY ile yakınlaşmaya önem verdi. Böylece 1960’lardaki Arap yanlısı yaklaşım yerini 2000’li yıllarda güvenlik ve enerji temelli bir iş birliği anlayışına bıraktı ve İsrail, Kıbrıs’ın dış politikadaki bu yönelim değişimini ancak bu dönemde kendi lehine çevirebildi.

GKRY’nin İsrail’e yönelik tavır değişikliğinde uluslararası ortamda yaşanan dönüşümler de belirleyici oldu. SSCB’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ABD merkezli yeni bir dünya düzeninin şekillenmesi, Kıbrıs’ın geleneksel dış politika tercihlerini yeniden değerlendirmesine yol açtı. Bu dönemde

Arap dünyasının Filistin meselesini giderek ikinci plana itmesi ve birçok Arap ülkesinin İsrail’le normalleşme sürecine yönelmesi, GKRY’nin uzun yıllar sürdürdüğü Arap yanlısı çizginin dayanaklarını büyük ölçüde zayıflattı.

Buna ek olarak, Yunanistan’ın da Filistin konusundaki önceki tutumunu değiştirerek İsrail’le yakınlaşmaya başlaması, GKRY’nin bölgesel konumlanışında kritik bir kırılma meydana getirdi. Tüm bu gelişmeler ışığında Rum tarafı, hem değişen jeopolitik ortama uyum sağlamak hem de güvenlik ve enerji alanlarında yeni fırsatlar yakalamak amacıyla İsrail’le ilişkilerini derinleştirme yoluna gitti.

Ayrıca ABD’deki Rum, Yunan ve Yahudi lobilerinin birlikte hareket etmeye başlaması, GKRY ile İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Bu sürecin bir sonucu olarak ABD, GKRY’ye uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı ve iki ülke arasında askeri ve güvenlik iş birliği hız kazandı. Böylece GKRY, Doğu Akdeniz’de şekillenen yeni güvenlik mimarisine dahil oldu,

İsrail açısından ileri bir karakol ve ön cephe hattı niteliği taşıyan, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından kritik bir gözlem noktası haline geldi. Bu durum, Kıbrıs’ı İsrail için önemli bir jeopolitik erken uyarı alanı konumuna getirdi.

Siyonist hareketin erken dönemlerinden itibaren Kıbrıs’a duyduğu stratejik ilgi, bu gelişmelerle birlikte somut bir boyut kazandı. Tarih boyunca Kıbrıs, hem Filistin’e ulaşım açısından geçiş noktası hem de Doğu Akdeniz’de güvenlik ve istihbarat için kritik bir merkez olarak değerlendirildi. İsrail, bu stratejik önemi göz önünde bulundurarak Kıbrıs’la ilişkilerini sürekli olarak geliştirdi ve adayı, bölgesel güvenlik mimarisinde kalıcı bir gözlem ve iş birliği noktası hâline getirdi. Bu yönüyle Kıbrıs, Siyonist stratejinin sürekliliğini gösteren uzun vadeli bir ilgi odağı oldu.

Sonuç

İsrail’in tüm yönleriyle Kıbrıs’taki varlığını artırması tesadüfi bir gelişme değildir. Belli ki İsrail Doğu Akdeniz’deki stratejik etkisini ve gücünü artırmak istemektedir. Bu düşünce ABD’nin “Büyük İsrail Projesi” ekseninde şekillenen bölgesel politikalarıyla da uyum içerisindedir. Nitekim

İsrail’in Kıbrıs’ı ileri bir karakol ve istihbarat üssü olarak tahkim etmesi, ABD’nin Hazar’dan Akdeniz’e uzanan yeni bir bölgesel düzen kurma planlarının kritik bir aşaması olarak değerlendirilmelidir. 

Tahmin edileceği üzere, Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ve İsrail’in Arap dünyasıyla normalleşme süreçleri, Kıbrıs’ın bölgesel jeopolitik önemini daha da artırmaktadır. İsrail, bu yeni diplomatik ortamda, Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’deki enerji projelerine ve güvenlik mimarisine daha yoğun şekilde entegre olabilecektir. Hazar’dan Akdeniz’e uzanan İsrail merkezli yeni bir bölgesel düzen kurma çabaları, Kıbrıs’ı yalnızca bir gözlem ve ileri karakol noktası değil, aynı zamanda enerji ve güvenlik politikalarının stratejik bir platformu hâline getirecektir. Bu bağlamda, Kıbrıs üzerindeki jeopolitik mücadelenin önümüzdeki dönemde daha da artacağı söylenebilir.



Bu Sayfada:

title

title

title

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

• Kudüs Çalışma Grubu • Kudüs Çalışma Grubu