Gazze'de Yaşananlardan Müslüman Coğrafya Hangi Dersleri Çıkarmalı? Yeni Uluslararası Politika Ne Olmalı?
Gazze'de Yaşananlardan Müslüman Coğrafya Hangi Dersleri Çıkarmalı? Yeni Uluslararası Politika Ne Olmalı?
Dr. Öğr. Üyesi HÜSEYİN GÖKALP



Analiz
Gözümüzün önünde, aynı sahnenin varyasyonlarını tekrar tekrar izliyoruz: yıkım, yerinden edilme, müzakere adı altında oyalama ve “güvenlik” gerekçesiyle sınırsız şiddet. Gazze bu döngünün en yoğunlaştığı ve dünyanın çivisinin alenen çıktığı yer. Batı iki yüzlülüğünün suç üstü edildiği, uluslararası kurumların iflas bayrağı açtığı yer tam olarak Gazze. Fakat Gazze, yalnızca bir coğrafyanın adı değil; bir aynadır. Bu ayna, Avrupalıların Avrupalılığını, sorguladığı gibi Müslümanların da Müslümanlığını sorguluyor.
Haçlı seferleri tecrübesi, doğrudan bugüne tercüme edilen bir reçete değildir; fakat iki temel ders bırakır. Birincisi, yerleşimci düzenler, sürekli dış destek ve içeride parçalanmış bir muhalefet ile ayakta kalır. İkincisi, siyasi süreklilik ve toplumsal direnç birleşmeden işgal bertaraf edilemez. Bizim açımızdan hafıza, slogan değil kurumsal bir işleyiş olmalı. Arşivlenen her tanıklık, her video kaydı, her vakfiye, her yıkım ve ölüm; sadece duygusal değil, hukuki ve diplomatik bir sermayedir. Gazze’den çıkarılacak ilk ders budur: Anlatıyı günübirlik bir öfke diliyle değil, senelerce işleyebileceğimiz bir delil rejimiyle kurmak ve hafızayı daima tazelemek. Behemehal Filistin Dijital Arşivleri için bölgesel bir konsorsiyum kurmak; üniversiteler, barolar ve STK’lar arasında standart bir tescil ve belgeleme sistemiyle delil zinciri oluşturmak. Bu, hem adli süreçlere hem de uluslararası kamuoyunda anlatıya dayanak olur.
Haçlılar, 1099’da Kudüs Krallığı’nı kurdular; şehri 88 yıl ellerinde tuttular. Sonra şehri kaybedip Akka’ya taşındılar ve neticede 1291’e kadar 192 yıl bölgede kaldılar. Bir diğer Haçlı karakolu olan İsrail, 1948’de kuruldu. Onlar da yıkılacak. Bu zorunlu bir durum. İsrail'i modern bir Haçlı karakoludur. Hristiyanlık Avrupa’da mevzubahis olmadığı için dilerseniz buna Emperyalizmin Son Karakolu da diyebilirsiniz. Burada kullanılacak söylem önemli. Aynı terimlerde karar kılıp, akademi, siyaset, medya ve halk aynı şekilde tanımlama yapmalı ki bir söz, söyleme dönüşsün ve kalıcı hale gelsin.
İsrail, Hollywood’tan mülhem "Pallywood" ismini verdikleri hesaplarla Gazze görüntülerini stüdyo ürünü olarak göstermiyor ve cürümü gizleme ve ileride tarih yazacaklara görgü tanığı kanıtları bırakma çabasındalar. Bu bağlamda, Müslüman coğrafya ilk dersi buradan çıkarmalı: Tarihî hafızayı kaybetmek, işgale karşı direnci zayıflatır. Haçlılar gibi, İsrail de "yerleşimci" bir yapı üzerine kurulu. Bu yerleşimciler işgalcidir. Uluslararası politika ne olmalı bilmiyorum. Bizler de yani sivil halk, siyasiler gibi dikkatli cümleler kurmak zorunda değiliz. İki devletli çözümü hukukçular-siyasetçiler kendi aralarında konuşabilirler. Ancak, halkın talebi işgalin son bulması ve işgalcilerin işgal ettikleri topraklardan çıkmaları ve geldikleri ülkelere geri dönme yönünde olmalıdır. Çünkü bu kangren, bu patolojik durum bir ateşkes ya da barış antlaşmasıyla ancak bir süreliğini durdurulabilir. Sorunlar, ertelenerek çözülmez.
Kendimize dönecek olursak, bugün Müslümanların en büyük problemi birlik eksikliğidir. Ben hep şunu söylüyorum: Yerelde Kemalizm, bölgede Siyonizm, küreselde Emperyalizm. Bunlarla mücadele etmeden varlığımızı koruyamayız. Ümmetin büyük kısmı kendi iç hesaplaşmalarının peşinde. STK’ların bile kendi çapında alan rekabetleri var. Bunlar işgalin oksijeni. İran’dan bir şey beklemek hamakattır. Arap dünyasındaki akamete uğrayan İsrail ile normalleşme çabaları ihanetten başka bir şey değildir.
Bir diğer zaaf stratejik hazırlıksızlıktır. İsrail’in zayıf olduğu nokta kara savaşıdır. Buna rağmen Müslüman ülkeler koordineli bir strateji geliştiremiyor. Çünkü samimi değiller. Samimi olanlar da hazır değiller. Zamanı geldiğinde yapılması gereken bellidir: İsrail’in içine intifada tetiklenmeli, Suriye ve Ürdün üzerinden milisler sızdırılmalı, Refah kapısı açılmalı, Türkiye lojistik destek vermelidir. İsrail, sandığı gibi her noktada mutlak hâkim değil; “İsviçre peyniri gibi delik deşik” bir egemenliği vardır.
Üçüncü zaaf ahlaki ve dini çöküş. Peygamberimizin uyardığı şeyleri yaşıyoruz.
Resûlullah ﷺ şöyle buyurmuştu:
“Size beş şeyin aranızda meydana gelmesi hâlinde hâliniz nice olur! Allah’a sığınırım ki bunlar sizin içinizde ortaya çıkmasın veya siz onlara erişmeyesiniz:
1.Bir toplumda fuhuş, hayasızlık yayılıp alenen işlenmeye başlanınca, mutlaka onların içinde salgın hastalık ve geçmişlerinde görülmeyen yeni hastalıklar ortaya çıkar.
2.Bir toplum zekâtı vermezse, gökten yağmur kesilir; eğer hayvanlar olmasa, onlara hiç yağmur yağmaz.
3.Bir toplum ölçü ve tartıyı eksiltirse, mutlaka kıtlık yılları, geçim zorlukları ve zalim yöneticilerle imtihan edilir.
4.Yöneticileri Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, Allah onların üzerine düşmanlarını musallat eder; düşmanlar onların ellerindekinin bir kısmını alır.
5.Bir toplum Allah’ın Kitabı’nı ve Peygamberinin sünnetini terk ederse, Allah onların gücünü birbirlerine karşı kullanır (kendi aralarında çatışma ve fitne çıkarır).” (İbn Mâce, Sünen; Hâkim, el-Müstedrek). Allah’tan korkmalı ve bir an önce kendimize gelecek bir süreci başlatmalıyız.
Diğer taraftan bir de propaganda cephesi var. İsrail yalanla, montajla, algıyla sahayı domine ediyor. Buna karşı bizim gençlerimiz, özellikle Batı dillerinde daha güçlü bir dijital mücadele vermek zorunda. Az çok demeden mücadeleye omuz vermeliyiz. İngilizce içerik üretmeyi ve bu alana yüklenmeyi öneriyorum. Ayrıca akademide de benzer bir kuşatma var. İsrail ve destekçileri literatürü filtreliyor, alternatif sesleri bastırıyor. Buna karşı Müslüman akademisyenlerin ortak bir direniş hattı kurması gerekiyor. Bugünlerle ilgili yüzlerce makale yayımlanması gerekirdi. Medya da aynı şekilde çabalamalı. Sadece şu Gazze’de devam eden sistematik açlıkla ilgili belge ve delil olacak mahiyette belgeseller çıkmalıydı. Savaşın tek bir cephesi yok. Niyeti olana alan çok. Sonuçları kestirmek zorunda da değiliz. Bölge uzmanlarını çuvallatacak işler yapabiliriz. Her halükarda taraf olmak ve elinden geleni yapmak bile yeter. Tarafsız ve sessiz olmayı seçecek kadar alçalmış da olabilirdik. Uğraşmaya devam edeceğiz başka çaremiz yok. Ateş bacayı sarmadan, büyük karşılaşma başlamadan eksikliklerimizi gidermek zorundayız. Üstümüze düşen vazifeyi yerine getirirsek, ölsek de yenilsek de gam yemeyiz.
Analiz
Gözümüzün önünde, aynı sahnenin varyasyonlarını tekrar tekrar izliyoruz: yıkım, yerinden edilme, müzakere adı altında oyalama ve “güvenlik” gerekçesiyle sınırsız şiddet. Gazze bu döngünün en yoğunlaştığı ve dünyanın çivisinin alenen çıktığı yer. Batı iki yüzlülüğünün suç üstü edildiği, uluslararası kurumların iflas bayrağı açtığı yer tam olarak Gazze. Fakat Gazze, yalnızca bir coğrafyanın adı değil; bir aynadır. Bu ayna, Avrupalıların Avrupalılığını, sorguladığı gibi Müslümanların da Müslümanlığını sorguluyor.
Haçlı seferleri tecrübesi, doğrudan bugüne tercüme edilen bir reçete değildir; fakat iki temel ders bırakır. Birincisi, yerleşimci düzenler, sürekli dış destek ve içeride parçalanmış bir muhalefet ile ayakta kalır. İkincisi, siyasi süreklilik ve toplumsal direnç birleşmeden işgal bertaraf edilemez. Bizim açımızdan hafıza, slogan değil kurumsal bir işleyiş olmalı. Arşivlenen her tanıklık, her video kaydı, her vakfiye, her yıkım ve ölüm; sadece duygusal değil, hukuki ve diplomatik bir sermayedir. Gazze’den çıkarılacak ilk ders budur: Anlatıyı günübirlik bir öfke diliyle değil, senelerce işleyebileceğimiz bir delil rejimiyle kurmak ve hafızayı daima tazelemek. Behemehal Filistin Dijital Arşivleri için bölgesel bir konsorsiyum kurmak; üniversiteler, barolar ve STK’lar arasında standart bir tescil ve belgeleme sistemiyle delil zinciri oluşturmak. Bu, hem adli süreçlere hem de uluslararası kamuoyunda anlatıya dayanak olur.
Haçlılar, 1099’da Kudüs Krallığı’nı kurdular; şehri 88 yıl ellerinde tuttular. Sonra şehri kaybedip Akka’ya taşındılar ve neticede 1291’e kadar 192 yıl bölgede kaldılar. Bir diğer Haçlı karakolu olan İsrail, 1948’de kuruldu. Onlar da yıkılacak. Bu zorunlu bir durum. İsrail'i modern bir Haçlı karakoludur. Hristiyanlık Avrupa’da mevzubahis olmadığı için dilerseniz buna Emperyalizmin Son Karakolu da diyebilirsiniz. Burada kullanılacak söylem önemli. Aynı terimlerde karar kılıp, akademi, siyaset, medya ve halk aynı şekilde tanımlama yapmalı ki bir söz, söyleme dönüşsün ve kalıcı hale gelsin.
İsrail, Hollywood’tan mülhem "Pallywood" ismini verdikleri hesaplarla Gazze görüntülerini stüdyo ürünü olarak göstermiyor ve cürümü gizleme ve ileride tarih yazacaklara görgü tanığı kanıtları bırakma çabasındalar. Bu bağlamda, Müslüman coğrafya ilk dersi buradan çıkarmalı: Tarihî hafızayı kaybetmek, işgale karşı direnci zayıflatır. Haçlılar gibi, İsrail de "yerleşimci" bir yapı üzerine kurulu. Bu yerleşimciler işgalcidir. Uluslararası politika ne olmalı bilmiyorum. Bizler de yani sivil halk, siyasiler gibi dikkatli cümleler kurmak zorunda değiliz. İki devletli çözümü hukukçular-siyasetçiler kendi aralarında konuşabilirler. Ancak, halkın talebi işgalin son bulması ve işgalcilerin işgal ettikleri topraklardan çıkmaları ve geldikleri ülkelere geri dönme yönünde olmalıdır. Çünkü bu kangren, bu patolojik durum bir ateşkes ya da barış antlaşmasıyla ancak bir süreliğini durdurulabilir. Sorunlar, ertelenerek çözülmez.
Kendimize dönecek olursak, bugün Müslümanların en büyük problemi birlik eksikliğidir. Ben hep şunu söylüyorum: Yerelde Kemalizm, bölgede Siyonizm, küreselde Emperyalizm. Bunlarla mücadele etmeden varlığımızı koruyamayız. Ümmetin büyük kısmı kendi iç hesaplaşmalarının peşinde. STK’ların bile kendi çapında alan rekabetleri var. Bunlar işgalin oksijeni. İran’dan bir şey beklemek hamakattır. Arap dünyasındaki akamete uğrayan İsrail ile normalleşme çabaları ihanetten başka bir şey değildir.
Bir diğer zaaf stratejik hazırlıksızlıktır. İsrail’in zayıf olduğu nokta kara savaşıdır. Buna rağmen Müslüman ülkeler koordineli bir strateji geliştiremiyor. Çünkü samimi değiller. Samimi olanlar da hazır değiller. Zamanı geldiğinde yapılması gereken bellidir: İsrail’in içine intifada tetiklenmeli, Suriye ve Ürdün üzerinden milisler sızdırılmalı, Refah kapısı açılmalı, Türkiye lojistik destek vermelidir. İsrail, sandığı gibi her noktada mutlak hâkim değil; “İsviçre peyniri gibi delik deşik” bir egemenliği vardır.
Üçüncü zaaf ahlaki ve dini çöküş. Peygamberimizin uyardığı şeyleri yaşıyoruz.
Resûlullah ﷺ şöyle buyurmuştu:
“Size beş şeyin aranızda meydana gelmesi hâlinde hâliniz nice olur! Allah’a sığınırım ki bunlar sizin içinizde ortaya çıkmasın veya siz onlara erişmeyesiniz:
1.Bir toplumda fuhuş, hayasızlık yayılıp alenen işlenmeye başlanınca, mutlaka onların içinde salgın hastalık ve geçmişlerinde görülmeyen yeni hastalıklar ortaya çıkar.
2.Bir toplum zekâtı vermezse, gökten yağmur kesilir; eğer hayvanlar olmasa, onlara hiç yağmur yağmaz.
3.Bir toplum ölçü ve tartıyı eksiltirse, mutlaka kıtlık yılları, geçim zorlukları ve zalim yöneticilerle imtihan edilir.
4.Yöneticileri Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, Allah onların üzerine düşmanlarını musallat eder; düşmanlar onların ellerindekinin bir kısmını alır.
5.Bir toplum Allah’ın Kitabı’nı ve Peygamberinin sünnetini terk ederse, Allah onların gücünü birbirlerine karşı kullanır (kendi aralarında çatışma ve fitne çıkarır).” (İbn Mâce, Sünen; Hâkim, el-Müstedrek). Allah’tan korkmalı ve bir an önce kendimize gelecek bir süreci başlatmalıyız.
Diğer taraftan bir de propaganda cephesi var. İsrail yalanla, montajla, algıyla sahayı domine ediyor. Buna karşı bizim gençlerimiz, özellikle Batı dillerinde daha güçlü bir dijital mücadele vermek zorunda. Az çok demeden mücadeleye omuz vermeliyiz. İngilizce içerik üretmeyi ve bu alana yüklenmeyi öneriyorum. Ayrıca akademide de benzer bir kuşatma var. İsrail ve destekçileri literatürü filtreliyor, alternatif sesleri bastırıyor. Buna karşı Müslüman akademisyenlerin ortak bir direniş hattı kurması gerekiyor. Bugünlerle ilgili yüzlerce makale yayımlanması gerekirdi. Medya da aynı şekilde çabalamalı. Sadece şu Gazze’de devam eden sistematik açlıkla ilgili belge ve delil olacak mahiyette belgeseller çıkmalıydı. Savaşın tek bir cephesi yok. Niyeti olana alan çok. Sonuçları kestirmek zorunda da değiliz. Bölge uzmanlarını çuvallatacak işler yapabiliriz. Her halükarda taraf olmak ve elinden geleni yapmak bile yeter. Tarafsız ve sessiz olmayı seçecek kadar alçalmış da olabilirdik. Uğraşmaya devam edeceğiz başka çaremiz yok. Ateş bacayı sarmadan, büyük karşılaşma başlamadan eksikliklerimizi gidermek zorundayız. Üstümüze düşen vazifeyi yerine getirirsek, ölsek de yenilsek de gam yemeyiz.
Analiz
Gözümüzün önünde, aynı sahnenin varyasyonlarını tekrar tekrar izliyoruz: yıkım, yerinden edilme, müzakere adı altında oyalama ve “güvenlik” gerekçesiyle sınırsız şiddet. Gazze bu döngünün en yoğunlaştığı ve dünyanın çivisinin alenen çıktığı yer. Batı iki yüzlülüğünün suç üstü edildiği, uluslararası kurumların iflas bayrağı açtığı yer tam olarak Gazze. Fakat Gazze, yalnızca bir coğrafyanın adı değil; bir aynadır. Bu ayna, Avrupalıların Avrupalılığını, sorguladığı gibi Müslümanların da Müslümanlığını sorguluyor.
Haçlı seferleri tecrübesi, doğrudan bugüne tercüme edilen bir reçete değildir; fakat iki temel ders bırakır. Birincisi, yerleşimci düzenler, sürekli dış destek ve içeride parçalanmış bir muhalefet ile ayakta kalır. İkincisi, siyasi süreklilik ve toplumsal direnç birleşmeden işgal bertaraf edilemez. Bizim açımızdan hafıza, slogan değil kurumsal bir işleyiş olmalı. Arşivlenen her tanıklık, her video kaydı, her vakfiye, her yıkım ve ölüm; sadece duygusal değil, hukuki ve diplomatik bir sermayedir. Gazze’den çıkarılacak ilk ders budur: Anlatıyı günübirlik bir öfke diliyle değil, senelerce işleyebileceğimiz bir delil rejimiyle kurmak ve hafızayı daima tazelemek. Behemehal Filistin Dijital Arşivleri için bölgesel bir konsorsiyum kurmak; üniversiteler, barolar ve STK’lar arasında standart bir tescil ve belgeleme sistemiyle delil zinciri oluşturmak. Bu, hem adli süreçlere hem de uluslararası kamuoyunda anlatıya dayanak olur.
Haçlılar, 1099’da Kudüs Krallığı’nı kurdular; şehri 88 yıl ellerinde tuttular. Sonra şehri kaybedip Akka’ya taşındılar ve neticede 1291’e kadar 192 yıl bölgede kaldılar. Bir diğer Haçlı karakolu olan İsrail, 1948’de kuruldu. Onlar da yıkılacak. Bu zorunlu bir durum. İsrail'i modern bir Haçlı karakoludur. Hristiyanlık Avrupa’da mevzubahis olmadığı için dilerseniz buna Emperyalizmin Son Karakolu da diyebilirsiniz. Burada kullanılacak söylem önemli. Aynı terimlerde karar kılıp, akademi, siyaset, medya ve halk aynı şekilde tanımlama yapmalı ki bir söz, söyleme dönüşsün ve kalıcı hale gelsin.
İsrail, Hollywood’tan mülhem "Pallywood" ismini verdikleri hesaplarla Gazze görüntülerini stüdyo ürünü olarak göstermiyor ve cürümü gizleme ve ileride tarih yazacaklara görgü tanığı kanıtları bırakma çabasındalar. Bu bağlamda, Müslüman coğrafya ilk dersi buradan çıkarmalı: Tarihî hafızayı kaybetmek, işgale karşı direnci zayıflatır. Haçlılar gibi, İsrail de "yerleşimci" bir yapı üzerine kurulu. Bu yerleşimciler işgalcidir. Uluslararası politika ne olmalı bilmiyorum. Bizler de yani sivil halk, siyasiler gibi dikkatli cümleler kurmak zorunda değiliz. İki devletli çözümü hukukçular-siyasetçiler kendi aralarında konuşabilirler. Ancak, halkın talebi işgalin son bulması ve işgalcilerin işgal ettikleri topraklardan çıkmaları ve geldikleri ülkelere geri dönme yönünde olmalıdır. Çünkü bu kangren, bu patolojik durum bir ateşkes ya da barış antlaşmasıyla ancak bir süreliğini durdurulabilir. Sorunlar, ertelenerek çözülmez.
Kendimize dönecek olursak, bugün Müslümanların en büyük problemi birlik eksikliğidir. Ben hep şunu söylüyorum: Yerelde Kemalizm, bölgede Siyonizm, küreselde Emperyalizm. Bunlarla mücadele etmeden varlığımızı koruyamayız. Ümmetin büyük kısmı kendi iç hesaplaşmalarının peşinde. STK’ların bile kendi çapında alan rekabetleri var. Bunlar işgalin oksijeni. İran’dan bir şey beklemek hamakattır. Arap dünyasındaki akamete uğrayan İsrail ile normalleşme çabaları ihanetten başka bir şey değildir.
Bir diğer zaaf stratejik hazırlıksızlıktır. İsrail’in zayıf olduğu nokta kara savaşıdır. Buna rağmen Müslüman ülkeler koordineli bir strateji geliştiremiyor. Çünkü samimi değiller. Samimi olanlar da hazır değiller. Zamanı geldiğinde yapılması gereken bellidir: İsrail’in içine intifada tetiklenmeli, Suriye ve Ürdün üzerinden milisler sızdırılmalı, Refah kapısı açılmalı, Türkiye lojistik destek vermelidir. İsrail, sandığı gibi her noktada mutlak hâkim değil; “İsviçre peyniri gibi delik deşik” bir egemenliği vardır.
Üçüncü zaaf ahlaki ve dini çöküş. Peygamberimizin uyardığı şeyleri yaşıyoruz.
Resûlullah ﷺ şöyle buyurmuştu:
“Size beş şeyin aranızda meydana gelmesi hâlinde hâliniz nice olur! Allah’a sığınırım ki bunlar sizin içinizde ortaya çıkmasın veya siz onlara erişmeyesiniz:
1.Bir toplumda fuhuş, hayasızlık yayılıp alenen işlenmeye başlanınca, mutlaka onların içinde salgın hastalık ve geçmişlerinde görülmeyen yeni hastalıklar ortaya çıkar.
2.Bir toplum zekâtı vermezse, gökten yağmur kesilir; eğer hayvanlar olmasa, onlara hiç yağmur yağmaz.
3.Bir toplum ölçü ve tartıyı eksiltirse, mutlaka kıtlık yılları, geçim zorlukları ve zalim yöneticilerle imtihan edilir.
4.Yöneticileri Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, Allah onların üzerine düşmanlarını musallat eder; düşmanlar onların ellerindekinin bir kısmını alır.
5.Bir toplum Allah’ın Kitabı’nı ve Peygamberinin sünnetini terk ederse, Allah onların gücünü birbirlerine karşı kullanır (kendi aralarında çatışma ve fitne çıkarır).” (İbn Mâce, Sünen; Hâkim, el-Müstedrek). Allah’tan korkmalı ve bir an önce kendimize gelecek bir süreci başlatmalıyız.
Diğer taraftan bir de propaganda cephesi var. İsrail yalanla, montajla, algıyla sahayı domine ediyor. Buna karşı bizim gençlerimiz, özellikle Batı dillerinde daha güçlü bir dijital mücadele vermek zorunda. Az çok demeden mücadeleye omuz vermeliyiz. İngilizce içerik üretmeyi ve bu alana yüklenmeyi öneriyorum. Ayrıca akademide de benzer bir kuşatma var. İsrail ve destekçileri literatürü filtreliyor, alternatif sesleri bastırıyor. Buna karşı Müslüman akademisyenlerin ortak bir direniş hattı kurması gerekiyor. Bugünlerle ilgili yüzlerce makale yayımlanması gerekirdi. Medya da aynı şekilde çabalamalı. Sadece şu Gazze’de devam eden sistematik açlıkla ilgili belge ve delil olacak mahiyette belgeseller çıkmalıydı. Savaşın tek bir cephesi yok. Niyeti olana alan çok. Sonuçları kestirmek zorunda da değiliz. Bölge uzmanlarını çuvallatacak işler yapabiliriz. Her halükarda taraf olmak ve elinden geleni yapmak bile yeter. Tarafsız ve sessiz olmayı seçecek kadar alçalmış da olabilirdik. Uğraşmaya devam edeceğiz başka çaremiz yok. Ateş bacayı sarmadan, büyük karşılaşma başlamadan eksikliklerimizi gidermek zorundayız. Üstümüze düşen vazifeyi yerine getirirsek, ölsek de yenilsek de gam yemeyiz.
Analiz
Gözümüzün önünde, aynı sahnenin varyasyonlarını tekrar tekrar izliyoruz: yıkım, yerinden edilme, müzakere adı altında oyalama ve “güvenlik” gerekçesiyle sınırsız şiddet. Gazze bu döngünün en yoğunlaştığı ve dünyanın çivisinin alenen çıktığı yer. Batı iki yüzlülüğünün suç üstü edildiği, uluslararası kurumların iflas bayrağı açtığı yer tam olarak Gazze. Fakat Gazze, yalnızca bir coğrafyanın adı değil; bir aynadır. Bu ayna, Avrupalıların Avrupalılığını, sorguladığı gibi Müslümanların da Müslümanlığını sorguluyor.
Haçlı seferleri tecrübesi, doğrudan bugüne tercüme edilen bir reçete değildir; fakat iki temel ders bırakır. Birincisi, yerleşimci düzenler, sürekli dış destek ve içeride parçalanmış bir muhalefet ile ayakta kalır. İkincisi, siyasi süreklilik ve toplumsal direnç birleşmeden işgal bertaraf edilemez. Bizim açımızdan hafıza, slogan değil kurumsal bir işleyiş olmalı. Arşivlenen her tanıklık, her video kaydı, her vakfiye, her yıkım ve ölüm; sadece duygusal değil, hukuki ve diplomatik bir sermayedir. Gazze’den çıkarılacak ilk ders budur: Anlatıyı günübirlik bir öfke diliyle değil, senelerce işleyebileceğimiz bir delil rejimiyle kurmak ve hafızayı daima tazelemek. Behemehal Filistin Dijital Arşivleri için bölgesel bir konsorsiyum kurmak; üniversiteler, barolar ve STK’lar arasında standart bir tescil ve belgeleme sistemiyle delil zinciri oluşturmak. Bu, hem adli süreçlere hem de uluslararası kamuoyunda anlatıya dayanak olur.
Haçlılar, 1099’da Kudüs Krallığı’nı kurdular; şehri 88 yıl ellerinde tuttular. Sonra şehri kaybedip Akka’ya taşındılar ve neticede 1291’e kadar 192 yıl bölgede kaldılar. Bir diğer Haçlı karakolu olan İsrail, 1948’de kuruldu. Onlar da yıkılacak. Bu zorunlu bir durum. İsrail'i modern bir Haçlı karakoludur. Hristiyanlık Avrupa’da mevzubahis olmadığı için dilerseniz buna Emperyalizmin Son Karakolu da diyebilirsiniz. Burada kullanılacak söylem önemli. Aynı terimlerde karar kılıp, akademi, siyaset, medya ve halk aynı şekilde tanımlama yapmalı ki bir söz, söyleme dönüşsün ve kalıcı hale gelsin.
İsrail, Hollywood’tan mülhem "Pallywood" ismini verdikleri hesaplarla Gazze görüntülerini stüdyo ürünü olarak göstermiyor ve cürümü gizleme ve ileride tarih yazacaklara görgü tanığı kanıtları bırakma çabasındalar. Bu bağlamda, Müslüman coğrafya ilk dersi buradan çıkarmalı: Tarihî hafızayı kaybetmek, işgale karşı direnci zayıflatır. Haçlılar gibi, İsrail de "yerleşimci" bir yapı üzerine kurulu. Bu yerleşimciler işgalcidir. Uluslararası politika ne olmalı bilmiyorum. Bizler de yani sivil halk, siyasiler gibi dikkatli cümleler kurmak zorunda değiliz. İki devletli çözümü hukukçular-siyasetçiler kendi aralarında konuşabilirler. Ancak, halkın talebi işgalin son bulması ve işgalcilerin işgal ettikleri topraklardan çıkmaları ve geldikleri ülkelere geri dönme yönünde olmalıdır. Çünkü bu kangren, bu patolojik durum bir ateşkes ya da barış antlaşmasıyla ancak bir süreliğini durdurulabilir. Sorunlar, ertelenerek çözülmez.
Kendimize dönecek olursak, bugün Müslümanların en büyük problemi birlik eksikliğidir. Ben hep şunu söylüyorum: Yerelde Kemalizm, bölgede Siyonizm, küreselde Emperyalizm. Bunlarla mücadele etmeden varlığımızı koruyamayız. Ümmetin büyük kısmı kendi iç hesaplaşmalarının peşinde. STK’ların bile kendi çapında alan rekabetleri var. Bunlar işgalin oksijeni. İran’dan bir şey beklemek hamakattır. Arap dünyasındaki akamete uğrayan İsrail ile normalleşme çabaları ihanetten başka bir şey değildir.
Bir diğer zaaf stratejik hazırlıksızlıktır. İsrail’in zayıf olduğu nokta kara savaşıdır. Buna rağmen Müslüman ülkeler koordineli bir strateji geliştiremiyor. Çünkü samimi değiller. Samimi olanlar da hazır değiller. Zamanı geldiğinde yapılması gereken bellidir: İsrail’in içine intifada tetiklenmeli, Suriye ve Ürdün üzerinden milisler sızdırılmalı, Refah kapısı açılmalı, Türkiye lojistik destek vermelidir. İsrail, sandığı gibi her noktada mutlak hâkim değil; “İsviçre peyniri gibi delik deşik” bir egemenliği vardır.
Üçüncü zaaf ahlaki ve dini çöküş. Peygamberimizin uyardığı şeyleri yaşıyoruz.
Resûlullah ﷺ şöyle buyurmuştu:
“Size beş şeyin aranızda meydana gelmesi hâlinde hâliniz nice olur! Allah’a sığınırım ki bunlar sizin içinizde ortaya çıkmasın veya siz onlara erişmeyesiniz:
1.Bir toplumda fuhuş, hayasızlık yayılıp alenen işlenmeye başlanınca, mutlaka onların içinde salgın hastalık ve geçmişlerinde görülmeyen yeni hastalıklar ortaya çıkar.
2.Bir toplum zekâtı vermezse, gökten yağmur kesilir; eğer hayvanlar olmasa, onlara hiç yağmur yağmaz.
3.Bir toplum ölçü ve tartıyı eksiltirse, mutlaka kıtlık yılları, geçim zorlukları ve zalim yöneticilerle imtihan edilir.
4.Yöneticileri Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, Allah onların üzerine düşmanlarını musallat eder; düşmanlar onların ellerindekinin bir kısmını alır.
5.Bir toplum Allah’ın Kitabı’nı ve Peygamberinin sünnetini terk ederse, Allah onların gücünü birbirlerine karşı kullanır (kendi aralarında çatışma ve fitne çıkarır).” (İbn Mâce, Sünen; Hâkim, el-Müstedrek). Allah’tan korkmalı ve bir an önce kendimize gelecek bir süreci başlatmalıyız.
Diğer taraftan bir de propaganda cephesi var. İsrail yalanla, montajla, algıyla sahayı domine ediyor. Buna karşı bizim gençlerimiz, özellikle Batı dillerinde daha güçlü bir dijital mücadele vermek zorunda. Az çok demeden mücadeleye omuz vermeliyiz. İngilizce içerik üretmeyi ve bu alana yüklenmeyi öneriyorum. Ayrıca akademide de benzer bir kuşatma var. İsrail ve destekçileri literatürü filtreliyor, alternatif sesleri bastırıyor. Buna karşı Müslüman akademisyenlerin ortak bir direniş hattı kurması gerekiyor. Bugünlerle ilgili yüzlerce makale yayımlanması gerekirdi. Medya da aynı şekilde çabalamalı. Sadece şu Gazze’de devam eden sistematik açlıkla ilgili belge ve delil olacak mahiyette belgeseller çıkmalıydı. Savaşın tek bir cephesi yok. Niyeti olana alan çok. Sonuçları kestirmek zorunda da değiliz. Bölge uzmanlarını çuvallatacak işler yapabiliriz. Her halükarda taraf olmak ve elinden geleni yapmak bile yeter. Tarafsız ve sessiz olmayı seçecek kadar alçalmış da olabilirdik. Uğraşmaya devam edeceğiz başka çaremiz yok. Ateş bacayı sarmadan, büyük karşılaşma başlamadan eksikliklerimizi gidermek zorundayız. Üstümüze düşen vazifeyi yerine getirirsek, ölsek de yenilsek de gam yemeyiz.
Bu Sayfada:
title
title
title
İlginizi çekebilir
İlginizi çekebilir
İlginizi çekebilir
