


Analiz
Mutlak kötülük, insanlığın vicdan terazisini paramparça eden, akıl ve iz’an ölçülerini altüst eden bir kudret olarak tarih boyunca farklı suretlerde karşımıza çıkmıştır. Nice çağlarda zalim imparatorlukların tank gibi ağır adımlarında, nice devirlerde topyekûn yok etmeyi hedefleyen orduların yaktığı şehirlerde, nice dönemde insanı sırf kimliğinden, inancından, varlığından ötürü hedef tahtasına çakan sistematik zulümlerde… Mutlak kötülük, tarihin her devresinde kendine yeni bir kıyafet bulmuş, fakat mahiyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Bugün, gözlerimizin önünde, kameraların soğuk objektiflerine takılan sahnelerde gördüğümüz manzara; işte tam da bu mutlak kötülüğün çağdaş tezahürüdür. Gazze’de, Filistin’in toprağına kök salmış o kadim şehirlerde işlenen zulüm, yalnızca bir politik hesaplaşma yahut sıradan bir savaş meselesi değildir. Çocukların açlıktan çırpındığı, annelerin evlatsız kaldığı, babaların ailelerini kaybedip taş yığınlarının başında sessizce ağladığı bu tablo; insanlığın kendine yabancılaştığı, kalbini ve ruhunu kararttığı bir felakettir. Böyle bir felaketin önünde susmak, yalnızca zulme ortak olmak değil, insanlıktan payını kaybetmek demektir.
Aksa Tufanı, işte böylesi bir mutlak kötülüğe karşı açılmış savaşın adıdır. Tufan metaforu, yalnızca bir askerî operasyonun adı değil, aynı zamanda sembolik bir nidadır: Yeryüzünde zulmün ve fesadın kurduğu barajı yıkacak, temizleyici ve sarsıcı bir sel. Bu tufan, mazlumların üzerine çöken korku ve baskıyı dağıtmayı hedeflediği gibi, zalimin kibir kulelerini de yerle bir etmeyi murat eder. Çünkü zulmün karşısına dikilen her direniş, yalnızca toprak parçası için değil, aynı zamanda insanlığın en temel değerleri için verilmiş bir mücadeledir.
Unutulmamalıdır ki, mutlak kötülüğe karşı açılan savaş, sayılarla, istatistiklerle yahut coğrafî koordinatlarla ifade edilemez. Bu savaşın özünde, “insan”ın ne olduğuna, insanlık onurunun nasıl korunacağına dair bir hesaplaşma vardır. Bugün Gazze’de akan kan, yalnızca bir bölgenin meselesi değildir; her vicdan sahibi için insanlığın kalbine saplanan hançerdir. Ve bu hançeri yerinden çekmek, ancak zulme karşı seferber olmuş küresel bir ahlâkî uyanışla mümkündür.
Mutlak kötülük, daima kendini meşrulaştırma çabası içinde olmuştur. “Güvenlik” söylemleri, “medeniyet” maskeleri, “ilerleme” vaatleri. Bunların hepsi, yeryüzünde işlenen katliamları örtmek için kullanılan kalın perdelerden ibarettir. Oysa hakikat güneşi, bu perdelerin arkasında da ışığını sürdürür. Filistin’in çığlığı, yalnızca coğrafî bir noktadan değil, bütün bir insanlığın vicdanından yükselmektedir. Aksa Tufanı, bu çığlığa verilen cevabın adıdır: “Artık yeter! Zulüm, ne kadar güçlenirse güçlensin, insanlık da o kadar direnecek!”
Tarih boyunca her mutlak kötülüğün sonu gelmiştir. Firavun’un orduları, Nemrud’un kuleleri, Hitler’in tankları. Hepsi bir zamanlar yenilmez addedilirken, şimdi yalnızca ibretlik satırlar olarak tarih kitaplarının sayfalarında duruyor. Bugün de zulmün silahları, uçakları, bombaları vardır. Ama mazlumun elinde sabır, iman, direnç ve hakikatin saf gücü vardır. Aksa Tufanı, işte bu saf gücün mücessem halidir. Zulüm, kısa vadede galip görünse de, uzun vadede hakikate boyun eğmekten kurtulamamıştır ve kurtulamayacaktır.
Bu tufanın hedefi yalnızca bir siyasî oluşumu, bir orduyu yahut bir ideolojiyi yıkmak değil; yeryüzünde sistematik hale getirilmiş, küresel güçlerce desteklenen bir kötülük düzenini sorgulamaktır. Dünyanın gözü önünde süren bu soykırım, bütün insanlığa şu soruyu sorar: “İnsanlık onuru nerede başlar ve nerede biter?” İşte bu soruya verilecek cevap, herkesin kendi vicdanında vereceği sınavdır. Aksa Tufanı, bu sınavda tarafsızlığın mümkün olmadığını ilan eder.
Zira mutlak kötülük karşısında tarafsız kalmak, kötülüğün en gizli destekçisi olmaktır. İnsan, zulmün ortasında “ben karışmam” diyemez; dediği anda zulmün paydaşı olur. Aksa Tufanı, işte bu pasifleşmiş ve uyuşmuş vicdanlara da bir çağrıdır: Uyan! Zulmün karşısında susma! Mazlumun yanında yer al!
Belki bu tufan, hemen yarın zaferle sonuçlanmayacaktır. Belki bu tufan, daha çok acı, daha çok kayıp, daha çok gözyaşı getirecektir. Ama tarih bize şunu öğretmiştir: Zulüm payidar olmaz. Mutlak kötülüğün hükmü ne kadar sürerse sürsün, sonunda mazlumun duası, zalimin tankından daha güçlüdür. Ve insanlık, vicdanını kaybetmediği sürece, mutlaka yeni bir diriliş sayfası açar.
Aksa Tufanı, işte bu dirilişin ilk satırıdır. Yeryüzünün vicdanlıları için bir çağrı, bir haykırış, bir silkiniş. Mutlak kötülüğe karşı açılmış bu savaş, yalnızca Filistin’in değil, bütün insanlığın savaşıdır.
Analiz
Mutlak kötülük, insanlığın vicdan terazisini paramparça eden, akıl ve iz’an ölçülerini altüst eden bir kudret olarak tarih boyunca farklı suretlerde karşımıza çıkmıştır. Nice çağlarda zalim imparatorlukların tank gibi ağır adımlarında, nice devirlerde topyekûn yok etmeyi hedefleyen orduların yaktığı şehirlerde, nice dönemde insanı sırf kimliğinden, inancından, varlığından ötürü hedef tahtasına çakan sistematik zulümlerde… Mutlak kötülük, tarihin her devresinde kendine yeni bir kıyafet bulmuş, fakat mahiyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Bugün, gözlerimizin önünde, kameraların soğuk objektiflerine takılan sahnelerde gördüğümüz manzara; işte tam da bu mutlak kötülüğün çağdaş tezahürüdür. Gazze’de, Filistin’in toprağına kök salmış o kadim şehirlerde işlenen zulüm, yalnızca bir politik hesaplaşma yahut sıradan bir savaş meselesi değildir. Çocukların açlıktan çırpındığı, annelerin evlatsız kaldığı, babaların ailelerini kaybedip taş yığınlarının başında sessizce ağladığı bu tablo; insanlığın kendine yabancılaştığı, kalbini ve ruhunu kararttığı bir felakettir. Böyle bir felaketin önünde susmak, yalnızca zulme ortak olmak değil, insanlıktan payını kaybetmek demektir.
Aksa Tufanı, işte böylesi bir mutlak kötülüğe karşı açılmış savaşın adıdır. Tufan metaforu, yalnızca bir askerî operasyonun adı değil, aynı zamanda sembolik bir nidadır: Yeryüzünde zulmün ve fesadın kurduğu barajı yıkacak, temizleyici ve sarsıcı bir sel. Bu tufan, mazlumların üzerine çöken korku ve baskıyı dağıtmayı hedeflediği gibi, zalimin kibir kulelerini de yerle bir etmeyi murat eder. Çünkü zulmün karşısına dikilen her direniş, yalnızca toprak parçası için değil, aynı zamanda insanlığın en temel değerleri için verilmiş bir mücadeledir.
Unutulmamalıdır ki, mutlak kötülüğe karşı açılan savaş, sayılarla, istatistiklerle yahut coğrafî koordinatlarla ifade edilemez. Bu savaşın özünde, “insan”ın ne olduğuna, insanlık onurunun nasıl korunacağına dair bir hesaplaşma vardır. Bugün Gazze’de akan kan, yalnızca bir bölgenin meselesi değildir; her vicdan sahibi için insanlığın kalbine saplanan hançerdir. Ve bu hançeri yerinden çekmek, ancak zulme karşı seferber olmuş küresel bir ahlâkî uyanışla mümkündür.
Mutlak kötülük, daima kendini meşrulaştırma çabası içinde olmuştur. “Güvenlik” söylemleri, “medeniyet” maskeleri, “ilerleme” vaatleri. Bunların hepsi, yeryüzünde işlenen katliamları örtmek için kullanılan kalın perdelerden ibarettir. Oysa hakikat güneşi, bu perdelerin arkasında da ışığını sürdürür. Filistin’in çığlığı, yalnızca coğrafî bir noktadan değil, bütün bir insanlığın vicdanından yükselmektedir. Aksa Tufanı, bu çığlığa verilen cevabın adıdır: “Artık yeter! Zulüm, ne kadar güçlenirse güçlensin, insanlık da o kadar direnecek!”
Tarih boyunca her mutlak kötülüğün sonu gelmiştir. Firavun’un orduları, Nemrud’un kuleleri, Hitler’in tankları. Hepsi bir zamanlar yenilmez addedilirken, şimdi yalnızca ibretlik satırlar olarak tarih kitaplarının sayfalarında duruyor. Bugün de zulmün silahları, uçakları, bombaları vardır. Ama mazlumun elinde sabır, iman, direnç ve hakikatin saf gücü vardır. Aksa Tufanı, işte bu saf gücün mücessem halidir. Zulüm, kısa vadede galip görünse de, uzun vadede hakikate boyun eğmekten kurtulamamıştır ve kurtulamayacaktır.
Bu tufanın hedefi yalnızca bir siyasî oluşumu, bir orduyu yahut bir ideolojiyi yıkmak değil; yeryüzünde sistematik hale getirilmiş, küresel güçlerce desteklenen bir kötülük düzenini sorgulamaktır. Dünyanın gözü önünde süren bu soykırım, bütün insanlığa şu soruyu sorar: “İnsanlık onuru nerede başlar ve nerede biter?” İşte bu soruya verilecek cevap, herkesin kendi vicdanında vereceği sınavdır. Aksa Tufanı, bu sınavda tarafsızlığın mümkün olmadığını ilan eder.
Zira mutlak kötülük karşısında tarafsız kalmak, kötülüğün en gizli destekçisi olmaktır. İnsan, zulmün ortasında “ben karışmam” diyemez; dediği anda zulmün paydaşı olur. Aksa Tufanı, işte bu pasifleşmiş ve uyuşmuş vicdanlara da bir çağrıdır: Uyan! Zulmün karşısında susma! Mazlumun yanında yer al!
Belki bu tufan, hemen yarın zaferle sonuçlanmayacaktır. Belki bu tufan, daha çok acı, daha çok kayıp, daha çok gözyaşı getirecektir. Ama tarih bize şunu öğretmiştir: Zulüm payidar olmaz. Mutlak kötülüğün hükmü ne kadar sürerse sürsün, sonunda mazlumun duası, zalimin tankından daha güçlüdür. Ve insanlık, vicdanını kaybetmediği sürece, mutlaka yeni bir diriliş sayfası açar.
Aksa Tufanı, işte bu dirilişin ilk satırıdır. Yeryüzünün vicdanlıları için bir çağrı, bir haykırış, bir silkiniş. Mutlak kötülüğe karşı açılmış bu savaş, yalnızca Filistin’in değil, bütün insanlığın savaşıdır.
Analiz
Mutlak kötülük, insanlığın vicdan terazisini paramparça eden, akıl ve iz’an ölçülerini altüst eden bir kudret olarak tarih boyunca farklı suretlerde karşımıza çıkmıştır. Nice çağlarda zalim imparatorlukların tank gibi ağır adımlarında, nice devirlerde topyekûn yok etmeyi hedefleyen orduların yaktığı şehirlerde, nice dönemde insanı sırf kimliğinden, inancından, varlığından ötürü hedef tahtasına çakan sistematik zulümlerde… Mutlak kötülük, tarihin her devresinde kendine yeni bir kıyafet bulmuş, fakat mahiyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Bugün, gözlerimizin önünde, kameraların soğuk objektiflerine takılan sahnelerde gördüğümüz manzara; işte tam da bu mutlak kötülüğün çağdaş tezahürüdür. Gazze’de, Filistin’in toprağına kök salmış o kadim şehirlerde işlenen zulüm, yalnızca bir politik hesaplaşma yahut sıradan bir savaş meselesi değildir. Çocukların açlıktan çırpındığı, annelerin evlatsız kaldığı, babaların ailelerini kaybedip taş yığınlarının başında sessizce ağladığı bu tablo; insanlığın kendine yabancılaştığı, kalbini ve ruhunu kararttığı bir felakettir. Böyle bir felaketin önünde susmak, yalnızca zulme ortak olmak değil, insanlıktan payını kaybetmek demektir.
Aksa Tufanı, işte böylesi bir mutlak kötülüğe karşı açılmış savaşın adıdır. Tufan metaforu, yalnızca bir askerî operasyonun adı değil, aynı zamanda sembolik bir nidadır: Yeryüzünde zulmün ve fesadın kurduğu barajı yıkacak, temizleyici ve sarsıcı bir sel. Bu tufan, mazlumların üzerine çöken korku ve baskıyı dağıtmayı hedeflediği gibi, zalimin kibir kulelerini de yerle bir etmeyi murat eder. Çünkü zulmün karşısına dikilen her direniş, yalnızca toprak parçası için değil, aynı zamanda insanlığın en temel değerleri için verilmiş bir mücadeledir.
Unutulmamalıdır ki, mutlak kötülüğe karşı açılan savaş, sayılarla, istatistiklerle yahut coğrafî koordinatlarla ifade edilemez. Bu savaşın özünde, “insan”ın ne olduğuna, insanlık onurunun nasıl korunacağına dair bir hesaplaşma vardır. Bugün Gazze’de akan kan, yalnızca bir bölgenin meselesi değildir; her vicdan sahibi için insanlığın kalbine saplanan hançerdir. Ve bu hançeri yerinden çekmek, ancak zulme karşı seferber olmuş küresel bir ahlâkî uyanışla mümkündür.
Mutlak kötülük, daima kendini meşrulaştırma çabası içinde olmuştur. “Güvenlik” söylemleri, “medeniyet” maskeleri, “ilerleme” vaatleri. Bunların hepsi, yeryüzünde işlenen katliamları örtmek için kullanılan kalın perdelerden ibarettir. Oysa hakikat güneşi, bu perdelerin arkasında da ışığını sürdürür. Filistin’in çığlığı, yalnızca coğrafî bir noktadan değil, bütün bir insanlığın vicdanından yükselmektedir. Aksa Tufanı, bu çığlığa verilen cevabın adıdır: “Artık yeter! Zulüm, ne kadar güçlenirse güçlensin, insanlık da o kadar direnecek!”
Tarih boyunca her mutlak kötülüğün sonu gelmiştir. Firavun’un orduları, Nemrud’un kuleleri, Hitler’in tankları. Hepsi bir zamanlar yenilmez addedilirken, şimdi yalnızca ibretlik satırlar olarak tarih kitaplarının sayfalarında duruyor. Bugün de zulmün silahları, uçakları, bombaları vardır. Ama mazlumun elinde sabır, iman, direnç ve hakikatin saf gücü vardır. Aksa Tufanı, işte bu saf gücün mücessem halidir. Zulüm, kısa vadede galip görünse de, uzun vadede hakikate boyun eğmekten kurtulamamıştır ve kurtulamayacaktır.
Bu tufanın hedefi yalnızca bir siyasî oluşumu, bir orduyu yahut bir ideolojiyi yıkmak değil; yeryüzünde sistematik hale getirilmiş, küresel güçlerce desteklenen bir kötülük düzenini sorgulamaktır. Dünyanın gözü önünde süren bu soykırım, bütün insanlığa şu soruyu sorar: “İnsanlık onuru nerede başlar ve nerede biter?” İşte bu soruya verilecek cevap, herkesin kendi vicdanında vereceği sınavdır. Aksa Tufanı, bu sınavda tarafsızlığın mümkün olmadığını ilan eder.
Zira mutlak kötülük karşısında tarafsız kalmak, kötülüğün en gizli destekçisi olmaktır. İnsan, zulmün ortasında “ben karışmam” diyemez; dediği anda zulmün paydaşı olur. Aksa Tufanı, işte bu pasifleşmiş ve uyuşmuş vicdanlara da bir çağrıdır: Uyan! Zulmün karşısında susma! Mazlumun yanında yer al!
Belki bu tufan, hemen yarın zaferle sonuçlanmayacaktır. Belki bu tufan, daha çok acı, daha çok kayıp, daha çok gözyaşı getirecektir. Ama tarih bize şunu öğretmiştir: Zulüm payidar olmaz. Mutlak kötülüğün hükmü ne kadar sürerse sürsün, sonunda mazlumun duası, zalimin tankından daha güçlüdür. Ve insanlık, vicdanını kaybetmediği sürece, mutlaka yeni bir diriliş sayfası açar.
Aksa Tufanı, işte bu dirilişin ilk satırıdır. Yeryüzünün vicdanlıları için bir çağrı, bir haykırış, bir silkiniş. Mutlak kötülüğe karşı açılmış bu savaş, yalnızca Filistin’in değil, bütün insanlığın savaşıdır.
Analiz
Mutlak kötülük, insanlığın vicdan terazisini paramparça eden, akıl ve iz’an ölçülerini altüst eden bir kudret olarak tarih boyunca farklı suretlerde karşımıza çıkmıştır. Nice çağlarda zalim imparatorlukların tank gibi ağır adımlarında, nice devirlerde topyekûn yok etmeyi hedefleyen orduların yaktığı şehirlerde, nice dönemde insanı sırf kimliğinden, inancından, varlığından ötürü hedef tahtasına çakan sistematik zulümlerde… Mutlak kötülük, tarihin her devresinde kendine yeni bir kıyafet bulmuş, fakat mahiyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Bugün, gözlerimizin önünde, kameraların soğuk objektiflerine takılan sahnelerde gördüğümüz manzara; işte tam da bu mutlak kötülüğün çağdaş tezahürüdür. Gazze’de, Filistin’in toprağına kök salmış o kadim şehirlerde işlenen zulüm, yalnızca bir politik hesaplaşma yahut sıradan bir savaş meselesi değildir. Çocukların açlıktan çırpındığı, annelerin evlatsız kaldığı, babaların ailelerini kaybedip taş yığınlarının başında sessizce ağladığı bu tablo; insanlığın kendine yabancılaştığı, kalbini ve ruhunu kararttığı bir felakettir. Böyle bir felaketin önünde susmak, yalnızca zulme ortak olmak değil, insanlıktan payını kaybetmek demektir.
Aksa Tufanı, işte böylesi bir mutlak kötülüğe karşı açılmış savaşın adıdır. Tufan metaforu, yalnızca bir askerî operasyonun adı değil, aynı zamanda sembolik bir nidadır: Yeryüzünde zulmün ve fesadın kurduğu barajı yıkacak, temizleyici ve sarsıcı bir sel. Bu tufan, mazlumların üzerine çöken korku ve baskıyı dağıtmayı hedeflediği gibi, zalimin kibir kulelerini de yerle bir etmeyi murat eder. Çünkü zulmün karşısına dikilen her direniş, yalnızca toprak parçası için değil, aynı zamanda insanlığın en temel değerleri için verilmiş bir mücadeledir.
Unutulmamalıdır ki, mutlak kötülüğe karşı açılan savaş, sayılarla, istatistiklerle yahut coğrafî koordinatlarla ifade edilemez. Bu savaşın özünde, “insan”ın ne olduğuna, insanlık onurunun nasıl korunacağına dair bir hesaplaşma vardır. Bugün Gazze’de akan kan, yalnızca bir bölgenin meselesi değildir; her vicdan sahibi için insanlığın kalbine saplanan hançerdir. Ve bu hançeri yerinden çekmek, ancak zulme karşı seferber olmuş küresel bir ahlâkî uyanışla mümkündür.
Mutlak kötülük, daima kendini meşrulaştırma çabası içinde olmuştur. “Güvenlik” söylemleri, “medeniyet” maskeleri, “ilerleme” vaatleri. Bunların hepsi, yeryüzünde işlenen katliamları örtmek için kullanılan kalın perdelerden ibarettir. Oysa hakikat güneşi, bu perdelerin arkasında da ışığını sürdürür. Filistin’in çığlığı, yalnızca coğrafî bir noktadan değil, bütün bir insanlığın vicdanından yükselmektedir. Aksa Tufanı, bu çığlığa verilen cevabın adıdır: “Artık yeter! Zulüm, ne kadar güçlenirse güçlensin, insanlık da o kadar direnecek!”
Tarih boyunca her mutlak kötülüğün sonu gelmiştir. Firavun’un orduları, Nemrud’un kuleleri, Hitler’in tankları. Hepsi bir zamanlar yenilmez addedilirken, şimdi yalnızca ibretlik satırlar olarak tarih kitaplarının sayfalarında duruyor. Bugün de zulmün silahları, uçakları, bombaları vardır. Ama mazlumun elinde sabır, iman, direnç ve hakikatin saf gücü vardır. Aksa Tufanı, işte bu saf gücün mücessem halidir. Zulüm, kısa vadede galip görünse de, uzun vadede hakikate boyun eğmekten kurtulamamıştır ve kurtulamayacaktır.
Bu tufanın hedefi yalnızca bir siyasî oluşumu, bir orduyu yahut bir ideolojiyi yıkmak değil; yeryüzünde sistematik hale getirilmiş, küresel güçlerce desteklenen bir kötülük düzenini sorgulamaktır. Dünyanın gözü önünde süren bu soykırım, bütün insanlığa şu soruyu sorar: “İnsanlık onuru nerede başlar ve nerede biter?” İşte bu soruya verilecek cevap, herkesin kendi vicdanında vereceği sınavdır. Aksa Tufanı, bu sınavda tarafsızlığın mümkün olmadığını ilan eder.
Zira mutlak kötülük karşısında tarafsız kalmak, kötülüğün en gizli destekçisi olmaktır. İnsan, zulmün ortasında “ben karışmam” diyemez; dediği anda zulmün paydaşı olur. Aksa Tufanı, işte bu pasifleşmiş ve uyuşmuş vicdanlara da bir çağrıdır: Uyan! Zulmün karşısında susma! Mazlumun yanında yer al!
Belki bu tufan, hemen yarın zaferle sonuçlanmayacaktır. Belki bu tufan, daha çok acı, daha çok kayıp, daha çok gözyaşı getirecektir. Ama tarih bize şunu öğretmiştir: Zulüm payidar olmaz. Mutlak kötülüğün hükmü ne kadar sürerse sürsün, sonunda mazlumun duası, zalimin tankından daha güçlüdür. Ve insanlık, vicdanını kaybetmediği sürece, mutlaka yeni bir diriliş sayfası açar.
Aksa Tufanı, işte bu dirilişin ilk satırıdır. Yeryüzünün vicdanlıları için bir çağrı, bir haykırış, bir silkiniş. Mutlak kötülüğe karşı açılmış bu savaş, yalnızca Filistin’in değil, bütün insanlığın savaşıdır.
Bu Sayfada:
title
title
title
İlginizi çekebilir
İlginizi çekebilir
İlginizi çekebilir







