Sudan: Demokrasi Umudundan Bölgesel Felakete

Sudan: Demokrasi Umudundan Bölgesel Felakete

9 Aralık 2025

Dr. Kaan Devecioğlu

Giriş 

Aralık 2018’de demokratik bir yapı dalgasıyla umutlanan Sudan, bugün hem ülke içinde hem de bölgesel ölçekte derin etkileri olan yıkıcı bir iç savaşla anılıyor. Sudan dosyası, yalnızca bir iç çatışma değil; Kızıldeniz’den Sahel’e uzanan jeopolitik hattın kırılganlığını görünür kılan bir fay hattı niteliği taşıyor. 

Aralık 2018’de ekmek fiyatlarına yapılan zamla başlayan protestolar, kısa sürede ekonomik talepleri aşarak siyasal bir isyana dönüştü. Sokaktaki kitleler, otuz yıllık Ömer el-Beşir rejimine, merkezîleşmiş iktidar yapısına ve çevre bölgelerin kronik dışlanmasına karşı güçlü bir itiraz yükseltti. 11 Nisan 2019’da Beşir’in devrilmesi, Sudan’ın yeni bir demokratik sayfa açacağına dair hem içeride hem de uluslararası arenada ciddi bir beklenti üretti.[1] Ancak yedi yılın sonunda ortaya çıkan tablo, devrimci momentin siyasal ve kurumsal dönüşüme tahvil edilemediğini; aksine, güvenlik aygıtı merkezli güç mücadelesinin ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürüklediğini gösteriyor. Bugün Sudan, dünyanın en ağır insani krizlerinden birine sahne olurken, Kızıldeniz–Sahel–Nil havzasını kapsayan geniş bir jeopolitik kuşağın istikrarını da tehdit ediyor.

Beşir Sonrası Geçiş Mimarisi: En Zayıf Halka Güvenlik Sektörü Reformu

2019 Anayasal Bildirisi ile siviller ve askerî elit arasında hibrit bir geçiş düzeni kuruldu. Egemenlik Konseyi ve Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki teknokrat hükümet, kağıt üzerinde sivil yönetime geçişi ve üç yıllık bir takvimi öngörüyordu.[2] Ne var ki bu mimari, Beşir döneminden devralınan güvenlik yapısının köklü biçimde dönüştürülmesini, yani en kritik dosyayı, bilinçli olarak erteledi.

Bu çerçevede:

●      Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ekonomik imparatorluğunu ve siyasi ayrıcalıklarını büyük ölçüde korudu.

●      Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), devlet hiyerarşisi içinde “paralel ordu” niteliğini muhafaza etti; altın ticareti ve sınır ötesi ekonomik ağlar üzerinden mali otonomi kazandı.

●      İstihbarat ve iç güvenlik kurumları, yalnızca isim ve tabela değişiklikleriyle yola devam etti.

Bu tablo, devrimci taleplerin merkezinde yer alan “güvenlik aygıtının sivilleştirilmesi” hedefinin rafa kaldırıldığı anlamına geliyordu. Geçiş hükümeti, uluslararası toplumun desteğini almasına rağmen içeride hem derin ekonomik kriz hem de koalisyon içi bölünmelerle karşı karşıya kaldı. Ortaya çıkan sonuç, sivil siyasetin zayıf, güvenlik elitlerinin ise güçlü kaldığı bir yapı oldu.

 Juba Barış Anlaşması ve Yönetilemeyen Çok-Merkezlilik

3 Ekim 2020 tarihli Juba Barış Anlaşması, Darfur, Güney Kordofan ve Mavi Nil gibi çevre bölgelerde uzun yıllardır süren siyasal-dışlanma ve silahlı çatışma döngüsünü kırmayı amaçlayan en kapsamlı girişim olarak kurgulandı. Anlaşma; federal-bölgesel yönetişim, kaynak paylaşımı, yerel temsil mekanizmaları ve güvenlik düzenlemeleri gibi temel alanlarda önemli hükümler içeriyordu. Bu nedenle ilk aşamada, Sudan’ın merkez–çevre ilişkilerinde yapısal bir dönüşüm yaratabileceği ve silahlı grupları siyasal süreçlere entegre ederek ülkenin parçalı güç mimarisini rasyonelleştirebileceği yönünde geniş bir beklenti oluştu.[3] 

Ancak uygulama süreci, anlaşmanın sahadaki karmaşık gerçeklikleri yeterince kapsamadığını ortaya koydu. İlk olarak, Juba süreci esasen “elit merkezli pazarlıklar” üzerinden şekillendi. Barış masasında yer alan grupların talepleri çoğunlukla kota temelli güç paylaşımı, geçiş kurumlarında temsil ve ekonomik kaynakların yeniden dağıtımı gibi konulara odaklandı. Bu durum, Darfur ve diğer bölgelerdeki geniş toplum kesimlerinin adalet, yerel yönetim, güvenlik ve temel hizmetlere erişim gibi daha derin yapısal taleplerinin süreç dışında kalmasına yol açtı. Başka bir ifadeyle, anlaşma geniş toplumsal barışın altyapısını kurmak yerine silahlı ve siyasi elitlerin beklentilerini karşılayan sınırlı bir siyasal uzlaşıya dönüştü.

İkinci olarak, anlaşma geçiş döneminin kurumsal mimarisini daha da karmaşık hale getirdi. Zaten kırılgan olan yönetişim yapısına yeni aktörlerin ve kota bazlı pozisyonların eklenmesi, karar alma mekanizmalarını ağırlaştırdı ve uygulama kapasitesini zayıflattı. Bu “kurumsal hantallık”, hem merkezde hem de bölgelerde reform süreçlerinin eşgüdümünü zorlaştırdı; geçiş hükümeti, anlaşmanın öngördüğü hedefleri hayata geçirecek idari ve mali etkinlikten giderek uzaklaştı. Sonuç olarak Juba Anlaşması, çözmeyi hedeflediği çok-merkezlilik sorununu paradoksal biçimde daha da derinleştirdi.

Üçüncü olarak, süreçte dışarıda kalan aktörler anlaşmanın meşruiyetini sınırladı. Abdelaziz el-Hilu liderliğindeki SPLM-N fraksiyonu gibi kilit örgütlerin masada yer almaması, Juba’nın Sudan’daki silahlı ve siyasal alanı bütüncül şekilde düzenlemesini engelledi. Bu durum, hem anlaşmanın kapsamını daralttı hem de gelecekte yeniden çatışma riskini diri tuttu. Dahası, anlaşmanın “kapsayıcı barış” değil, belli aktörleri entegre eden “seçici bir uzlaşı” niteliğine bürünmesine yol açtı.

 Bu sorunlar bir araya geldiğinde, Juba Barış Anlaşması Sudan’ın tarihsel merkez–çevre gerilimini çözmek yerine daha da karmaşık bir çok-merkezli güç mimarisi ortaya çıkardı. Devletin karar alma kapasitesi daha kırılgan hale gelirken, sahadaki farklı silahlı aktörlerin meşruiyet iddiaları güçlendi. Böylece anlaşma, barışı inşa eden bir çerçeve olmaktan çok, Sudan’ın zaten parçalı olan siyasal düzenini daha fazla bölünmüş hale getiren bir faktör olarak işlev gördü.[4]

25 Ekim 2021 Askeri Müdahalesi: Geçişin Militarize Olması

25 Ekim 2021’de General Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki ordu, HDK’nin de operasyonel desteğiyle kapsamlı bir müdahale gerçekleştirerek geçiş sürecini fiilen sona erdirdi.[5] Hükümetin feshedilmesi, sivil liderlerin tutuklanması ya da ev hapsine alınması, sivil ortaklı geçiş sonrası kurulan yapının aslında güvenlik elitlerinin rızasına dayalı kırılgan bir düzen olduğunu açık biçimde ortaya koydu. Bu gelişme, Sudan’daki siyasi dönüşümün ne ölçüde koşullu ilerlediğini ve güvenlik kurumlarının kendi kurumsal çıkarlarını tehdit eden her durumda süreci askıya alabilecek kapasitede bulunduğunu somutlaştırdı.[6]

Askeri müdahale sonrasında geniş çaplı kitlesel protestolar ülke genelinde devam etti.[7] Başbakan Hamdok’un görevine dönmesini öngören kısa süreli siyasi anlaşma ne sokaktaki devrimci kitleler ne de sivil siyasal aktörler tarafından meşru kabul edildi.[8] Bu durum, geçiş süreci boyunca “bazı elit siviller” ile askerî elitler arasındaki güven krizinin derinliğini ortaya çıkarırken, ordunun süreç üzerindeki vesayetini normalleştirmeye yönelik herhangi bir düzenlemenin toplumsal tabanda karşılık bulamayacağını da gösterdi.

Uluslararası toplumun arabuluculuğunda 2022 sonunda hazırlanan “çerçeve anlaşma”, geçişi yeniden başlatmayı amaçlasa da bu kez SSK ile HDK arasındaki çıkar çatışması nedeniyle tıkandı.[9] SSK, HDK’nin hızlı ve kapsamlı biçimde orduya entegrasyonunu talep ederken; HDK liderliği, kendi ekonomik ve askerî otonomisini korumaya imkân tanıyacak daha uzun ve kademeli bir entegrasyon takvimi konusunda ısrar etti. Böylece güvenlik sektörü reformu, teknik bir kurumsal düzenleme alanı olmaktan çıkarak iki silahlı güç merkezi arasındaki iktidar mücadelesinin ana eksenine dönüştü.

Bu süreçte HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalo (Hemetti), söylemsel düzeyde “bazı elit sivil aktörlere” yakınlaşan ve “reformcu” bir profil çizmeye çalışan stratejik bir iletişim dili benimsedi. Hemetti’nin bu yaklaşımı, hem ulusal hem uluslararası kamuoyunda meşruiyet alanını genişletmeyi ve HDK’nin geçiş sürecindeki rolünü yeniden tanımlamayı hedefleyen bir manevra olarak değerlendirilebilir. Buna karşılık Burhan liderliğindeki ordu, eski rejimle bağlantılı siyasal ve bürokratik çevreleri yeniden sürece dahil ederek “anti-devrimci” bir blok oluşturma eğilimine yöneldi. Bu dinamik, Beşir sonrası dönemde tasfiye edildiği düşünülen eski rejim ağlarının aslında politik sahneden hiçbir zaman tam olarak çekilmediğini gösterdi.

Sonuç olarak, 2021–2023 dönemi bilhassa Siyasi Çerçeve Anlaşması[10] özelinde güvenlik sektörü reformu tartışmasının SAF ile HDK arasında ertelenemez bir hesaplaşmaya dönüşmesiyle şekillendi. Bu yapısal gerilim, yalnızca kurumsal reform ihtiyacının değil, devletin kontrolünü hedefleyen sıfır toplamlı bir güç mücadelesinin tezahürüydü. Nihayet, iki aktör arasındaki bu rekabet 15 Nisan 2023’te ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürükleyen temel tetikleyici haline geldi.

15 Nisan 2023’ten Sonra: Devlet İçi Güç Mücadelesinden Tam Ölçekli İç Savaşa

15 Nisan 2023’te HDK’nin Hartum’daki kilit askerî tesislere ve stratejik noktalara eş zamanlı saldırısı, Sudan’ı devlet içi fraksiyonel rekabetten çıkartıp tam ölçekli bir iç savaşın içine itti.[11] Hartum üçgeni kısa sürede şehir savaşının merkezine dönüştü; HDK saha üstünlüğü sağlarken, SSK hava kuvvetleri ve ağır topçu atışları ile karşılık verdi.

Sonuçlar ağır oldu:

●      Başkentteki bakanlıklar, üniversiteler, hastaneler ve temel altyapı büyük zarar gördü.

●      Devlet kapasitesi fiilen çöktü; diplomatik misyonlar ve uluslararası örgütler ülkeyi tahliye etti.

●      Hartum’dan Port Sudan, Mısır, Çad ve Güney Sudan’a doğru büyük bir göç dalgası oluştu.

Siyasi süreç ise tamamen askeri denkleme tabi hale geldi. Cidde Süreci gibi platformlarda yürütülen ateşkes görüşmeleri, sahadaki güç ilişkilerini dönüştürecek bir baskı üretemedi; kısa süreli ateşkesler hızla ihlal edildi.

Darfur ve Kordofan Cepheleri: Şiddet ve Savaş Ekonomisi

Savaşın ikinci evresinde çatışmanın ağırlık merkezi başkent üçgeninden uzaklaşarak Darfur ve Kordofan hattına kaydı.[12] Bu kayma, iç savaşın yalnızca iki silahlı gücün rekabeti olmaktan çıkıp Sudan’ın tarihsel kırılganlıklarını yeniden görünür kılan çok katmanlı bir güvenlik krizine dönüştüğünü gösterdi. HDK, tarihsel kökleri Cancevid milislerine uzanan yerel Arap milis ağlarını yeniden organize ederek Darfur’da geniş bir askeri-siyasi kontrol alanı oluşturdu.[13] Bu mobilizasyon, yalnızca askeri ilerlemeyi değil, yerel güç dengelerinin yeniden inşasını da beraberinde getirdi. El-Cuneyne, Zalingei, Nyala ve özellikle el-Faşir çevresinde sivillere yönelik saldırıların yoğunlaşması, Darfur’daki şiddetin etnik boyutunu yeniden görünür kıldı. Masalit topluluğuna yönelik sistematik saldırılar, köylerin yakılması, toplu katliamlar ve zorla yerinden etmeler, uluslararası raporların “etnik temizlik” uyarılarını güçlendiren temel unsurlar haline geldi.[14]

Kordofan cephesi ise savaşın stratejik ve ekonomik boyutunun belirginleştiği alan oldu. HDK’nin petrol altyapısını, yakıt hatlarını ve Hartum-Darfur arasındaki lojistik koridorları hedef alan operasyonları, yalnızca askeri bir hamle değil, aynı zamanda Sudan devletinin ekonomik damarlarını kesmeyi amaçlayan bir baskı stratejisi niteliği taşıdı. Kordofan’ın petrol alanları ve ticari geçiş yolları üzerindeki kontrol mücadelesi, çatışmayı klasik bir silahlı mücadele olmaktan çıkarıp ekonomik kaynaklara dayalı bir güç savaşına dönüştürdü.[15] Buna karşılık SAF, bölgedeki kayıplarını telafi etmek için geniş ölçekli hava saldırılarına yöneldi; bu durum kasaba ve köylerde sivillerin yoğun kayıplarına yol açarken İHA ve topçu saldırıları günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi.[16] Böylece savaş, sivillerin yaşam alanlarının doğrudan hedeflendiği yüksek yoğunluklu bir yıkım sürecine dönüştü.

İnsani Çöküş

Bu askeri gelişmeler eş zamanlı olarak Sudan’da derinleşen insani çöküşü tetikledi. 2025’e gelindiğinde 12–14 milyon civarında insanın yerinden edilmesi, Sudan’ı dünyanın en büyük iç göç krizinin merkezine yerleştirdi.[17] Yerinden edilmelerin büyük bölümü plansız, ani ve şiddet tehdidi altında gerçekleştiği için milyonlarca aile temel barınma, sağlık ve gıda ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Darfur’dan Çad sınırına, Kordofan’dan Güney Sudan’a doğru uzanan göç rotaları, güvenliksiz, kapasitesi sınırlı ve insani yardıma erişimin kesintili olduğu riskli güzergâhlara dönüştü.[18]

Eğitim sistemi savaşla birlikte neredeyse tamamen çöktü. Yüzlerce okul ya yıkıldı ya da askeri amaçlarla işgal edildi; öğretmenlerin büyük bir kısmı çatışma bölgelerinden kaçmak zorunda kaldı. Bir neslin eğitime erişimi kesildi ve bu durum, Sudan’ın gelecekteki sosyo-ekonomik toparlanma kapasitesini derinden etkileyecek uzun vadeli bir kriz dinamiği ortaya çıkardı.

Sağlık altyapısı da benzer şekilde ağır hasar aldı. Hastanelerin büyük kısmı kapandı, tıbbi malzeme stokları tükendi, sağlık çalışanları hedef haline geldi veya çalışma koşullarının güvensizliği nedeniyle bölgeyi terk etti. Kolera, kızamık ve akut yetersiz beslenme gibi salgın hastalıkların hızla yayılması, insani krizi daha da derinleştirdi. Çatışma alanlarında yaralanan sivillerin tedavi edilememesi, çok sayıda önlenebilir ölümün yaşanmasına yol açtı.[19]

Ayrıca savaş, gıda güvenliğini ciddi biçimde tehdit eden çok boyutlu bir kırılmaya neden oldu. Tarım alanlarının tahrip edilmesi, üretim sezonlarının kesintiye uğraması, hayvancılık faaliyetlerinin durması ve ticaret yollarının kapanması, geniş bir coğrafyada açlık riskini kritik seviyeye taşıdı. Birçok uluslararası kurum, Sudan’ın büyük ölçekli kıtlık riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor. 

Bu koşullar, Sudan’ın bugün yalnızca askerî bir çatışma ülkesi değil, aynı zamanda toplumsal dokusu hızla eriyen ve uzun vadeli insani tahribatın derinleştiği bir kriz alanına dönüştüğünü gösteriyor. Eğitimden sağlığa, gıdadan barınmaya uzanan geniş bir yelpazedeki bu çöküş, Sudan’da “kayıp bir nesil” riskini somutlaştırdığı gibi, savaş sona erse bile ülkenin yeniden inşa sürecinin çok uzun yıllara yayılacağını da ortaya koyuyor. 

Uluslararası Sessizlik ve Parçalı Arabuluculuk

Sudan’daki savaş, uluslararası sistemin dikkatinin Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizler tarafından yoğun biçimde meşgul edildiği bir dönemde yaşandığı için küresel kamuoyunda oldukça sınırlı bir görünürlük elde edebildi. Bu görünmezlik, Sudan’daki insani trajedinin ölçeğine rağmen uluslararası tepkinin zayıf kalmasına yol açtı. Çatışmanın derinleşmesi, milyonlarca insanın yerinden edilmesi ve geniş coğrafyaların fiilen çökmesi gibi ağır sonuçlar, küresel gündemin rekabet eden kriz alanları içinde adeta kayboldu. Bu nedenle Sudan, literatürde giderek daha sık kullanılan “sessiz savaş” kategorisine yerleştiriliyor; yüksek yoğunluklu insani yıkıma rağmen düşük düzeyde uluslararası ilgiye mazhar olan çatışmaların başlıca örneği haline geliyor.[20] 

Arabuluculuk girişimleri de bu düşük görünürlük ve parçalı diplomatik ilginin bir yansıması olarak sınırlı etki üretebiliyor. Cidde Süreci, taraflar arasında teknik temas kanallarını açık tutsa da kalıcı ateşkes ve kapsamlı bir siyasi yol haritası oluşturmakta yetersiz kalıyor.[21] Sürecin çift taraflı yürütülmesi, hem baskı kapasitesinin sınırlı kalmasına hem de sahadaki güç dengelerini dönüştürecek bir sonuç üretememesine yol açıyor. Bu durum, Sudan’daki çatışmanın diplomasi eliyle yönetilebilir olmasına rağmen çözülebilir olmaktan giderek uzaklaştığını gösteriyor. 

IGAD ve Afrika Birliği tarafından yürütülen süreçler ise bölge ülkelerinin Sudan’a yönelik farklı ve zaman zaman çelişkili güvenlik öncelikleri nedeniyle parçalı bir görünüm arz ediyor. Etiyopya, Kenya, Güney Sudan ve Mısır gibi ülkeler, kendi jeopolitik hesapları doğrultusunda Sudan dosyasına müdahil oldukça, bölgesel örgütlerin bütüncül bir yaklaşım benimsemesi zorlaşıyor. Bu parçalanmış diplomatik mimari, hem siyasi baskının etkisini azaltıyor hem de tarafların kendi lehlerine zaman kazanmak amacıyla süreçleri araçsallaştırmasına imkân tanıyor.

Ayrıca Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörlerin Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile geliştirdikleri asimetrik ilişkiler, çatışmanın bölgesel vekâlet savaşlarına evrilme riskini artırıyor.[22] Bu ilişkiler, tarafların askeri kapasitesini dolaylı olarak beslerken aynı zamanda sahadaki denklemi daha da karmaşık hale getiriyor. Bölgesel aktörlerin Sudan’daki çatışmayı kendi stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye yönelmesi, iç savaşın çözümünü zorlaştırdığı gibi çatışmanın coğrafi olarak yayılma ihtimalini de güçlendiriyor.

Bu çok katmanlı tablo, Sudan’ın kısa vadede kapsamlı bir barış anlaşmasına ulaşmasındansa, uzun süreli, düşük yoğunluklu ve çok merkezli çatışmalarla karakterize edilen “dondurulmuş kriz” senaryosuna sürüklenme ihtimalini artırıyor. Bir yandan uluslararası diplomatik ilgisizliğin, diğer yandan bölgesel rekabetlerin belirlediği bu ortamda, Sudan’daki savaşın “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa dönüşmesi riski giderek belirginleşiyor. Böyle bir senaryo, yalnızca insani çöküşü derinleştirmekle kalmayacak; Kızıldeniz, Sahel ve Nil havzası gibi kritik coğrafyalarda yeni kırılganlık alanları da ortaya çıkaracaktır.

Sonuç

Sudan’da Aralık 2018’de başlayan devrim süreci, kısa bir tarihsel aralık içinde ülkeyi demokratik bir dönüşüm umudundan bölgesel bir felaketin merkezine sürükledi. Beşir sonrası geçiş mimarisi, Juba Barış Anlaşması ve 2021 askeri müdahalesi gibi dönüm noktaları, Sudan’ın modern siyasal gelişiminde “kaçırılmış tarihsel anlar” olarak kayda geçti. Bu süreçlerin ortak özelliği, güvenlik aygıtının kurumsal ayrıcalıklarını koruması, sivil siyasetin zayıf kalması ve merkez–çevre arasındaki yapısal eşitsizliklerin derinleşmesidir. Dolayısıyla Sudan’daki iç savaş, yalnızca iki silahlı güç merkezi arasındaki rekabetin değil, devlet inşası problematiğinin başarısızlığının da sonucudur.

Bugün geldiğimiz noktada savaş, Hartum merkezli bir iktidar mücadelesi olmaktan çıkıp Darfur ve Kordofan ekseninde insani şiddet, savaş ekonomisi ve devlet-dışı aktörleşme zemini üzerinde yeniden şekillenmektedir. HDK’nin geniş bir coğrafyada kurduğu paramiliter kontrol alanları ve SSK'nın hava gücüne dayalı savunma stratejisi, Sudan’da parçalı, çok aktörlü ve uzun süreli bir çatışma düzeni üretmektedir. Darfur’da tekrarlayan etnik şiddet döngüsü ve Kordofan’daki ekonomik altyapıyı hedef alan saldırılar, Sudan’da savaşın sadece siyasi düzeni değil, aynı zamanda toplumun demografik ve sosyo-ekonomik dokusunu dönüştürdüğünü göstermektedir.

Bu dönüşümün en çarpıcı sonucu, giderek derinleşen insani çöküştür. Eğitim, sağlık, gıda güvenliği ve barınma gibi temel alanlarda yaşanan çöküş, Sudan’da bir neslin kaybedilmesi riskini somutlaştırmaktadır. 12–14 milyonluk yerinden edilme dalgası, Sudan'ı yalnızca Afrika'nın değil, küresel ölçekte de en büyük zorunlu göç krizlerinden birinin merkezine yerleştirmiştir. Bu durum, iç savaş sona erdiğinde dahi Sudan’ın yeniden inşa sürecinin uzun yıllara yayılacağını ve çok katmanlı uluslararası destek gerektireceğini ortaya koymaktadır.

Sudan’daki krizin bölgesel ve küresel düzeyde yeterince görünür olmaması, çatışmayı bir “sessiz savaş” haline getirmiştir. Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizlerin arasında sıkışan Sudan, uluslararası gündemin alt sıralarına itilmiş; bu da arabuluculuk girişimlerinin etkisizleşmesine zemin hazırlamıştır. Cidde Süreci’nin sınırlı kaldığı, IGAD ve Afrika Birliği’nin parçalı yaklaşımlar benimsediği ve Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi aktörlerin SSK ve HDK ile kurdukları asimetrik ilişkilerin çatışmayı bölgesel rekabetlerin bir bileşenine dönüştürdüğü bir ortamda Sudan, “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa evrilme riski taşımaktadır.

Tüm bu gelişmeler, Sudan’ın yakın geleceğine ilişkin üç temel stratejik çıkarıma işaret etmektedir: 

Birincisi, Sudan’da kapsamlı bir barışın inşası, güvenlik sektörü reformu merkezli bir yaklaşım benimsenmeden mümkün değildir. SSK–HDK–milis üçgeninin yeniden düzenlenmesi, barış sürecinin teknik bir bileşeni değil, varlık sebebi haline gelmiştir. Herhangi bir siyasi anlaşma, tek bir ulusal komuta yapısı hedefi olmadan sürdürülebilirlik kazanamaz. 

İkincisi, Sudan’daki merkez–çevre gerilimi, ülkenin siyasal çözüm ihtiyacının özünü oluşturmaktadır. Juba sürecinin başarısızlığı, çevre bölgelerde yerel yönetişim, adalet ve ekonomik temsil alanları güçlendirilmeden gerçek anlamda ulusal bir barışın mümkün olmadığını göstermiştir. Federalizmi ve yerel idarelerin güçlendirilmesini öncelemeyen bir yaklaşım, Sudan’ın kronik kırılganlığını yeniden üretmekten öteye gidemez.

Üçüncüsü, Sudan’daki çatışmanın bölgesel yansımaları, Kızıldeniz–Sahel–Nil üçgeninin istikrarı açısından kritik bir güvenlik riski oluşturmaktadır. Çatışmanın Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Etiyopya gibi zaten kırılgan ülkelerle temas halinde yürütülmesi, paramiliter ağların ve kaçakçılık ekonomisinin bölgesel düzeyde yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, yalnızca Sudan’ın değil, Afrika Boynuzu ve Sahel'in genel güvenlik mimarisinin çözümsüzlük döngüsüne sürüklenmesi anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak Sudan, bugün sadece kendi iç savaşının değil, aynı zamanda bölgesel istikrarsızlığın merkezinde yer alan bir jeopolitik kırılganlık laboratuvarına dönüşmüş durumdadır. Bu kırılganlığın aşılması, yalnızca ateşkes anlaşmalarıyla değil, çok boyutlu ve uzun soluklu bir yeniden inşa vizyonuyla mümkün olacaktır. Aksi halde Sudan, gelecek on yıl boyunca Afrika’nın en karmaşık ve en maliyetli güvenlik dosyalarından biri olmayı sürdürecektir.

Son Not

[1]“Sudan’s military overthrows president amid bloody protests”, AP News, 12 April 2019. https://apnews.com/article/3b259f7aacaa4601a713103006de8687

[2] “Sudan’s military, protest leaders sign constitutional declaration”, Al Jazeera, 4 August 2019. https://www.aljazeera.com/news/2019/8/4/sudans-military-protest-leaders-sign-constitutional-declaration

[3] “The Juba Peace Agreement: A Turning Point for Sudan?”, Chatham House, 2 September 2020. https://www.chathamhouse.org/2020/09/juba-peace-agreement-turning-point-sudan

[4] “Despite Implementation of Peace Agreement, Insecurity Persists in Darfur, Sudan Sanctions Committee Chair Tells Security Council”, United Nations (UN Press), 3 September 2020.  https://press.un.org/en/2021/sc14632.doc.htm

[5] “Sudan’s military dissolves cabinet, announces state of emergency”, Al Jazeera, 25 October 2021. https://www.aljazeera.com/news/2021/10/25/sudans-military-dissolves-cabinet-announce-state-of-emergency

[6] “Sudan: Military Takeover Threatens Rights”, Human Rights Watch, 26 October 2021. https://www.hrw.org/news/2021/10/26/sudan-military-takeover-threatens-rights

[7] “Sudan pro-democracy activists call for escalation after lethal crackdown”, The Guardian, 18 November 2021. https://www.theguardian.com/world/2021/nov/18/sudan-pro-democracy-activists-call-for-escalation-after-lethal-crackdown

[8] “Sudan coup: Military reinstates PM Hamdok after deal”, Middle East Eye, 21 November 2021. https://www.middleeasteye.net/news/sudan-coup-hamdok-return-government-after-deal

[9] “A Critical Window to Bolster Sudan’s Next Government”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/africa/sudan/critical-window-bolster-sudans-next-government

[10] “Sudan’ın geçiş yönetimi krizinde çerçeve anlaşması”, ORSAM,Aralık 2022 https://orsam.org.tr/dosya/sudanin-gecis-yonetimi-krizinde-cerceve-anlasmasi-1.pdf

[11] “Heavy gunfire heard — Khartoum witnesses clashes between Sudanese forces, paramilitaries”, Reuters, 15 April 2023. https://www.reuters.com/world/africa/heavy-gunfire-heard-south-sudanese-capital-khartoum-witnesses-2023-04-15

[12] “Sudan situation update: Unraveling conflict dynamics in Darfur”, ACLED, December 2023. https://acleddata.com/update/sudan-situation-update-december-2023-unraveling-conflict-dynamics-darfur

[13] “Sudan’s Rapid Support Forces: From Darfur militias to rival army”, Anadolu Ajansı, 23 July 2023. https://www.aa.com.tr/en/middle-east/factbox-sudan-s-rapid-support-forces-from-darfur-militias-to-rival-army

[14] “Sudan: New mass ethnic killings, pillage in Darfur”, Human Rights Watch, 27 November 2023. https://www.hrw.org/news/2023/11/27/sudan-new-mass-ethnic-killings-pillage-darfur

[15] “Oil sector in West Kordofan enters its most complex crisis since 2023 attacks”, Darfur24, 3 December 2025. https://www.darfur24.com/en/2025/12/03/oil-sector-in-west-kordofan-enters-its-most-complex-crisis-since-2023-attacks

[16] “Sudan: Amnesty International concern over human rights abuses”, Amnesty International, 2023. https://www.amnesty.org/en/documents/afr54/7037/2023/en/

[17] “Sudan conflict: What’s really going on?”, UNOCHA, 6 March 2025.https://www.unocha.org/news/sudan-conflict-whats-really-going

[18] “UNHCR: Displaced civilians fleeing Sudan’s Darfur, Kordofan regions navigate serious violations, deadly routes”, ReliefWeb / UNHCR, 22 January 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/unhcr-displaced-civilians-fleeing-sudans-darfur-kordofan-regions-navigate-serious-violations-deadly-routes

[19] “UNICEF Sudan Humanitarian Situation Report — May 2025”, UNICEF, 31 May 2025. https://www.unicef.org/sudan/reports/unicef-sudan-humanitarian-situation-report-may-2025

[20] “Sudan’s war, world’s silence”, ReliefWeb, 12 April 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/sudans-war-worlds-silence

[21] “Sudan’da durdurulamayan savaşın sonuç vermeyen müzakereleri”, Anadolu Ajansı, 13 Ağustos 2024.  https://www.aa.com.tr/tr/dunya/sudanda-durdurulamayan-savasin-sonuc-vermeyen-muzakereleri/3302368

[22] “Sudan’s calamitous war: Finding a path toward peace”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/sites/default/files/2025-01/b204-sudan-calamitous-war.pdf

Giriş 

Aralık 2018’de demokratik bir yapı dalgasıyla umutlanan Sudan, bugün hem ülke içinde hem de bölgesel ölçekte derin etkileri olan yıkıcı bir iç savaşla anılıyor. Sudan dosyası, yalnızca bir iç çatışma değil; Kızıldeniz’den Sahel’e uzanan jeopolitik hattın kırılganlığını görünür kılan bir fay hattı niteliği taşıyor. 

Aralık 2018’de ekmek fiyatlarına yapılan zamla başlayan protestolar, kısa sürede ekonomik talepleri aşarak siyasal bir isyana dönüştü. Sokaktaki kitleler, otuz yıllık Ömer el-Beşir rejimine, merkezîleşmiş iktidar yapısına ve çevre bölgelerin kronik dışlanmasına karşı güçlü bir itiraz yükseltti. 11 Nisan 2019’da Beşir’in devrilmesi, Sudan’ın yeni bir demokratik sayfa açacağına dair hem içeride hem de uluslararası arenada ciddi bir beklenti üretti.[1] Ancak yedi yılın sonunda ortaya çıkan tablo, devrimci momentin siyasal ve kurumsal dönüşüme tahvil edilemediğini; aksine, güvenlik aygıtı merkezli güç mücadelesinin ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürüklediğini gösteriyor. Bugün Sudan, dünyanın en ağır insani krizlerinden birine sahne olurken, Kızıldeniz–Sahel–Nil havzasını kapsayan geniş bir jeopolitik kuşağın istikrarını da tehdit ediyor.

Beşir Sonrası Geçiş Mimarisi: En Zayıf Halka Güvenlik Sektörü Reformu

2019 Anayasal Bildirisi ile siviller ve askerî elit arasında hibrit bir geçiş düzeni kuruldu. Egemenlik Konseyi ve Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki teknokrat hükümet, kağıt üzerinde sivil yönetime geçişi ve üç yıllık bir takvimi öngörüyordu.[2] Ne var ki bu mimari, Beşir döneminden devralınan güvenlik yapısının köklü biçimde dönüştürülmesini, yani en kritik dosyayı, bilinçli olarak erteledi.

Bu çerçevede:

●      Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ekonomik imparatorluğunu ve siyasi ayrıcalıklarını büyük ölçüde korudu.

●      Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), devlet hiyerarşisi içinde “paralel ordu” niteliğini muhafaza etti; altın ticareti ve sınır ötesi ekonomik ağlar üzerinden mali otonomi kazandı.

●      İstihbarat ve iç güvenlik kurumları, yalnızca isim ve tabela değişiklikleriyle yola devam etti.

Bu tablo, devrimci taleplerin merkezinde yer alan “güvenlik aygıtının sivilleştirilmesi” hedefinin rafa kaldırıldığı anlamına geliyordu. Geçiş hükümeti, uluslararası toplumun desteğini almasına rağmen içeride hem derin ekonomik kriz hem de koalisyon içi bölünmelerle karşı karşıya kaldı. Ortaya çıkan sonuç, sivil siyasetin zayıf, güvenlik elitlerinin ise güçlü kaldığı bir yapı oldu.

 Juba Barış Anlaşması ve Yönetilemeyen Çok-Merkezlilik

3 Ekim 2020 tarihli Juba Barış Anlaşması, Darfur, Güney Kordofan ve Mavi Nil gibi çevre bölgelerde uzun yıllardır süren siyasal-dışlanma ve silahlı çatışma döngüsünü kırmayı amaçlayan en kapsamlı girişim olarak kurgulandı. Anlaşma; federal-bölgesel yönetişim, kaynak paylaşımı, yerel temsil mekanizmaları ve güvenlik düzenlemeleri gibi temel alanlarda önemli hükümler içeriyordu. Bu nedenle ilk aşamada, Sudan’ın merkez–çevre ilişkilerinde yapısal bir dönüşüm yaratabileceği ve silahlı grupları siyasal süreçlere entegre ederek ülkenin parçalı güç mimarisini rasyonelleştirebileceği yönünde geniş bir beklenti oluştu.[3] 

Ancak uygulama süreci, anlaşmanın sahadaki karmaşık gerçeklikleri yeterince kapsamadığını ortaya koydu. İlk olarak, Juba süreci esasen “elit merkezli pazarlıklar” üzerinden şekillendi. Barış masasında yer alan grupların talepleri çoğunlukla kota temelli güç paylaşımı, geçiş kurumlarında temsil ve ekonomik kaynakların yeniden dağıtımı gibi konulara odaklandı. Bu durum, Darfur ve diğer bölgelerdeki geniş toplum kesimlerinin adalet, yerel yönetim, güvenlik ve temel hizmetlere erişim gibi daha derin yapısal taleplerinin süreç dışında kalmasına yol açtı. Başka bir ifadeyle, anlaşma geniş toplumsal barışın altyapısını kurmak yerine silahlı ve siyasi elitlerin beklentilerini karşılayan sınırlı bir siyasal uzlaşıya dönüştü.

İkinci olarak, anlaşma geçiş döneminin kurumsal mimarisini daha da karmaşık hale getirdi. Zaten kırılgan olan yönetişim yapısına yeni aktörlerin ve kota bazlı pozisyonların eklenmesi, karar alma mekanizmalarını ağırlaştırdı ve uygulama kapasitesini zayıflattı. Bu “kurumsal hantallık”, hem merkezde hem de bölgelerde reform süreçlerinin eşgüdümünü zorlaştırdı; geçiş hükümeti, anlaşmanın öngördüğü hedefleri hayata geçirecek idari ve mali etkinlikten giderek uzaklaştı. Sonuç olarak Juba Anlaşması, çözmeyi hedeflediği çok-merkezlilik sorununu paradoksal biçimde daha da derinleştirdi.

Üçüncü olarak, süreçte dışarıda kalan aktörler anlaşmanın meşruiyetini sınırladı. Abdelaziz el-Hilu liderliğindeki SPLM-N fraksiyonu gibi kilit örgütlerin masada yer almaması, Juba’nın Sudan’daki silahlı ve siyasal alanı bütüncül şekilde düzenlemesini engelledi. Bu durum, hem anlaşmanın kapsamını daralttı hem de gelecekte yeniden çatışma riskini diri tuttu. Dahası, anlaşmanın “kapsayıcı barış” değil, belli aktörleri entegre eden “seçici bir uzlaşı” niteliğine bürünmesine yol açtı.

 Bu sorunlar bir araya geldiğinde, Juba Barış Anlaşması Sudan’ın tarihsel merkez–çevre gerilimini çözmek yerine daha da karmaşık bir çok-merkezli güç mimarisi ortaya çıkardı. Devletin karar alma kapasitesi daha kırılgan hale gelirken, sahadaki farklı silahlı aktörlerin meşruiyet iddiaları güçlendi. Böylece anlaşma, barışı inşa eden bir çerçeve olmaktan çok, Sudan’ın zaten parçalı olan siyasal düzenini daha fazla bölünmüş hale getiren bir faktör olarak işlev gördü.[4]

25 Ekim 2021 Askeri Müdahalesi: Geçişin Militarize Olması

25 Ekim 2021’de General Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki ordu, HDK’nin de operasyonel desteğiyle kapsamlı bir müdahale gerçekleştirerek geçiş sürecini fiilen sona erdirdi.[5] Hükümetin feshedilmesi, sivil liderlerin tutuklanması ya da ev hapsine alınması, sivil ortaklı geçiş sonrası kurulan yapının aslında güvenlik elitlerinin rızasına dayalı kırılgan bir düzen olduğunu açık biçimde ortaya koydu. Bu gelişme, Sudan’daki siyasi dönüşümün ne ölçüde koşullu ilerlediğini ve güvenlik kurumlarının kendi kurumsal çıkarlarını tehdit eden her durumda süreci askıya alabilecek kapasitede bulunduğunu somutlaştırdı.[6]

Askeri müdahale sonrasında geniş çaplı kitlesel protestolar ülke genelinde devam etti.[7] Başbakan Hamdok’un görevine dönmesini öngören kısa süreli siyasi anlaşma ne sokaktaki devrimci kitleler ne de sivil siyasal aktörler tarafından meşru kabul edildi.[8] Bu durum, geçiş süreci boyunca “bazı elit siviller” ile askerî elitler arasındaki güven krizinin derinliğini ortaya çıkarırken, ordunun süreç üzerindeki vesayetini normalleştirmeye yönelik herhangi bir düzenlemenin toplumsal tabanda karşılık bulamayacağını da gösterdi.

Uluslararası toplumun arabuluculuğunda 2022 sonunda hazırlanan “çerçeve anlaşma”, geçişi yeniden başlatmayı amaçlasa da bu kez SSK ile HDK arasındaki çıkar çatışması nedeniyle tıkandı.[9] SSK, HDK’nin hızlı ve kapsamlı biçimde orduya entegrasyonunu talep ederken; HDK liderliği, kendi ekonomik ve askerî otonomisini korumaya imkân tanıyacak daha uzun ve kademeli bir entegrasyon takvimi konusunda ısrar etti. Böylece güvenlik sektörü reformu, teknik bir kurumsal düzenleme alanı olmaktan çıkarak iki silahlı güç merkezi arasındaki iktidar mücadelesinin ana eksenine dönüştü.

Bu süreçte HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalo (Hemetti), söylemsel düzeyde “bazı elit sivil aktörlere” yakınlaşan ve “reformcu” bir profil çizmeye çalışan stratejik bir iletişim dili benimsedi. Hemetti’nin bu yaklaşımı, hem ulusal hem uluslararası kamuoyunda meşruiyet alanını genişletmeyi ve HDK’nin geçiş sürecindeki rolünü yeniden tanımlamayı hedefleyen bir manevra olarak değerlendirilebilir. Buna karşılık Burhan liderliğindeki ordu, eski rejimle bağlantılı siyasal ve bürokratik çevreleri yeniden sürece dahil ederek “anti-devrimci” bir blok oluşturma eğilimine yöneldi. Bu dinamik, Beşir sonrası dönemde tasfiye edildiği düşünülen eski rejim ağlarının aslında politik sahneden hiçbir zaman tam olarak çekilmediğini gösterdi.

Sonuç olarak, 2021–2023 dönemi bilhassa Siyasi Çerçeve Anlaşması[10] özelinde güvenlik sektörü reformu tartışmasının SAF ile HDK arasında ertelenemez bir hesaplaşmaya dönüşmesiyle şekillendi. Bu yapısal gerilim, yalnızca kurumsal reform ihtiyacının değil, devletin kontrolünü hedefleyen sıfır toplamlı bir güç mücadelesinin tezahürüydü. Nihayet, iki aktör arasındaki bu rekabet 15 Nisan 2023’te ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürükleyen temel tetikleyici haline geldi.

15 Nisan 2023’ten Sonra: Devlet İçi Güç Mücadelesinden Tam Ölçekli İç Savaşa

15 Nisan 2023’te HDK’nin Hartum’daki kilit askerî tesislere ve stratejik noktalara eş zamanlı saldırısı, Sudan’ı devlet içi fraksiyonel rekabetten çıkartıp tam ölçekli bir iç savaşın içine itti.[11] Hartum üçgeni kısa sürede şehir savaşının merkezine dönüştü; HDK saha üstünlüğü sağlarken, SSK hava kuvvetleri ve ağır topçu atışları ile karşılık verdi.

Sonuçlar ağır oldu:

●      Başkentteki bakanlıklar, üniversiteler, hastaneler ve temel altyapı büyük zarar gördü.

●      Devlet kapasitesi fiilen çöktü; diplomatik misyonlar ve uluslararası örgütler ülkeyi tahliye etti.

●      Hartum’dan Port Sudan, Mısır, Çad ve Güney Sudan’a doğru büyük bir göç dalgası oluştu.

Siyasi süreç ise tamamen askeri denkleme tabi hale geldi. Cidde Süreci gibi platformlarda yürütülen ateşkes görüşmeleri, sahadaki güç ilişkilerini dönüştürecek bir baskı üretemedi; kısa süreli ateşkesler hızla ihlal edildi.

Darfur ve Kordofan Cepheleri: Şiddet ve Savaş Ekonomisi

Savaşın ikinci evresinde çatışmanın ağırlık merkezi başkent üçgeninden uzaklaşarak Darfur ve Kordofan hattına kaydı.[12] Bu kayma, iç savaşın yalnızca iki silahlı gücün rekabeti olmaktan çıkıp Sudan’ın tarihsel kırılganlıklarını yeniden görünür kılan çok katmanlı bir güvenlik krizine dönüştüğünü gösterdi. HDK, tarihsel kökleri Cancevid milislerine uzanan yerel Arap milis ağlarını yeniden organize ederek Darfur’da geniş bir askeri-siyasi kontrol alanı oluşturdu.[13] Bu mobilizasyon, yalnızca askeri ilerlemeyi değil, yerel güç dengelerinin yeniden inşasını da beraberinde getirdi. El-Cuneyne, Zalingei, Nyala ve özellikle el-Faşir çevresinde sivillere yönelik saldırıların yoğunlaşması, Darfur’daki şiddetin etnik boyutunu yeniden görünür kıldı. Masalit topluluğuna yönelik sistematik saldırılar, köylerin yakılması, toplu katliamlar ve zorla yerinden etmeler, uluslararası raporların “etnik temizlik” uyarılarını güçlendiren temel unsurlar haline geldi.[14]

Kordofan cephesi ise savaşın stratejik ve ekonomik boyutunun belirginleştiği alan oldu. HDK’nin petrol altyapısını, yakıt hatlarını ve Hartum-Darfur arasındaki lojistik koridorları hedef alan operasyonları, yalnızca askeri bir hamle değil, aynı zamanda Sudan devletinin ekonomik damarlarını kesmeyi amaçlayan bir baskı stratejisi niteliği taşıdı. Kordofan’ın petrol alanları ve ticari geçiş yolları üzerindeki kontrol mücadelesi, çatışmayı klasik bir silahlı mücadele olmaktan çıkarıp ekonomik kaynaklara dayalı bir güç savaşına dönüştürdü.[15] Buna karşılık SAF, bölgedeki kayıplarını telafi etmek için geniş ölçekli hava saldırılarına yöneldi; bu durum kasaba ve köylerde sivillerin yoğun kayıplarına yol açarken İHA ve topçu saldırıları günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi.[16] Böylece savaş, sivillerin yaşam alanlarının doğrudan hedeflendiği yüksek yoğunluklu bir yıkım sürecine dönüştü.

İnsani Çöküş

Bu askeri gelişmeler eş zamanlı olarak Sudan’da derinleşen insani çöküşü tetikledi. 2025’e gelindiğinde 12–14 milyon civarında insanın yerinden edilmesi, Sudan’ı dünyanın en büyük iç göç krizinin merkezine yerleştirdi.[17] Yerinden edilmelerin büyük bölümü plansız, ani ve şiddet tehdidi altında gerçekleştiği için milyonlarca aile temel barınma, sağlık ve gıda ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Darfur’dan Çad sınırına, Kordofan’dan Güney Sudan’a doğru uzanan göç rotaları, güvenliksiz, kapasitesi sınırlı ve insani yardıma erişimin kesintili olduğu riskli güzergâhlara dönüştü.[18]

Eğitim sistemi savaşla birlikte neredeyse tamamen çöktü. Yüzlerce okul ya yıkıldı ya da askeri amaçlarla işgal edildi; öğretmenlerin büyük bir kısmı çatışma bölgelerinden kaçmak zorunda kaldı. Bir neslin eğitime erişimi kesildi ve bu durum, Sudan’ın gelecekteki sosyo-ekonomik toparlanma kapasitesini derinden etkileyecek uzun vadeli bir kriz dinamiği ortaya çıkardı.

Sağlık altyapısı da benzer şekilde ağır hasar aldı. Hastanelerin büyük kısmı kapandı, tıbbi malzeme stokları tükendi, sağlık çalışanları hedef haline geldi veya çalışma koşullarının güvensizliği nedeniyle bölgeyi terk etti. Kolera, kızamık ve akut yetersiz beslenme gibi salgın hastalıkların hızla yayılması, insani krizi daha da derinleştirdi. Çatışma alanlarında yaralanan sivillerin tedavi edilememesi, çok sayıda önlenebilir ölümün yaşanmasına yol açtı.[19]

Ayrıca savaş, gıda güvenliğini ciddi biçimde tehdit eden çok boyutlu bir kırılmaya neden oldu. Tarım alanlarının tahrip edilmesi, üretim sezonlarının kesintiye uğraması, hayvancılık faaliyetlerinin durması ve ticaret yollarının kapanması, geniş bir coğrafyada açlık riskini kritik seviyeye taşıdı. Birçok uluslararası kurum, Sudan’ın büyük ölçekli kıtlık riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor. 

Bu koşullar, Sudan’ın bugün yalnızca askerî bir çatışma ülkesi değil, aynı zamanda toplumsal dokusu hızla eriyen ve uzun vadeli insani tahribatın derinleştiği bir kriz alanına dönüştüğünü gösteriyor. Eğitimden sağlığa, gıdadan barınmaya uzanan geniş bir yelpazedeki bu çöküş, Sudan’da “kayıp bir nesil” riskini somutlaştırdığı gibi, savaş sona erse bile ülkenin yeniden inşa sürecinin çok uzun yıllara yayılacağını da ortaya koyuyor. 

Uluslararası Sessizlik ve Parçalı Arabuluculuk

Sudan’daki savaş, uluslararası sistemin dikkatinin Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizler tarafından yoğun biçimde meşgul edildiği bir dönemde yaşandığı için küresel kamuoyunda oldukça sınırlı bir görünürlük elde edebildi. Bu görünmezlik, Sudan’daki insani trajedinin ölçeğine rağmen uluslararası tepkinin zayıf kalmasına yol açtı. Çatışmanın derinleşmesi, milyonlarca insanın yerinden edilmesi ve geniş coğrafyaların fiilen çökmesi gibi ağır sonuçlar, küresel gündemin rekabet eden kriz alanları içinde adeta kayboldu. Bu nedenle Sudan, literatürde giderek daha sık kullanılan “sessiz savaş” kategorisine yerleştiriliyor; yüksek yoğunluklu insani yıkıma rağmen düşük düzeyde uluslararası ilgiye mazhar olan çatışmaların başlıca örneği haline geliyor.[20] 

Arabuluculuk girişimleri de bu düşük görünürlük ve parçalı diplomatik ilginin bir yansıması olarak sınırlı etki üretebiliyor. Cidde Süreci, taraflar arasında teknik temas kanallarını açık tutsa da kalıcı ateşkes ve kapsamlı bir siyasi yol haritası oluşturmakta yetersiz kalıyor.[21] Sürecin çift taraflı yürütülmesi, hem baskı kapasitesinin sınırlı kalmasına hem de sahadaki güç dengelerini dönüştürecek bir sonuç üretememesine yol açıyor. Bu durum, Sudan’daki çatışmanın diplomasi eliyle yönetilebilir olmasına rağmen çözülebilir olmaktan giderek uzaklaştığını gösteriyor. 

IGAD ve Afrika Birliği tarafından yürütülen süreçler ise bölge ülkelerinin Sudan’a yönelik farklı ve zaman zaman çelişkili güvenlik öncelikleri nedeniyle parçalı bir görünüm arz ediyor. Etiyopya, Kenya, Güney Sudan ve Mısır gibi ülkeler, kendi jeopolitik hesapları doğrultusunda Sudan dosyasına müdahil oldukça, bölgesel örgütlerin bütüncül bir yaklaşım benimsemesi zorlaşıyor. Bu parçalanmış diplomatik mimari, hem siyasi baskının etkisini azaltıyor hem de tarafların kendi lehlerine zaman kazanmak amacıyla süreçleri araçsallaştırmasına imkân tanıyor.

Ayrıca Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörlerin Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile geliştirdikleri asimetrik ilişkiler, çatışmanın bölgesel vekâlet savaşlarına evrilme riskini artırıyor.[22] Bu ilişkiler, tarafların askeri kapasitesini dolaylı olarak beslerken aynı zamanda sahadaki denklemi daha da karmaşık hale getiriyor. Bölgesel aktörlerin Sudan’daki çatışmayı kendi stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye yönelmesi, iç savaşın çözümünü zorlaştırdığı gibi çatışmanın coğrafi olarak yayılma ihtimalini de güçlendiriyor.

Bu çok katmanlı tablo, Sudan’ın kısa vadede kapsamlı bir barış anlaşmasına ulaşmasındansa, uzun süreli, düşük yoğunluklu ve çok merkezli çatışmalarla karakterize edilen “dondurulmuş kriz” senaryosuna sürüklenme ihtimalini artırıyor. Bir yandan uluslararası diplomatik ilgisizliğin, diğer yandan bölgesel rekabetlerin belirlediği bu ortamda, Sudan’daki savaşın “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa dönüşmesi riski giderek belirginleşiyor. Böyle bir senaryo, yalnızca insani çöküşü derinleştirmekle kalmayacak; Kızıldeniz, Sahel ve Nil havzası gibi kritik coğrafyalarda yeni kırılganlık alanları da ortaya çıkaracaktır.

Sonuç

Sudan’da Aralık 2018’de başlayan devrim süreci, kısa bir tarihsel aralık içinde ülkeyi demokratik bir dönüşüm umudundan bölgesel bir felaketin merkezine sürükledi. Beşir sonrası geçiş mimarisi, Juba Barış Anlaşması ve 2021 askeri müdahalesi gibi dönüm noktaları, Sudan’ın modern siyasal gelişiminde “kaçırılmış tarihsel anlar” olarak kayda geçti. Bu süreçlerin ortak özelliği, güvenlik aygıtının kurumsal ayrıcalıklarını koruması, sivil siyasetin zayıf kalması ve merkez–çevre arasındaki yapısal eşitsizliklerin derinleşmesidir. Dolayısıyla Sudan’daki iç savaş, yalnızca iki silahlı güç merkezi arasındaki rekabetin değil, devlet inşası problematiğinin başarısızlığının da sonucudur.

Bugün geldiğimiz noktada savaş, Hartum merkezli bir iktidar mücadelesi olmaktan çıkıp Darfur ve Kordofan ekseninde insani şiddet, savaş ekonomisi ve devlet-dışı aktörleşme zemini üzerinde yeniden şekillenmektedir. HDK’nin geniş bir coğrafyada kurduğu paramiliter kontrol alanları ve SSK'nın hava gücüne dayalı savunma stratejisi, Sudan’da parçalı, çok aktörlü ve uzun süreli bir çatışma düzeni üretmektedir. Darfur’da tekrarlayan etnik şiddet döngüsü ve Kordofan’daki ekonomik altyapıyı hedef alan saldırılar, Sudan’da savaşın sadece siyasi düzeni değil, aynı zamanda toplumun demografik ve sosyo-ekonomik dokusunu dönüştürdüğünü göstermektedir.

Bu dönüşümün en çarpıcı sonucu, giderek derinleşen insani çöküştür. Eğitim, sağlık, gıda güvenliği ve barınma gibi temel alanlarda yaşanan çöküş, Sudan’da bir neslin kaybedilmesi riskini somutlaştırmaktadır. 12–14 milyonluk yerinden edilme dalgası, Sudan'ı yalnızca Afrika'nın değil, küresel ölçekte de en büyük zorunlu göç krizlerinden birinin merkezine yerleştirmiştir. Bu durum, iç savaş sona erdiğinde dahi Sudan’ın yeniden inşa sürecinin uzun yıllara yayılacağını ve çok katmanlı uluslararası destek gerektireceğini ortaya koymaktadır.

Sudan’daki krizin bölgesel ve küresel düzeyde yeterince görünür olmaması, çatışmayı bir “sessiz savaş” haline getirmiştir. Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizlerin arasında sıkışan Sudan, uluslararası gündemin alt sıralarına itilmiş; bu da arabuluculuk girişimlerinin etkisizleşmesine zemin hazırlamıştır. Cidde Süreci’nin sınırlı kaldığı, IGAD ve Afrika Birliği’nin parçalı yaklaşımlar benimsediği ve Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi aktörlerin SSK ve HDK ile kurdukları asimetrik ilişkilerin çatışmayı bölgesel rekabetlerin bir bileşenine dönüştürdüğü bir ortamda Sudan, “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa evrilme riski taşımaktadır.

Tüm bu gelişmeler, Sudan’ın yakın geleceğine ilişkin üç temel stratejik çıkarıma işaret etmektedir: 

Birincisi, Sudan’da kapsamlı bir barışın inşası, güvenlik sektörü reformu merkezli bir yaklaşım benimsenmeden mümkün değildir. SSK–HDK–milis üçgeninin yeniden düzenlenmesi, barış sürecinin teknik bir bileşeni değil, varlık sebebi haline gelmiştir. Herhangi bir siyasi anlaşma, tek bir ulusal komuta yapısı hedefi olmadan sürdürülebilirlik kazanamaz. 

İkincisi, Sudan’daki merkez–çevre gerilimi, ülkenin siyasal çözüm ihtiyacının özünü oluşturmaktadır. Juba sürecinin başarısızlığı, çevre bölgelerde yerel yönetişim, adalet ve ekonomik temsil alanları güçlendirilmeden gerçek anlamda ulusal bir barışın mümkün olmadığını göstermiştir. Federalizmi ve yerel idarelerin güçlendirilmesini öncelemeyen bir yaklaşım, Sudan’ın kronik kırılganlığını yeniden üretmekten öteye gidemez.

Üçüncüsü, Sudan’daki çatışmanın bölgesel yansımaları, Kızıldeniz–Sahel–Nil üçgeninin istikrarı açısından kritik bir güvenlik riski oluşturmaktadır. Çatışmanın Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Etiyopya gibi zaten kırılgan ülkelerle temas halinde yürütülmesi, paramiliter ağların ve kaçakçılık ekonomisinin bölgesel düzeyde yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, yalnızca Sudan’ın değil, Afrika Boynuzu ve Sahel'in genel güvenlik mimarisinin çözümsüzlük döngüsüne sürüklenmesi anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak Sudan, bugün sadece kendi iç savaşının değil, aynı zamanda bölgesel istikrarsızlığın merkezinde yer alan bir jeopolitik kırılganlık laboratuvarına dönüşmüş durumdadır. Bu kırılganlığın aşılması, yalnızca ateşkes anlaşmalarıyla değil, çok boyutlu ve uzun soluklu bir yeniden inşa vizyonuyla mümkün olacaktır. Aksi halde Sudan, gelecek on yıl boyunca Afrika’nın en karmaşık ve en maliyetli güvenlik dosyalarından biri olmayı sürdürecektir.

Son Not

[1]“Sudan’s military overthrows president amid bloody protests”, AP News, 12 April 2019. https://apnews.com/article/3b259f7aacaa4601a713103006de8687

[2] “Sudan’s military, protest leaders sign constitutional declaration”, Al Jazeera, 4 August 2019. https://www.aljazeera.com/news/2019/8/4/sudans-military-protest-leaders-sign-constitutional-declaration

[3] “The Juba Peace Agreement: A Turning Point for Sudan?”, Chatham House, 2 September 2020. https://www.chathamhouse.org/2020/09/juba-peace-agreement-turning-point-sudan

[4] “Despite Implementation of Peace Agreement, Insecurity Persists in Darfur, Sudan Sanctions Committee Chair Tells Security Council”, United Nations (UN Press), 3 September 2020.  https://press.un.org/en/2021/sc14632.doc.htm

[5] “Sudan’s military dissolves cabinet, announces state of emergency”, Al Jazeera, 25 October 2021. https://www.aljazeera.com/news/2021/10/25/sudans-military-dissolves-cabinet-announce-state-of-emergency

[6] “Sudan: Military Takeover Threatens Rights”, Human Rights Watch, 26 October 2021. https://www.hrw.org/news/2021/10/26/sudan-military-takeover-threatens-rights

[7] “Sudan pro-democracy activists call for escalation after lethal crackdown”, The Guardian, 18 November 2021. https://www.theguardian.com/world/2021/nov/18/sudan-pro-democracy-activists-call-for-escalation-after-lethal-crackdown

[8] “Sudan coup: Military reinstates PM Hamdok after deal”, Middle East Eye, 21 November 2021. https://www.middleeasteye.net/news/sudan-coup-hamdok-return-government-after-deal

[9] “A Critical Window to Bolster Sudan’s Next Government”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/africa/sudan/critical-window-bolster-sudans-next-government

[10] “Sudan’ın geçiş yönetimi krizinde çerçeve anlaşması”, ORSAM,Aralık 2022 https://orsam.org.tr/dosya/sudanin-gecis-yonetimi-krizinde-cerceve-anlasmasi-1.pdf

[11] “Heavy gunfire heard — Khartoum witnesses clashes between Sudanese forces, paramilitaries”, Reuters, 15 April 2023. https://www.reuters.com/world/africa/heavy-gunfire-heard-south-sudanese-capital-khartoum-witnesses-2023-04-15

[12] “Sudan situation update: Unraveling conflict dynamics in Darfur”, ACLED, December 2023. https://acleddata.com/update/sudan-situation-update-december-2023-unraveling-conflict-dynamics-darfur

[13] “Sudan’s Rapid Support Forces: From Darfur militias to rival army”, Anadolu Ajansı, 23 July 2023. https://www.aa.com.tr/en/middle-east/factbox-sudan-s-rapid-support-forces-from-darfur-militias-to-rival-army

[14] “Sudan: New mass ethnic killings, pillage in Darfur”, Human Rights Watch, 27 November 2023. https://www.hrw.org/news/2023/11/27/sudan-new-mass-ethnic-killings-pillage-darfur

[15] “Oil sector in West Kordofan enters its most complex crisis since 2023 attacks”, Darfur24, 3 December 2025. https://www.darfur24.com/en/2025/12/03/oil-sector-in-west-kordofan-enters-its-most-complex-crisis-since-2023-attacks

[16] “Sudan: Amnesty International concern over human rights abuses”, Amnesty International, 2023. https://www.amnesty.org/en/documents/afr54/7037/2023/en/

[17] “Sudan conflict: What’s really going on?”, UNOCHA, 6 March 2025.https://www.unocha.org/news/sudan-conflict-whats-really-going

[18] “UNHCR: Displaced civilians fleeing Sudan’s Darfur, Kordofan regions navigate serious violations, deadly routes”, ReliefWeb / UNHCR, 22 January 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/unhcr-displaced-civilians-fleeing-sudans-darfur-kordofan-regions-navigate-serious-violations-deadly-routes

[19] “UNICEF Sudan Humanitarian Situation Report — May 2025”, UNICEF, 31 May 2025. https://www.unicef.org/sudan/reports/unicef-sudan-humanitarian-situation-report-may-2025

[20] “Sudan’s war, world’s silence”, ReliefWeb, 12 April 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/sudans-war-worlds-silence

[21] “Sudan’da durdurulamayan savaşın sonuç vermeyen müzakereleri”, Anadolu Ajansı, 13 Ağustos 2024.  https://www.aa.com.tr/tr/dunya/sudanda-durdurulamayan-savasin-sonuc-vermeyen-muzakereleri/3302368

[22] “Sudan’s calamitous war: Finding a path toward peace”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/sites/default/files/2025-01/b204-sudan-calamitous-war.pdf

Giriş 

Aralık 2018’de demokratik bir yapı dalgasıyla umutlanan Sudan, bugün hem ülke içinde hem de bölgesel ölçekte derin etkileri olan yıkıcı bir iç savaşla anılıyor. Sudan dosyası, yalnızca bir iç çatışma değil; Kızıldeniz’den Sahel’e uzanan jeopolitik hattın kırılganlığını görünür kılan bir fay hattı niteliği taşıyor. 

Aralık 2018’de ekmek fiyatlarına yapılan zamla başlayan protestolar, kısa sürede ekonomik talepleri aşarak siyasal bir isyana dönüştü. Sokaktaki kitleler, otuz yıllık Ömer el-Beşir rejimine, merkezîleşmiş iktidar yapısına ve çevre bölgelerin kronik dışlanmasına karşı güçlü bir itiraz yükseltti. 11 Nisan 2019’da Beşir’in devrilmesi, Sudan’ın yeni bir demokratik sayfa açacağına dair hem içeride hem de uluslararası arenada ciddi bir beklenti üretti.[1] Ancak yedi yılın sonunda ortaya çıkan tablo, devrimci momentin siyasal ve kurumsal dönüşüme tahvil edilemediğini; aksine, güvenlik aygıtı merkezli güç mücadelesinin ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürüklediğini gösteriyor. Bugün Sudan, dünyanın en ağır insani krizlerinden birine sahne olurken, Kızıldeniz–Sahel–Nil havzasını kapsayan geniş bir jeopolitik kuşağın istikrarını da tehdit ediyor.

Beşir Sonrası Geçiş Mimarisi: En Zayıf Halka Güvenlik Sektörü Reformu

2019 Anayasal Bildirisi ile siviller ve askerî elit arasında hibrit bir geçiş düzeni kuruldu. Egemenlik Konseyi ve Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki teknokrat hükümet, kağıt üzerinde sivil yönetime geçişi ve üç yıllık bir takvimi öngörüyordu.[2] Ne var ki bu mimari, Beşir döneminden devralınan güvenlik yapısının köklü biçimde dönüştürülmesini, yani en kritik dosyayı, bilinçli olarak erteledi.

Bu çerçevede:

●      Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ekonomik imparatorluğunu ve siyasi ayrıcalıklarını büyük ölçüde korudu.

●      Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), devlet hiyerarşisi içinde “paralel ordu” niteliğini muhafaza etti; altın ticareti ve sınır ötesi ekonomik ağlar üzerinden mali otonomi kazandı.

●      İstihbarat ve iç güvenlik kurumları, yalnızca isim ve tabela değişiklikleriyle yola devam etti.

Bu tablo, devrimci taleplerin merkezinde yer alan “güvenlik aygıtının sivilleştirilmesi” hedefinin rafa kaldırıldığı anlamına geliyordu. Geçiş hükümeti, uluslararası toplumun desteğini almasına rağmen içeride hem derin ekonomik kriz hem de koalisyon içi bölünmelerle karşı karşıya kaldı. Ortaya çıkan sonuç, sivil siyasetin zayıf, güvenlik elitlerinin ise güçlü kaldığı bir yapı oldu.

 Juba Barış Anlaşması ve Yönetilemeyen Çok-Merkezlilik

3 Ekim 2020 tarihli Juba Barış Anlaşması, Darfur, Güney Kordofan ve Mavi Nil gibi çevre bölgelerde uzun yıllardır süren siyasal-dışlanma ve silahlı çatışma döngüsünü kırmayı amaçlayan en kapsamlı girişim olarak kurgulandı. Anlaşma; federal-bölgesel yönetişim, kaynak paylaşımı, yerel temsil mekanizmaları ve güvenlik düzenlemeleri gibi temel alanlarda önemli hükümler içeriyordu. Bu nedenle ilk aşamada, Sudan’ın merkez–çevre ilişkilerinde yapısal bir dönüşüm yaratabileceği ve silahlı grupları siyasal süreçlere entegre ederek ülkenin parçalı güç mimarisini rasyonelleştirebileceği yönünde geniş bir beklenti oluştu.[3] 

Ancak uygulama süreci, anlaşmanın sahadaki karmaşık gerçeklikleri yeterince kapsamadığını ortaya koydu. İlk olarak, Juba süreci esasen “elit merkezli pazarlıklar” üzerinden şekillendi. Barış masasında yer alan grupların talepleri çoğunlukla kota temelli güç paylaşımı, geçiş kurumlarında temsil ve ekonomik kaynakların yeniden dağıtımı gibi konulara odaklandı. Bu durum, Darfur ve diğer bölgelerdeki geniş toplum kesimlerinin adalet, yerel yönetim, güvenlik ve temel hizmetlere erişim gibi daha derin yapısal taleplerinin süreç dışında kalmasına yol açtı. Başka bir ifadeyle, anlaşma geniş toplumsal barışın altyapısını kurmak yerine silahlı ve siyasi elitlerin beklentilerini karşılayan sınırlı bir siyasal uzlaşıya dönüştü.

İkinci olarak, anlaşma geçiş döneminin kurumsal mimarisini daha da karmaşık hale getirdi. Zaten kırılgan olan yönetişim yapısına yeni aktörlerin ve kota bazlı pozisyonların eklenmesi, karar alma mekanizmalarını ağırlaştırdı ve uygulama kapasitesini zayıflattı. Bu “kurumsal hantallık”, hem merkezde hem de bölgelerde reform süreçlerinin eşgüdümünü zorlaştırdı; geçiş hükümeti, anlaşmanın öngördüğü hedefleri hayata geçirecek idari ve mali etkinlikten giderek uzaklaştı. Sonuç olarak Juba Anlaşması, çözmeyi hedeflediği çok-merkezlilik sorununu paradoksal biçimde daha da derinleştirdi.

Üçüncü olarak, süreçte dışarıda kalan aktörler anlaşmanın meşruiyetini sınırladı. Abdelaziz el-Hilu liderliğindeki SPLM-N fraksiyonu gibi kilit örgütlerin masada yer almaması, Juba’nın Sudan’daki silahlı ve siyasal alanı bütüncül şekilde düzenlemesini engelledi. Bu durum, hem anlaşmanın kapsamını daralttı hem de gelecekte yeniden çatışma riskini diri tuttu. Dahası, anlaşmanın “kapsayıcı barış” değil, belli aktörleri entegre eden “seçici bir uzlaşı” niteliğine bürünmesine yol açtı.

 Bu sorunlar bir araya geldiğinde, Juba Barış Anlaşması Sudan’ın tarihsel merkez–çevre gerilimini çözmek yerine daha da karmaşık bir çok-merkezli güç mimarisi ortaya çıkardı. Devletin karar alma kapasitesi daha kırılgan hale gelirken, sahadaki farklı silahlı aktörlerin meşruiyet iddiaları güçlendi. Böylece anlaşma, barışı inşa eden bir çerçeve olmaktan çok, Sudan’ın zaten parçalı olan siyasal düzenini daha fazla bölünmüş hale getiren bir faktör olarak işlev gördü.[4]

25 Ekim 2021 Askeri Müdahalesi: Geçişin Militarize Olması

25 Ekim 2021’de General Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki ordu, HDK’nin de operasyonel desteğiyle kapsamlı bir müdahale gerçekleştirerek geçiş sürecini fiilen sona erdirdi.[5] Hükümetin feshedilmesi, sivil liderlerin tutuklanması ya da ev hapsine alınması, sivil ortaklı geçiş sonrası kurulan yapının aslında güvenlik elitlerinin rızasına dayalı kırılgan bir düzen olduğunu açık biçimde ortaya koydu. Bu gelişme, Sudan’daki siyasi dönüşümün ne ölçüde koşullu ilerlediğini ve güvenlik kurumlarının kendi kurumsal çıkarlarını tehdit eden her durumda süreci askıya alabilecek kapasitede bulunduğunu somutlaştırdı.[6]

Askeri müdahale sonrasında geniş çaplı kitlesel protestolar ülke genelinde devam etti.[7] Başbakan Hamdok’un görevine dönmesini öngören kısa süreli siyasi anlaşma ne sokaktaki devrimci kitleler ne de sivil siyasal aktörler tarafından meşru kabul edildi.[8] Bu durum, geçiş süreci boyunca “bazı elit siviller” ile askerî elitler arasındaki güven krizinin derinliğini ortaya çıkarırken, ordunun süreç üzerindeki vesayetini normalleştirmeye yönelik herhangi bir düzenlemenin toplumsal tabanda karşılık bulamayacağını da gösterdi.

Uluslararası toplumun arabuluculuğunda 2022 sonunda hazırlanan “çerçeve anlaşma”, geçişi yeniden başlatmayı amaçlasa da bu kez SSK ile HDK arasındaki çıkar çatışması nedeniyle tıkandı.[9] SSK, HDK’nin hızlı ve kapsamlı biçimde orduya entegrasyonunu talep ederken; HDK liderliği, kendi ekonomik ve askerî otonomisini korumaya imkân tanıyacak daha uzun ve kademeli bir entegrasyon takvimi konusunda ısrar etti. Böylece güvenlik sektörü reformu, teknik bir kurumsal düzenleme alanı olmaktan çıkarak iki silahlı güç merkezi arasındaki iktidar mücadelesinin ana eksenine dönüştü.

Bu süreçte HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalo (Hemetti), söylemsel düzeyde “bazı elit sivil aktörlere” yakınlaşan ve “reformcu” bir profil çizmeye çalışan stratejik bir iletişim dili benimsedi. Hemetti’nin bu yaklaşımı, hem ulusal hem uluslararası kamuoyunda meşruiyet alanını genişletmeyi ve HDK’nin geçiş sürecindeki rolünü yeniden tanımlamayı hedefleyen bir manevra olarak değerlendirilebilir. Buna karşılık Burhan liderliğindeki ordu, eski rejimle bağlantılı siyasal ve bürokratik çevreleri yeniden sürece dahil ederek “anti-devrimci” bir blok oluşturma eğilimine yöneldi. Bu dinamik, Beşir sonrası dönemde tasfiye edildiği düşünülen eski rejim ağlarının aslında politik sahneden hiçbir zaman tam olarak çekilmediğini gösterdi.

Sonuç olarak, 2021–2023 dönemi bilhassa Siyasi Çerçeve Anlaşması[10] özelinde güvenlik sektörü reformu tartışmasının SAF ile HDK arasında ertelenemez bir hesaplaşmaya dönüşmesiyle şekillendi. Bu yapısal gerilim, yalnızca kurumsal reform ihtiyacının değil, devletin kontrolünü hedefleyen sıfır toplamlı bir güç mücadelesinin tezahürüydü. Nihayet, iki aktör arasındaki bu rekabet 15 Nisan 2023’te ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürükleyen temel tetikleyici haline geldi.

15 Nisan 2023’ten Sonra: Devlet İçi Güç Mücadelesinden Tam Ölçekli İç Savaşa

15 Nisan 2023’te HDK’nin Hartum’daki kilit askerî tesislere ve stratejik noktalara eş zamanlı saldırısı, Sudan’ı devlet içi fraksiyonel rekabetten çıkartıp tam ölçekli bir iç savaşın içine itti.[11] Hartum üçgeni kısa sürede şehir savaşının merkezine dönüştü; HDK saha üstünlüğü sağlarken, SSK hava kuvvetleri ve ağır topçu atışları ile karşılık verdi.

Sonuçlar ağır oldu:

●      Başkentteki bakanlıklar, üniversiteler, hastaneler ve temel altyapı büyük zarar gördü.

●      Devlet kapasitesi fiilen çöktü; diplomatik misyonlar ve uluslararası örgütler ülkeyi tahliye etti.

●      Hartum’dan Port Sudan, Mısır, Çad ve Güney Sudan’a doğru büyük bir göç dalgası oluştu.

Siyasi süreç ise tamamen askeri denkleme tabi hale geldi. Cidde Süreci gibi platformlarda yürütülen ateşkes görüşmeleri, sahadaki güç ilişkilerini dönüştürecek bir baskı üretemedi; kısa süreli ateşkesler hızla ihlal edildi.

Darfur ve Kordofan Cepheleri: Şiddet ve Savaş Ekonomisi

Savaşın ikinci evresinde çatışmanın ağırlık merkezi başkent üçgeninden uzaklaşarak Darfur ve Kordofan hattına kaydı.[12] Bu kayma, iç savaşın yalnızca iki silahlı gücün rekabeti olmaktan çıkıp Sudan’ın tarihsel kırılganlıklarını yeniden görünür kılan çok katmanlı bir güvenlik krizine dönüştüğünü gösterdi. HDK, tarihsel kökleri Cancevid milislerine uzanan yerel Arap milis ağlarını yeniden organize ederek Darfur’da geniş bir askeri-siyasi kontrol alanı oluşturdu.[13] Bu mobilizasyon, yalnızca askeri ilerlemeyi değil, yerel güç dengelerinin yeniden inşasını da beraberinde getirdi. El-Cuneyne, Zalingei, Nyala ve özellikle el-Faşir çevresinde sivillere yönelik saldırıların yoğunlaşması, Darfur’daki şiddetin etnik boyutunu yeniden görünür kıldı. Masalit topluluğuna yönelik sistematik saldırılar, köylerin yakılması, toplu katliamlar ve zorla yerinden etmeler, uluslararası raporların “etnik temizlik” uyarılarını güçlendiren temel unsurlar haline geldi.[14]

Kordofan cephesi ise savaşın stratejik ve ekonomik boyutunun belirginleştiği alan oldu. HDK’nin petrol altyapısını, yakıt hatlarını ve Hartum-Darfur arasındaki lojistik koridorları hedef alan operasyonları, yalnızca askeri bir hamle değil, aynı zamanda Sudan devletinin ekonomik damarlarını kesmeyi amaçlayan bir baskı stratejisi niteliği taşıdı. Kordofan’ın petrol alanları ve ticari geçiş yolları üzerindeki kontrol mücadelesi, çatışmayı klasik bir silahlı mücadele olmaktan çıkarıp ekonomik kaynaklara dayalı bir güç savaşına dönüştürdü.[15] Buna karşılık SAF, bölgedeki kayıplarını telafi etmek için geniş ölçekli hava saldırılarına yöneldi; bu durum kasaba ve köylerde sivillerin yoğun kayıplarına yol açarken İHA ve topçu saldırıları günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi.[16] Böylece savaş, sivillerin yaşam alanlarının doğrudan hedeflendiği yüksek yoğunluklu bir yıkım sürecine dönüştü.

İnsani Çöküş

Bu askeri gelişmeler eş zamanlı olarak Sudan’da derinleşen insani çöküşü tetikledi. 2025’e gelindiğinde 12–14 milyon civarında insanın yerinden edilmesi, Sudan’ı dünyanın en büyük iç göç krizinin merkezine yerleştirdi.[17] Yerinden edilmelerin büyük bölümü plansız, ani ve şiddet tehdidi altında gerçekleştiği için milyonlarca aile temel barınma, sağlık ve gıda ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Darfur’dan Çad sınırına, Kordofan’dan Güney Sudan’a doğru uzanan göç rotaları, güvenliksiz, kapasitesi sınırlı ve insani yardıma erişimin kesintili olduğu riskli güzergâhlara dönüştü.[18]

Eğitim sistemi savaşla birlikte neredeyse tamamen çöktü. Yüzlerce okul ya yıkıldı ya da askeri amaçlarla işgal edildi; öğretmenlerin büyük bir kısmı çatışma bölgelerinden kaçmak zorunda kaldı. Bir neslin eğitime erişimi kesildi ve bu durum, Sudan’ın gelecekteki sosyo-ekonomik toparlanma kapasitesini derinden etkileyecek uzun vadeli bir kriz dinamiği ortaya çıkardı.

Sağlık altyapısı da benzer şekilde ağır hasar aldı. Hastanelerin büyük kısmı kapandı, tıbbi malzeme stokları tükendi, sağlık çalışanları hedef haline geldi veya çalışma koşullarının güvensizliği nedeniyle bölgeyi terk etti. Kolera, kızamık ve akut yetersiz beslenme gibi salgın hastalıkların hızla yayılması, insani krizi daha da derinleştirdi. Çatışma alanlarında yaralanan sivillerin tedavi edilememesi, çok sayıda önlenebilir ölümün yaşanmasına yol açtı.[19]

Ayrıca savaş, gıda güvenliğini ciddi biçimde tehdit eden çok boyutlu bir kırılmaya neden oldu. Tarım alanlarının tahrip edilmesi, üretim sezonlarının kesintiye uğraması, hayvancılık faaliyetlerinin durması ve ticaret yollarının kapanması, geniş bir coğrafyada açlık riskini kritik seviyeye taşıdı. Birçok uluslararası kurum, Sudan’ın büyük ölçekli kıtlık riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor. 

Bu koşullar, Sudan’ın bugün yalnızca askerî bir çatışma ülkesi değil, aynı zamanda toplumsal dokusu hızla eriyen ve uzun vadeli insani tahribatın derinleştiği bir kriz alanına dönüştüğünü gösteriyor. Eğitimden sağlığa, gıdadan barınmaya uzanan geniş bir yelpazedeki bu çöküş, Sudan’da “kayıp bir nesil” riskini somutlaştırdığı gibi, savaş sona erse bile ülkenin yeniden inşa sürecinin çok uzun yıllara yayılacağını da ortaya koyuyor. 

Uluslararası Sessizlik ve Parçalı Arabuluculuk

Sudan’daki savaş, uluslararası sistemin dikkatinin Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizler tarafından yoğun biçimde meşgul edildiği bir dönemde yaşandığı için küresel kamuoyunda oldukça sınırlı bir görünürlük elde edebildi. Bu görünmezlik, Sudan’daki insani trajedinin ölçeğine rağmen uluslararası tepkinin zayıf kalmasına yol açtı. Çatışmanın derinleşmesi, milyonlarca insanın yerinden edilmesi ve geniş coğrafyaların fiilen çökmesi gibi ağır sonuçlar, küresel gündemin rekabet eden kriz alanları içinde adeta kayboldu. Bu nedenle Sudan, literatürde giderek daha sık kullanılan “sessiz savaş” kategorisine yerleştiriliyor; yüksek yoğunluklu insani yıkıma rağmen düşük düzeyde uluslararası ilgiye mazhar olan çatışmaların başlıca örneği haline geliyor.[20] 

Arabuluculuk girişimleri de bu düşük görünürlük ve parçalı diplomatik ilginin bir yansıması olarak sınırlı etki üretebiliyor. Cidde Süreci, taraflar arasında teknik temas kanallarını açık tutsa da kalıcı ateşkes ve kapsamlı bir siyasi yol haritası oluşturmakta yetersiz kalıyor.[21] Sürecin çift taraflı yürütülmesi, hem baskı kapasitesinin sınırlı kalmasına hem de sahadaki güç dengelerini dönüştürecek bir sonuç üretememesine yol açıyor. Bu durum, Sudan’daki çatışmanın diplomasi eliyle yönetilebilir olmasına rağmen çözülebilir olmaktan giderek uzaklaştığını gösteriyor. 

IGAD ve Afrika Birliği tarafından yürütülen süreçler ise bölge ülkelerinin Sudan’a yönelik farklı ve zaman zaman çelişkili güvenlik öncelikleri nedeniyle parçalı bir görünüm arz ediyor. Etiyopya, Kenya, Güney Sudan ve Mısır gibi ülkeler, kendi jeopolitik hesapları doğrultusunda Sudan dosyasına müdahil oldukça, bölgesel örgütlerin bütüncül bir yaklaşım benimsemesi zorlaşıyor. Bu parçalanmış diplomatik mimari, hem siyasi baskının etkisini azaltıyor hem de tarafların kendi lehlerine zaman kazanmak amacıyla süreçleri araçsallaştırmasına imkân tanıyor.

Ayrıca Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörlerin Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile geliştirdikleri asimetrik ilişkiler, çatışmanın bölgesel vekâlet savaşlarına evrilme riskini artırıyor.[22] Bu ilişkiler, tarafların askeri kapasitesini dolaylı olarak beslerken aynı zamanda sahadaki denklemi daha da karmaşık hale getiriyor. Bölgesel aktörlerin Sudan’daki çatışmayı kendi stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye yönelmesi, iç savaşın çözümünü zorlaştırdığı gibi çatışmanın coğrafi olarak yayılma ihtimalini de güçlendiriyor.

Bu çok katmanlı tablo, Sudan’ın kısa vadede kapsamlı bir barış anlaşmasına ulaşmasındansa, uzun süreli, düşük yoğunluklu ve çok merkezli çatışmalarla karakterize edilen “dondurulmuş kriz” senaryosuna sürüklenme ihtimalini artırıyor. Bir yandan uluslararası diplomatik ilgisizliğin, diğer yandan bölgesel rekabetlerin belirlediği bu ortamda, Sudan’daki savaşın “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa dönüşmesi riski giderek belirginleşiyor. Böyle bir senaryo, yalnızca insani çöküşü derinleştirmekle kalmayacak; Kızıldeniz, Sahel ve Nil havzası gibi kritik coğrafyalarda yeni kırılganlık alanları da ortaya çıkaracaktır.

Sonuç

Sudan’da Aralık 2018’de başlayan devrim süreci, kısa bir tarihsel aralık içinde ülkeyi demokratik bir dönüşüm umudundan bölgesel bir felaketin merkezine sürükledi. Beşir sonrası geçiş mimarisi, Juba Barış Anlaşması ve 2021 askeri müdahalesi gibi dönüm noktaları, Sudan’ın modern siyasal gelişiminde “kaçırılmış tarihsel anlar” olarak kayda geçti. Bu süreçlerin ortak özelliği, güvenlik aygıtının kurumsal ayrıcalıklarını koruması, sivil siyasetin zayıf kalması ve merkez–çevre arasındaki yapısal eşitsizliklerin derinleşmesidir. Dolayısıyla Sudan’daki iç savaş, yalnızca iki silahlı güç merkezi arasındaki rekabetin değil, devlet inşası problematiğinin başarısızlığının da sonucudur.

Bugün geldiğimiz noktada savaş, Hartum merkezli bir iktidar mücadelesi olmaktan çıkıp Darfur ve Kordofan ekseninde insani şiddet, savaş ekonomisi ve devlet-dışı aktörleşme zemini üzerinde yeniden şekillenmektedir. HDK’nin geniş bir coğrafyada kurduğu paramiliter kontrol alanları ve SSK'nın hava gücüne dayalı savunma stratejisi, Sudan’da parçalı, çok aktörlü ve uzun süreli bir çatışma düzeni üretmektedir. Darfur’da tekrarlayan etnik şiddet döngüsü ve Kordofan’daki ekonomik altyapıyı hedef alan saldırılar, Sudan’da savaşın sadece siyasi düzeni değil, aynı zamanda toplumun demografik ve sosyo-ekonomik dokusunu dönüştürdüğünü göstermektedir.

Bu dönüşümün en çarpıcı sonucu, giderek derinleşen insani çöküştür. Eğitim, sağlık, gıda güvenliği ve barınma gibi temel alanlarda yaşanan çöküş, Sudan’da bir neslin kaybedilmesi riskini somutlaştırmaktadır. 12–14 milyonluk yerinden edilme dalgası, Sudan'ı yalnızca Afrika'nın değil, küresel ölçekte de en büyük zorunlu göç krizlerinden birinin merkezine yerleştirmiştir. Bu durum, iç savaş sona erdiğinde dahi Sudan’ın yeniden inşa sürecinin uzun yıllara yayılacağını ve çok katmanlı uluslararası destek gerektireceğini ortaya koymaktadır.

Sudan’daki krizin bölgesel ve küresel düzeyde yeterince görünür olmaması, çatışmayı bir “sessiz savaş” haline getirmiştir. Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizlerin arasında sıkışan Sudan, uluslararası gündemin alt sıralarına itilmiş; bu da arabuluculuk girişimlerinin etkisizleşmesine zemin hazırlamıştır. Cidde Süreci’nin sınırlı kaldığı, IGAD ve Afrika Birliği’nin parçalı yaklaşımlar benimsediği ve Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi aktörlerin SSK ve HDK ile kurdukları asimetrik ilişkilerin çatışmayı bölgesel rekabetlerin bir bileşenine dönüştürdüğü bir ortamda Sudan, “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa evrilme riski taşımaktadır.

Tüm bu gelişmeler, Sudan’ın yakın geleceğine ilişkin üç temel stratejik çıkarıma işaret etmektedir: 

Birincisi, Sudan’da kapsamlı bir barışın inşası, güvenlik sektörü reformu merkezli bir yaklaşım benimsenmeden mümkün değildir. SSK–HDK–milis üçgeninin yeniden düzenlenmesi, barış sürecinin teknik bir bileşeni değil, varlık sebebi haline gelmiştir. Herhangi bir siyasi anlaşma, tek bir ulusal komuta yapısı hedefi olmadan sürdürülebilirlik kazanamaz. 

İkincisi, Sudan’daki merkez–çevre gerilimi, ülkenin siyasal çözüm ihtiyacının özünü oluşturmaktadır. Juba sürecinin başarısızlığı, çevre bölgelerde yerel yönetişim, adalet ve ekonomik temsil alanları güçlendirilmeden gerçek anlamda ulusal bir barışın mümkün olmadığını göstermiştir. Federalizmi ve yerel idarelerin güçlendirilmesini öncelemeyen bir yaklaşım, Sudan’ın kronik kırılganlığını yeniden üretmekten öteye gidemez.

Üçüncüsü, Sudan’daki çatışmanın bölgesel yansımaları, Kızıldeniz–Sahel–Nil üçgeninin istikrarı açısından kritik bir güvenlik riski oluşturmaktadır. Çatışmanın Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Etiyopya gibi zaten kırılgan ülkelerle temas halinde yürütülmesi, paramiliter ağların ve kaçakçılık ekonomisinin bölgesel düzeyde yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, yalnızca Sudan’ın değil, Afrika Boynuzu ve Sahel'in genel güvenlik mimarisinin çözümsüzlük döngüsüne sürüklenmesi anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak Sudan, bugün sadece kendi iç savaşının değil, aynı zamanda bölgesel istikrarsızlığın merkezinde yer alan bir jeopolitik kırılganlık laboratuvarına dönüşmüş durumdadır. Bu kırılganlığın aşılması, yalnızca ateşkes anlaşmalarıyla değil, çok boyutlu ve uzun soluklu bir yeniden inşa vizyonuyla mümkün olacaktır. Aksi halde Sudan, gelecek on yıl boyunca Afrika’nın en karmaşık ve en maliyetli güvenlik dosyalarından biri olmayı sürdürecektir.

Son Not

[1]“Sudan’s military overthrows president amid bloody protests”, AP News, 12 April 2019. https://apnews.com/article/3b259f7aacaa4601a713103006de8687

[2] “Sudan’s military, protest leaders sign constitutional declaration”, Al Jazeera, 4 August 2019. https://www.aljazeera.com/news/2019/8/4/sudans-military-protest-leaders-sign-constitutional-declaration

[3] “The Juba Peace Agreement: A Turning Point for Sudan?”, Chatham House, 2 September 2020. https://www.chathamhouse.org/2020/09/juba-peace-agreement-turning-point-sudan

[4] “Despite Implementation of Peace Agreement, Insecurity Persists in Darfur, Sudan Sanctions Committee Chair Tells Security Council”, United Nations (UN Press), 3 September 2020.  https://press.un.org/en/2021/sc14632.doc.htm

[5] “Sudan’s military dissolves cabinet, announces state of emergency”, Al Jazeera, 25 October 2021. https://www.aljazeera.com/news/2021/10/25/sudans-military-dissolves-cabinet-announce-state-of-emergency

[6] “Sudan: Military Takeover Threatens Rights”, Human Rights Watch, 26 October 2021. https://www.hrw.org/news/2021/10/26/sudan-military-takeover-threatens-rights

[7] “Sudan pro-democracy activists call for escalation after lethal crackdown”, The Guardian, 18 November 2021. https://www.theguardian.com/world/2021/nov/18/sudan-pro-democracy-activists-call-for-escalation-after-lethal-crackdown

[8] “Sudan coup: Military reinstates PM Hamdok after deal”, Middle East Eye, 21 November 2021. https://www.middleeasteye.net/news/sudan-coup-hamdok-return-government-after-deal

[9] “A Critical Window to Bolster Sudan’s Next Government”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/africa/sudan/critical-window-bolster-sudans-next-government

[10] “Sudan’ın geçiş yönetimi krizinde çerçeve anlaşması”, ORSAM,Aralık 2022 https://orsam.org.tr/dosya/sudanin-gecis-yonetimi-krizinde-cerceve-anlasmasi-1.pdf

[11] “Heavy gunfire heard — Khartoum witnesses clashes between Sudanese forces, paramilitaries”, Reuters, 15 April 2023. https://www.reuters.com/world/africa/heavy-gunfire-heard-south-sudanese-capital-khartoum-witnesses-2023-04-15

[12] “Sudan situation update: Unraveling conflict dynamics in Darfur”, ACLED, December 2023. https://acleddata.com/update/sudan-situation-update-december-2023-unraveling-conflict-dynamics-darfur

[13] “Sudan’s Rapid Support Forces: From Darfur militias to rival army”, Anadolu Ajansı, 23 July 2023. https://www.aa.com.tr/en/middle-east/factbox-sudan-s-rapid-support-forces-from-darfur-militias-to-rival-army

[14] “Sudan: New mass ethnic killings, pillage in Darfur”, Human Rights Watch, 27 November 2023. https://www.hrw.org/news/2023/11/27/sudan-new-mass-ethnic-killings-pillage-darfur

[15] “Oil sector in West Kordofan enters its most complex crisis since 2023 attacks”, Darfur24, 3 December 2025. https://www.darfur24.com/en/2025/12/03/oil-sector-in-west-kordofan-enters-its-most-complex-crisis-since-2023-attacks

[16] “Sudan: Amnesty International concern over human rights abuses”, Amnesty International, 2023. https://www.amnesty.org/en/documents/afr54/7037/2023/en/

[17] “Sudan conflict: What’s really going on?”, UNOCHA, 6 March 2025.https://www.unocha.org/news/sudan-conflict-whats-really-going

[18] “UNHCR: Displaced civilians fleeing Sudan’s Darfur, Kordofan regions navigate serious violations, deadly routes”, ReliefWeb / UNHCR, 22 January 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/unhcr-displaced-civilians-fleeing-sudans-darfur-kordofan-regions-navigate-serious-violations-deadly-routes

[19] “UNICEF Sudan Humanitarian Situation Report — May 2025”, UNICEF, 31 May 2025. https://www.unicef.org/sudan/reports/unicef-sudan-humanitarian-situation-report-may-2025

[20] “Sudan’s war, world’s silence”, ReliefWeb, 12 April 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/sudans-war-worlds-silence

[21] “Sudan’da durdurulamayan savaşın sonuç vermeyen müzakereleri”, Anadolu Ajansı, 13 Ağustos 2024.  https://www.aa.com.tr/tr/dunya/sudanda-durdurulamayan-savasin-sonuc-vermeyen-muzakereleri/3302368

[22] “Sudan’s calamitous war: Finding a path toward peace”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/sites/default/files/2025-01/b204-sudan-calamitous-war.pdf

Giriş 

Aralık 2018’de demokratik bir yapı dalgasıyla umutlanan Sudan, bugün hem ülke içinde hem de bölgesel ölçekte derin etkileri olan yıkıcı bir iç savaşla anılıyor. Sudan dosyası, yalnızca bir iç çatışma değil; Kızıldeniz’den Sahel’e uzanan jeopolitik hattın kırılganlığını görünür kılan bir fay hattı niteliği taşıyor. 

Aralık 2018’de ekmek fiyatlarına yapılan zamla başlayan protestolar, kısa sürede ekonomik talepleri aşarak siyasal bir isyana dönüştü. Sokaktaki kitleler, otuz yıllık Ömer el-Beşir rejimine, merkezîleşmiş iktidar yapısına ve çevre bölgelerin kronik dışlanmasına karşı güçlü bir itiraz yükseltti. 11 Nisan 2019’da Beşir’in devrilmesi, Sudan’ın yeni bir demokratik sayfa açacağına dair hem içeride hem de uluslararası arenada ciddi bir beklenti üretti.[1] Ancak yedi yılın sonunda ortaya çıkan tablo, devrimci momentin siyasal ve kurumsal dönüşüme tahvil edilemediğini; aksine, güvenlik aygıtı merkezli güç mücadelesinin ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürüklediğini gösteriyor. Bugün Sudan, dünyanın en ağır insani krizlerinden birine sahne olurken, Kızıldeniz–Sahel–Nil havzasını kapsayan geniş bir jeopolitik kuşağın istikrarını da tehdit ediyor.

Beşir Sonrası Geçiş Mimarisi: En Zayıf Halka Güvenlik Sektörü Reformu

2019 Anayasal Bildirisi ile siviller ve askerî elit arasında hibrit bir geçiş düzeni kuruldu. Egemenlik Konseyi ve Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki teknokrat hükümet, kağıt üzerinde sivil yönetime geçişi ve üç yıllık bir takvimi öngörüyordu.[2] Ne var ki bu mimari, Beşir döneminden devralınan güvenlik yapısının köklü biçimde dönüştürülmesini, yani en kritik dosyayı, bilinçli olarak erteledi.

Bu çerçevede:

●      Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ekonomik imparatorluğunu ve siyasi ayrıcalıklarını büyük ölçüde korudu.

●      Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), devlet hiyerarşisi içinde “paralel ordu” niteliğini muhafaza etti; altın ticareti ve sınır ötesi ekonomik ağlar üzerinden mali otonomi kazandı.

●      İstihbarat ve iç güvenlik kurumları, yalnızca isim ve tabela değişiklikleriyle yola devam etti.

Bu tablo, devrimci taleplerin merkezinde yer alan “güvenlik aygıtının sivilleştirilmesi” hedefinin rafa kaldırıldığı anlamına geliyordu. Geçiş hükümeti, uluslararası toplumun desteğini almasına rağmen içeride hem derin ekonomik kriz hem de koalisyon içi bölünmelerle karşı karşıya kaldı. Ortaya çıkan sonuç, sivil siyasetin zayıf, güvenlik elitlerinin ise güçlü kaldığı bir yapı oldu.

 Juba Barış Anlaşması ve Yönetilemeyen Çok-Merkezlilik

3 Ekim 2020 tarihli Juba Barış Anlaşması, Darfur, Güney Kordofan ve Mavi Nil gibi çevre bölgelerde uzun yıllardır süren siyasal-dışlanma ve silahlı çatışma döngüsünü kırmayı amaçlayan en kapsamlı girişim olarak kurgulandı. Anlaşma; federal-bölgesel yönetişim, kaynak paylaşımı, yerel temsil mekanizmaları ve güvenlik düzenlemeleri gibi temel alanlarda önemli hükümler içeriyordu. Bu nedenle ilk aşamada, Sudan’ın merkez–çevre ilişkilerinde yapısal bir dönüşüm yaratabileceği ve silahlı grupları siyasal süreçlere entegre ederek ülkenin parçalı güç mimarisini rasyonelleştirebileceği yönünde geniş bir beklenti oluştu.[3] 

Ancak uygulama süreci, anlaşmanın sahadaki karmaşık gerçeklikleri yeterince kapsamadığını ortaya koydu. İlk olarak, Juba süreci esasen “elit merkezli pazarlıklar” üzerinden şekillendi. Barış masasında yer alan grupların talepleri çoğunlukla kota temelli güç paylaşımı, geçiş kurumlarında temsil ve ekonomik kaynakların yeniden dağıtımı gibi konulara odaklandı. Bu durum, Darfur ve diğer bölgelerdeki geniş toplum kesimlerinin adalet, yerel yönetim, güvenlik ve temel hizmetlere erişim gibi daha derin yapısal taleplerinin süreç dışında kalmasına yol açtı. Başka bir ifadeyle, anlaşma geniş toplumsal barışın altyapısını kurmak yerine silahlı ve siyasi elitlerin beklentilerini karşılayan sınırlı bir siyasal uzlaşıya dönüştü.

İkinci olarak, anlaşma geçiş döneminin kurumsal mimarisini daha da karmaşık hale getirdi. Zaten kırılgan olan yönetişim yapısına yeni aktörlerin ve kota bazlı pozisyonların eklenmesi, karar alma mekanizmalarını ağırlaştırdı ve uygulama kapasitesini zayıflattı. Bu “kurumsal hantallık”, hem merkezde hem de bölgelerde reform süreçlerinin eşgüdümünü zorlaştırdı; geçiş hükümeti, anlaşmanın öngördüğü hedefleri hayata geçirecek idari ve mali etkinlikten giderek uzaklaştı. Sonuç olarak Juba Anlaşması, çözmeyi hedeflediği çok-merkezlilik sorununu paradoksal biçimde daha da derinleştirdi.

Üçüncü olarak, süreçte dışarıda kalan aktörler anlaşmanın meşruiyetini sınırladı. Abdelaziz el-Hilu liderliğindeki SPLM-N fraksiyonu gibi kilit örgütlerin masada yer almaması, Juba’nın Sudan’daki silahlı ve siyasal alanı bütüncül şekilde düzenlemesini engelledi. Bu durum, hem anlaşmanın kapsamını daralttı hem de gelecekte yeniden çatışma riskini diri tuttu. Dahası, anlaşmanın “kapsayıcı barış” değil, belli aktörleri entegre eden “seçici bir uzlaşı” niteliğine bürünmesine yol açtı.

 Bu sorunlar bir araya geldiğinde, Juba Barış Anlaşması Sudan’ın tarihsel merkez–çevre gerilimini çözmek yerine daha da karmaşık bir çok-merkezli güç mimarisi ortaya çıkardı. Devletin karar alma kapasitesi daha kırılgan hale gelirken, sahadaki farklı silahlı aktörlerin meşruiyet iddiaları güçlendi. Böylece anlaşma, barışı inşa eden bir çerçeve olmaktan çok, Sudan’ın zaten parçalı olan siyasal düzenini daha fazla bölünmüş hale getiren bir faktör olarak işlev gördü.[4]

25 Ekim 2021 Askeri Müdahalesi: Geçişin Militarize Olması

25 Ekim 2021’de General Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki ordu, HDK’nin de operasyonel desteğiyle kapsamlı bir müdahale gerçekleştirerek geçiş sürecini fiilen sona erdirdi.[5] Hükümetin feshedilmesi, sivil liderlerin tutuklanması ya da ev hapsine alınması, sivil ortaklı geçiş sonrası kurulan yapının aslında güvenlik elitlerinin rızasına dayalı kırılgan bir düzen olduğunu açık biçimde ortaya koydu. Bu gelişme, Sudan’daki siyasi dönüşümün ne ölçüde koşullu ilerlediğini ve güvenlik kurumlarının kendi kurumsal çıkarlarını tehdit eden her durumda süreci askıya alabilecek kapasitede bulunduğunu somutlaştırdı.[6]

Askeri müdahale sonrasında geniş çaplı kitlesel protestolar ülke genelinde devam etti.[7] Başbakan Hamdok’un görevine dönmesini öngören kısa süreli siyasi anlaşma ne sokaktaki devrimci kitleler ne de sivil siyasal aktörler tarafından meşru kabul edildi.[8] Bu durum, geçiş süreci boyunca “bazı elit siviller” ile askerî elitler arasındaki güven krizinin derinliğini ortaya çıkarırken, ordunun süreç üzerindeki vesayetini normalleştirmeye yönelik herhangi bir düzenlemenin toplumsal tabanda karşılık bulamayacağını da gösterdi.

Uluslararası toplumun arabuluculuğunda 2022 sonunda hazırlanan “çerçeve anlaşma”, geçişi yeniden başlatmayı amaçlasa da bu kez SSK ile HDK arasındaki çıkar çatışması nedeniyle tıkandı.[9] SSK, HDK’nin hızlı ve kapsamlı biçimde orduya entegrasyonunu talep ederken; HDK liderliği, kendi ekonomik ve askerî otonomisini korumaya imkân tanıyacak daha uzun ve kademeli bir entegrasyon takvimi konusunda ısrar etti. Böylece güvenlik sektörü reformu, teknik bir kurumsal düzenleme alanı olmaktan çıkarak iki silahlı güç merkezi arasındaki iktidar mücadelesinin ana eksenine dönüştü.

Bu süreçte HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalo (Hemetti), söylemsel düzeyde “bazı elit sivil aktörlere” yakınlaşan ve “reformcu” bir profil çizmeye çalışan stratejik bir iletişim dili benimsedi. Hemetti’nin bu yaklaşımı, hem ulusal hem uluslararası kamuoyunda meşruiyet alanını genişletmeyi ve HDK’nin geçiş sürecindeki rolünü yeniden tanımlamayı hedefleyen bir manevra olarak değerlendirilebilir. Buna karşılık Burhan liderliğindeki ordu, eski rejimle bağlantılı siyasal ve bürokratik çevreleri yeniden sürece dahil ederek “anti-devrimci” bir blok oluşturma eğilimine yöneldi. Bu dinamik, Beşir sonrası dönemde tasfiye edildiği düşünülen eski rejim ağlarının aslında politik sahneden hiçbir zaman tam olarak çekilmediğini gösterdi.

Sonuç olarak, 2021–2023 dönemi bilhassa Siyasi Çerçeve Anlaşması[10] özelinde güvenlik sektörü reformu tartışmasının SAF ile HDK arasında ertelenemez bir hesaplaşmaya dönüşmesiyle şekillendi. Bu yapısal gerilim, yalnızca kurumsal reform ihtiyacının değil, devletin kontrolünü hedefleyen sıfır toplamlı bir güç mücadelesinin tezahürüydü. Nihayet, iki aktör arasındaki bu rekabet 15 Nisan 2023’te ülkeyi tam ölçekli bir iç savaşa sürükleyen temel tetikleyici haline geldi.

15 Nisan 2023’ten Sonra: Devlet İçi Güç Mücadelesinden Tam Ölçekli İç Savaşa

15 Nisan 2023’te HDK’nin Hartum’daki kilit askerî tesislere ve stratejik noktalara eş zamanlı saldırısı, Sudan’ı devlet içi fraksiyonel rekabetten çıkartıp tam ölçekli bir iç savaşın içine itti.[11] Hartum üçgeni kısa sürede şehir savaşının merkezine dönüştü; HDK saha üstünlüğü sağlarken, SSK hava kuvvetleri ve ağır topçu atışları ile karşılık verdi.

Sonuçlar ağır oldu:

●      Başkentteki bakanlıklar, üniversiteler, hastaneler ve temel altyapı büyük zarar gördü.

●      Devlet kapasitesi fiilen çöktü; diplomatik misyonlar ve uluslararası örgütler ülkeyi tahliye etti.

●      Hartum’dan Port Sudan, Mısır, Çad ve Güney Sudan’a doğru büyük bir göç dalgası oluştu.

Siyasi süreç ise tamamen askeri denkleme tabi hale geldi. Cidde Süreci gibi platformlarda yürütülen ateşkes görüşmeleri, sahadaki güç ilişkilerini dönüştürecek bir baskı üretemedi; kısa süreli ateşkesler hızla ihlal edildi.

Darfur ve Kordofan Cepheleri: Şiddet ve Savaş Ekonomisi

Savaşın ikinci evresinde çatışmanın ağırlık merkezi başkent üçgeninden uzaklaşarak Darfur ve Kordofan hattına kaydı.[12] Bu kayma, iç savaşın yalnızca iki silahlı gücün rekabeti olmaktan çıkıp Sudan’ın tarihsel kırılganlıklarını yeniden görünür kılan çok katmanlı bir güvenlik krizine dönüştüğünü gösterdi. HDK, tarihsel kökleri Cancevid milislerine uzanan yerel Arap milis ağlarını yeniden organize ederek Darfur’da geniş bir askeri-siyasi kontrol alanı oluşturdu.[13] Bu mobilizasyon, yalnızca askeri ilerlemeyi değil, yerel güç dengelerinin yeniden inşasını da beraberinde getirdi. El-Cuneyne, Zalingei, Nyala ve özellikle el-Faşir çevresinde sivillere yönelik saldırıların yoğunlaşması, Darfur’daki şiddetin etnik boyutunu yeniden görünür kıldı. Masalit topluluğuna yönelik sistematik saldırılar, köylerin yakılması, toplu katliamlar ve zorla yerinden etmeler, uluslararası raporların “etnik temizlik” uyarılarını güçlendiren temel unsurlar haline geldi.[14]

Kordofan cephesi ise savaşın stratejik ve ekonomik boyutunun belirginleştiği alan oldu. HDK’nin petrol altyapısını, yakıt hatlarını ve Hartum-Darfur arasındaki lojistik koridorları hedef alan operasyonları, yalnızca askeri bir hamle değil, aynı zamanda Sudan devletinin ekonomik damarlarını kesmeyi amaçlayan bir baskı stratejisi niteliği taşıdı. Kordofan’ın petrol alanları ve ticari geçiş yolları üzerindeki kontrol mücadelesi, çatışmayı klasik bir silahlı mücadele olmaktan çıkarıp ekonomik kaynaklara dayalı bir güç savaşına dönüştürdü.[15] Buna karşılık SAF, bölgedeki kayıplarını telafi etmek için geniş ölçekli hava saldırılarına yöneldi; bu durum kasaba ve köylerde sivillerin yoğun kayıplarına yol açarken İHA ve topçu saldırıları günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline geldi.[16] Böylece savaş, sivillerin yaşam alanlarının doğrudan hedeflendiği yüksek yoğunluklu bir yıkım sürecine dönüştü.

İnsani Çöküş

Bu askeri gelişmeler eş zamanlı olarak Sudan’da derinleşen insani çöküşü tetikledi. 2025’e gelindiğinde 12–14 milyon civarında insanın yerinden edilmesi, Sudan’ı dünyanın en büyük iç göç krizinin merkezine yerleştirdi.[17] Yerinden edilmelerin büyük bölümü plansız, ani ve şiddet tehdidi altında gerçekleştiği için milyonlarca aile temel barınma, sağlık ve gıda ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Darfur’dan Çad sınırına, Kordofan’dan Güney Sudan’a doğru uzanan göç rotaları, güvenliksiz, kapasitesi sınırlı ve insani yardıma erişimin kesintili olduğu riskli güzergâhlara dönüştü.[18]

Eğitim sistemi savaşla birlikte neredeyse tamamen çöktü. Yüzlerce okul ya yıkıldı ya da askeri amaçlarla işgal edildi; öğretmenlerin büyük bir kısmı çatışma bölgelerinden kaçmak zorunda kaldı. Bir neslin eğitime erişimi kesildi ve bu durum, Sudan’ın gelecekteki sosyo-ekonomik toparlanma kapasitesini derinden etkileyecek uzun vadeli bir kriz dinamiği ortaya çıkardı.

Sağlık altyapısı da benzer şekilde ağır hasar aldı. Hastanelerin büyük kısmı kapandı, tıbbi malzeme stokları tükendi, sağlık çalışanları hedef haline geldi veya çalışma koşullarının güvensizliği nedeniyle bölgeyi terk etti. Kolera, kızamık ve akut yetersiz beslenme gibi salgın hastalıkların hızla yayılması, insani krizi daha da derinleştirdi. Çatışma alanlarında yaralanan sivillerin tedavi edilememesi, çok sayıda önlenebilir ölümün yaşanmasına yol açtı.[19]

Ayrıca savaş, gıda güvenliğini ciddi biçimde tehdit eden çok boyutlu bir kırılmaya neden oldu. Tarım alanlarının tahrip edilmesi, üretim sezonlarının kesintiye uğraması, hayvancılık faaliyetlerinin durması ve ticaret yollarının kapanması, geniş bir coğrafyada açlık riskini kritik seviyeye taşıdı. Birçok uluslararası kurum, Sudan’ın büyük ölçekli kıtlık riskiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor. 

Bu koşullar, Sudan’ın bugün yalnızca askerî bir çatışma ülkesi değil, aynı zamanda toplumsal dokusu hızla eriyen ve uzun vadeli insani tahribatın derinleştiği bir kriz alanına dönüştüğünü gösteriyor. Eğitimden sağlığa, gıdadan barınmaya uzanan geniş bir yelpazedeki bu çöküş, Sudan’da “kayıp bir nesil” riskini somutlaştırdığı gibi, savaş sona erse bile ülkenin yeniden inşa sürecinin çok uzun yıllara yayılacağını da ortaya koyuyor. 

Uluslararası Sessizlik ve Parçalı Arabuluculuk

Sudan’daki savaş, uluslararası sistemin dikkatinin Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizler tarafından yoğun biçimde meşgul edildiği bir dönemde yaşandığı için küresel kamuoyunda oldukça sınırlı bir görünürlük elde edebildi. Bu görünmezlik, Sudan’daki insani trajedinin ölçeğine rağmen uluslararası tepkinin zayıf kalmasına yol açtı. Çatışmanın derinleşmesi, milyonlarca insanın yerinden edilmesi ve geniş coğrafyaların fiilen çökmesi gibi ağır sonuçlar, küresel gündemin rekabet eden kriz alanları içinde adeta kayboldu. Bu nedenle Sudan, literatürde giderek daha sık kullanılan “sessiz savaş” kategorisine yerleştiriliyor; yüksek yoğunluklu insani yıkıma rağmen düşük düzeyde uluslararası ilgiye mazhar olan çatışmaların başlıca örneği haline geliyor.[20] 

Arabuluculuk girişimleri de bu düşük görünürlük ve parçalı diplomatik ilginin bir yansıması olarak sınırlı etki üretebiliyor. Cidde Süreci, taraflar arasında teknik temas kanallarını açık tutsa da kalıcı ateşkes ve kapsamlı bir siyasi yol haritası oluşturmakta yetersiz kalıyor.[21] Sürecin çift taraflı yürütülmesi, hem baskı kapasitesinin sınırlı kalmasına hem de sahadaki güç dengelerini dönüştürecek bir sonuç üretememesine yol açıyor. Bu durum, Sudan’daki çatışmanın diplomasi eliyle yönetilebilir olmasına rağmen çözülebilir olmaktan giderek uzaklaştığını gösteriyor. 

IGAD ve Afrika Birliği tarafından yürütülen süreçler ise bölge ülkelerinin Sudan’a yönelik farklı ve zaman zaman çelişkili güvenlik öncelikleri nedeniyle parçalı bir görünüm arz ediyor. Etiyopya, Kenya, Güney Sudan ve Mısır gibi ülkeler, kendi jeopolitik hesapları doğrultusunda Sudan dosyasına müdahil oldukça, bölgesel örgütlerin bütüncül bir yaklaşım benimsemesi zorlaşıyor. Bu parçalanmış diplomatik mimari, hem siyasi baskının etkisini azaltıyor hem de tarafların kendi lehlerine zaman kazanmak amacıyla süreçleri araçsallaştırmasına imkân tanıyor.

Ayrıca Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörlerin Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) ile geliştirdikleri asimetrik ilişkiler, çatışmanın bölgesel vekâlet savaşlarına evrilme riskini artırıyor.[22] Bu ilişkiler, tarafların askeri kapasitesini dolaylı olarak beslerken aynı zamanda sahadaki denklemi daha da karmaşık hale getiriyor. Bölgesel aktörlerin Sudan’daki çatışmayı kendi stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye yönelmesi, iç savaşın çözümünü zorlaştırdığı gibi çatışmanın coğrafi olarak yayılma ihtimalini de güçlendiriyor.

Bu çok katmanlı tablo, Sudan’ın kısa vadede kapsamlı bir barış anlaşmasına ulaşmasındansa, uzun süreli, düşük yoğunluklu ve çok merkezli çatışmalarla karakterize edilen “dondurulmuş kriz” senaryosuna sürüklenme ihtimalini artırıyor. Bir yandan uluslararası diplomatik ilgisizliğin, diğer yandan bölgesel rekabetlerin belirlediği bu ortamda, Sudan’daki savaşın “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa dönüşmesi riski giderek belirginleşiyor. Böyle bir senaryo, yalnızca insani çöküşü derinleştirmekle kalmayacak; Kızıldeniz, Sahel ve Nil havzası gibi kritik coğrafyalarda yeni kırılganlık alanları da ortaya çıkaracaktır.

Sonuç

Sudan’da Aralık 2018’de başlayan devrim süreci, kısa bir tarihsel aralık içinde ülkeyi demokratik bir dönüşüm umudundan bölgesel bir felaketin merkezine sürükledi. Beşir sonrası geçiş mimarisi, Juba Barış Anlaşması ve 2021 askeri müdahalesi gibi dönüm noktaları, Sudan’ın modern siyasal gelişiminde “kaçırılmış tarihsel anlar” olarak kayda geçti. Bu süreçlerin ortak özelliği, güvenlik aygıtının kurumsal ayrıcalıklarını koruması, sivil siyasetin zayıf kalması ve merkez–çevre arasındaki yapısal eşitsizliklerin derinleşmesidir. Dolayısıyla Sudan’daki iç savaş, yalnızca iki silahlı güç merkezi arasındaki rekabetin değil, devlet inşası problematiğinin başarısızlığının da sonucudur.

Bugün geldiğimiz noktada savaş, Hartum merkezli bir iktidar mücadelesi olmaktan çıkıp Darfur ve Kordofan ekseninde insani şiddet, savaş ekonomisi ve devlet-dışı aktörleşme zemini üzerinde yeniden şekillenmektedir. HDK’nin geniş bir coğrafyada kurduğu paramiliter kontrol alanları ve SSK'nın hava gücüne dayalı savunma stratejisi, Sudan’da parçalı, çok aktörlü ve uzun süreli bir çatışma düzeni üretmektedir. Darfur’da tekrarlayan etnik şiddet döngüsü ve Kordofan’daki ekonomik altyapıyı hedef alan saldırılar, Sudan’da savaşın sadece siyasi düzeni değil, aynı zamanda toplumun demografik ve sosyo-ekonomik dokusunu dönüştürdüğünü göstermektedir.

Bu dönüşümün en çarpıcı sonucu, giderek derinleşen insani çöküştür. Eğitim, sağlık, gıda güvenliği ve barınma gibi temel alanlarda yaşanan çöküş, Sudan’da bir neslin kaybedilmesi riskini somutlaştırmaktadır. 12–14 milyonluk yerinden edilme dalgası, Sudan'ı yalnızca Afrika'nın değil, küresel ölçekte de en büyük zorunlu göç krizlerinden birinin merkezine yerleştirmiştir. Bu durum, iç savaş sona erdiğinde dahi Sudan’ın yeniden inşa sürecinin uzun yıllara yayılacağını ve çok katmanlı uluslararası destek gerektireceğini ortaya koymaktadır.

Sudan’daki krizin bölgesel ve küresel düzeyde yeterince görünür olmaması, çatışmayı bir “sessiz savaş” haline getirmiştir. Gazze, Ukrayna ve Tayvan gibi yüksek profilli krizlerin arasında sıkışan Sudan, uluslararası gündemin alt sıralarına itilmiş; bu da arabuluculuk girişimlerinin etkisizleşmesine zemin hazırlamıştır. Cidde Süreci’nin sınırlı kaldığı, IGAD ve Afrika Birliği’nin parçalı yaklaşımlar benimsediği ve Mısır, BAE, Suudi Arabistan gibi aktörlerin SSK ve HDK ile kurdukları asimetrik ilişkilerin çatışmayı bölgesel rekabetlerin bir bileşenine dönüştürdüğü bir ortamda Sudan, “yönetilebilir ama çözülemez” bir güvenlik sorununa evrilme riski taşımaktadır.

Tüm bu gelişmeler, Sudan’ın yakın geleceğine ilişkin üç temel stratejik çıkarıma işaret etmektedir: 

Birincisi, Sudan’da kapsamlı bir barışın inşası, güvenlik sektörü reformu merkezli bir yaklaşım benimsenmeden mümkün değildir. SSK–HDK–milis üçgeninin yeniden düzenlenmesi, barış sürecinin teknik bir bileşeni değil, varlık sebebi haline gelmiştir. Herhangi bir siyasi anlaşma, tek bir ulusal komuta yapısı hedefi olmadan sürdürülebilirlik kazanamaz. 

İkincisi, Sudan’daki merkez–çevre gerilimi, ülkenin siyasal çözüm ihtiyacının özünü oluşturmaktadır. Juba sürecinin başarısızlığı, çevre bölgelerde yerel yönetişim, adalet ve ekonomik temsil alanları güçlendirilmeden gerçek anlamda ulusal bir barışın mümkün olmadığını göstermiştir. Federalizmi ve yerel idarelerin güçlendirilmesini öncelemeyen bir yaklaşım, Sudan’ın kronik kırılganlığını yeniden üretmekten öteye gidemez.

Üçüncüsü, Sudan’daki çatışmanın bölgesel yansımaları, Kızıldeniz–Sahel–Nil üçgeninin istikrarı açısından kritik bir güvenlik riski oluşturmaktadır. Çatışmanın Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Etiyopya gibi zaten kırılgan ülkelerle temas halinde yürütülmesi, paramiliter ağların ve kaçakçılık ekonomisinin bölgesel düzeyde yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, yalnızca Sudan’ın değil, Afrika Boynuzu ve Sahel'in genel güvenlik mimarisinin çözümsüzlük döngüsüne sürüklenmesi anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak Sudan, bugün sadece kendi iç savaşının değil, aynı zamanda bölgesel istikrarsızlığın merkezinde yer alan bir jeopolitik kırılganlık laboratuvarına dönüşmüş durumdadır. Bu kırılganlığın aşılması, yalnızca ateşkes anlaşmalarıyla değil, çok boyutlu ve uzun soluklu bir yeniden inşa vizyonuyla mümkün olacaktır. Aksi halde Sudan, gelecek on yıl boyunca Afrika’nın en karmaşık ve en maliyetli güvenlik dosyalarından biri olmayı sürdürecektir.

Son Not

[1]“Sudan’s military overthrows president amid bloody protests”, AP News, 12 April 2019. https://apnews.com/article/3b259f7aacaa4601a713103006de8687

[2] “Sudan’s military, protest leaders sign constitutional declaration”, Al Jazeera, 4 August 2019. https://www.aljazeera.com/news/2019/8/4/sudans-military-protest-leaders-sign-constitutional-declaration

[3] “The Juba Peace Agreement: A Turning Point for Sudan?”, Chatham House, 2 September 2020. https://www.chathamhouse.org/2020/09/juba-peace-agreement-turning-point-sudan

[4] “Despite Implementation of Peace Agreement, Insecurity Persists in Darfur, Sudan Sanctions Committee Chair Tells Security Council”, United Nations (UN Press), 3 September 2020.  https://press.un.org/en/2021/sc14632.doc.htm

[5] “Sudan’s military dissolves cabinet, announces state of emergency”, Al Jazeera, 25 October 2021. https://www.aljazeera.com/news/2021/10/25/sudans-military-dissolves-cabinet-announce-state-of-emergency

[6] “Sudan: Military Takeover Threatens Rights”, Human Rights Watch, 26 October 2021. https://www.hrw.org/news/2021/10/26/sudan-military-takeover-threatens-rights

[7] “Sudan pro-democracy activists call for escalation after lethal crackdown”, The Guardian, 18 November 2021. https://www.theguardian.com/world/2021/nov/18/sudan-pro-democracy-activists-call-for-escalation-after-lethal-crackdown

[8] “Sudan coup: Military reinstates PM Hamdok after deal”, Middle East Eye, 21 November 2021. https://www.middleeasteye.net/news/sudan-coup-hamdok-return-government-after-deal

[9] “A Critical Window to Bolster Sudan’s Next Government”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/africa/sudan/critical-window-bolster-sudans-next-government

[10] “Sudan’ın geçiş yönetimi krizinde çerçeve anlaşması”, ORSAM,Aralık 2022 https://orsam.org.tr/dosya/sudanin-gecis-yonetimi-krizinde-cerceve-anlasmasi-1.pdf

[11] “Heavy gunfire heard — Khartoum witnesses clashes between Sudanese forces, paramilitaries”, Reuters, 15 April 2023. https://www.reuters.com/world/africa/heavy-gunfire-heard-south-sudanese-capital-khartoum-witnesses-2023-04-15

[12] “Sudan situation update: Unraveling conflict dynamics in Darfur”, ACLED, December 2023. https://acleddata.com/update/sudan-situation-update-december-2023-unraveling-conflict-dynamics-darfur

[13] “Sudan’s Rapid Support Forces: From Darfur militias to rival army”, Anadolu Ajansı, 23 July 2023. https://www.aa.com.tr/en/middle-east/factbox-sudan-s-rapid-support-forces-from-darfur-militias-to-rival-army

[14] “Sudan: New mass ethnic killings, pillage in Darfur”, Human Rights Watch, 27 November 2023. https://www.hrw.org/news/2023/11/27/sudan-new-mass-ethnic-killings-pillage-darfur

[15] “Oil sector in West Kordofan enters its most complex crisis since 2023 attacks”, Darfur24, 3 December 2025. https://www.darfur24.com/en/2025/12/03/oil-sector-in-west-kordofan-enters-its-most-complex-crisis-since-2023-attacks

[16] “Sudan: Amnesty International concern over human rights abuses”, Amnesty International, 2023. https://www.amnesty.org/en/documents/afr54/7037/2023/en/

[17] “Sudan conflict: What’s really going on?”, UNOCHA, 6 March 2025.https://www.unocha.org/news/sudan-conflict-whats-really-going

[18] “UNHCR: Displaced civilians fleeing Sudan’s Darfur, Kordofan regions navigate serious violations, deadly routes”, ReliefWeb / UNHCR, 22 January 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/unhcr-displaced-civilians-fleeing-sudans-darfur-kordofan-regions-navigate-serious-violations-deadly-routes

[19] “UNICEF Sudan Humanitarian Situation Report — May 2025”, UNICEF, 31 May 2025. https://www.unicef.org/sudan/reports/unicef-sudan-humanitarian-situation-report-may-2025

[20] “Sudan’s war, world’s silence”, ReliefWeb, 12 April 2025. https://reliefweb.int/report/sudan/sudans-war-worlds-silence

[21] “Sudan’da durdurulamayan savaşın sonuç vermeyen müzakereleri”, Anadolu Ajansı, 13 Ağustos 2024.  https://www.aa.com.tr/tr/dunya/sudanda-durdurulamayan-savasin-sonuc-vermeyen-muzakereleri/3302368

[22] “Sudan’s calamitous war: Finding a path toward peace”, International Crisis Group, 22 January 2025. https://www.crisisgroup.org/sites/default/files/2025-01/b204-sudan-calamitous-war.pdf

Bu Sayfada:

title

title

title

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

• Kudüs Çalışma Grubu • Kudüs Çalışma Grubu